Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Politika Yozlaşmazsa Kemal Kılıçdaroğlu politik yaşamımızda bir doğru yöntemin altını çizdi: “Bir partinin işi öteki partilerle kavga ya da parti içinde kavga olmamalı. Halkın ve ülkenin geleceği olmalı” dedi. Parti içinde ne olduğunu partililer merak etsin. Partiler arasında da tartışılan da ülkenin geleceğine ilişkin programlar olsun. Ne kadar doğru. Oysa Türkiye’de politik tartışmalar ülkenin geleceği ile değil, politikacıların geleceği ile ilgili oluyor. eni başkanın umut verici tutumunun diğer politikacılar tarafından da benimsenmesi olasılığı az. Ciddi bir tartışma düzeyine çıkamayan bir kahve söylemi başlayacak. Boş sözler havada uçuşup duruyor. Fakir olmazsan fakirlikten söz etmeyeceksin. İnsanlar her şey eski minval üzerine devam edecek, diye korkuyorlar. Umalım Kılıçdaroğlu partisini bu aptal tartışmalardan kurtarsın. Ülkeye büyük bir hizmet yapmış olur, toplum da bir nefes alır. Politik söylemin basın, televizyon ve politikacılar elinde söz dalaşına dönüşmesi her olayın çözümlenmeden, olduğu yerde çürümesine neden oluyor. Metaforik olarak anlatırsak, traKemal Kılıçdaroğlu’nun me fik kazasında ölen, yolda kalıyor, Grizu patlamasında ölen, kadesajı güncel, doğru ve çağdaş. riyle ocakta kalıyor. Açlıktan Türkiye’de I. Dünya Savaşı ölen, susuz kalmış bitki gibi olkomünistleri, 1960 sonrasının duğu yerde kuruyor. Tarım, öğretim, sağlık, enerji, durdukları sosyalistleri ve kısa bir Ecevit yerde yosun bağlıyorlar. Buna dönemi dışında hiçbir parti bizim dilimizde ‘Eski hamam, fakirin partisi olamadı. Ve Eski tas’ denir. Sadece şehitler öldükleri yerlerden mezara kadar 1980’den bu yana hiçbir par bayrağa sarılı şanlı ve gözyaşlı bir ti başkanı ‘biz fakirin partisi yolculuk yapıyorlar. Y yiz’ diyemedi. Oysa halk faSÖZÜNÜ TUTMALI kirse her parti fakirin partisi Gerçeği dile getirmeyen parolmak zorundadır. tizan sözleri okumak ve dinlemek gereksiz. Halk Partisi, üzerindeki ölü toprağını silkeledikten sonra, fakir milyonların, halkın sözcüsü olacaksa vaadini tutmalı. Bu yeni bir söz değil. Her parti iktidara fakir olan toplum çoğunluğundan yana gözükerek gelmek zorundadır. Fakat Başbakan’ın ‘fakir edebiyatı’ yapmak sözü hâlâ düşündürücü bir kavram (bu makaleyi yazarken Mümtaz Soysal’ın 24 Mayıs tarihli Cumhuriyet’te aynı konuya değinen yazısını okudum). Türkiye fakir bir ülke. Ama büyük bir ülke. Dünya gelir skalasında 16. sırada. Bu büyük bir potansiyel ve umut verici bir durum. Çin bizden iki kat fakir bir ülke. Ama dün yada ikinci. Hindistan ondan da fakir. Fakat dünyada üçüncü. Bu ülkelerin bizden farkı bilim ve teknolojideki öncü nitelikleri. 9 milyon emekli, 15 milyon düşük gelirli köylü, milyonlarca memur ve işçi, 5.5 milyon işsiz Türkiye’nin temel zenginliğinden haklarını alamıyorlarsa bu ülkenin 5060 milyon insanın fakir olduğunu ifade eder (bu sorun Çin’de ya da Amerika’da da aynı niteliktedir). Ciddi ve sorumlu bir partinin söylemi ‘fakir edebiyatı’ olmak zorundadır. Halk partilerin, hükümetlerin kendi yanında olduğunu nasıl anlayacak? Kanımca bütün fakir ülkelerin hükümetleri gece gündüz fakir edebiyatı yapmalı. Bunun içeriği basit: açlık ve işsizlikten kurtulmak için program ve çaba. Bu bir insanlık sorunu, vatandaşlık sorunu, dürüstlük sorunu ve insan sevgisi sorunudur. Gerçi dünyaya bakıp halimize şükredelim diyen de olabilir. Ne var ki fakirler hallerine şükür edemeyecek kadar fakirler. Dünyanın halinden pek haberdar olmasalar da, kimlerin zengin olduğundan haberdarlar. Doğrusu istenirse paraya tapan bir dünyada insanlar komşularının açlığı ile pek ilgilenmiyorlar. Kendilerine ‘Ben neyimle insanım?’ diye sormuyorlar. Bir vurdum duymaz size bunu sorarsa ‘Sen eşek, ya da domuz’a benzemiyorsun’ diyebilirsiniz. Bu yanıt onu tatmin edebilir. Mensup olanlarının kendilerinden başka kimseyle ilgilenmedikleri bu sistemin adı ‘liberal kapitalizm’dir. Bu kaygısız zengin aptallar, bizim derviş ozanımız Kaygusuz Abdal gibi insan sevgisi dolu değiller. Bunlar varlıklarının üzerine oturup ‘Dünya var imiş, ya ki yok imiş, ne umurum’ diyenlerdir. Dünyanın her köşesinde güçlü devlet, parti, işletme ya da kulüp olarak örgütlüler. Fakir sözünü bile duymak istemiyorlar. Dünyanın eski egemenlerden, yavaş da olsa, kurtulduğunun farkında olmakta zorlanıyor, daha doğrusu farkına vardıkları halde yüzyıllardır kurulmuş koca sömürü düzeni ve ona paralel geliştirilmiş yalan söyleminden uzaklaşmakta zorluk çekiyorlar. EGEMENLİK FAKİRLERİNE ELİNE Çin’in, Hindistan’ın genelde Asya’nın yükselişi, ege menliğin birkaç on yıl sonra fakir ülkelerin eline geçeceğini gösteriyor. Asya üreterek dünyanın büyük ekonomilerini geçiyor. Ve Avrupalı ya da Amerikalı beğenmese de, eylemle fakir edebiyatı yapıyor. Çin ve Hint iki mesaj veriyorlar: 1. Biz fakiriz; 2. Biz bilim ve teknolojide başa oynuyoruz. Fakirliklerinden utanmıyorlar, yani fakir edebiyatı diye bir ön yargıları yok. Adnan Menderes’in küçük Amerika’sının mottosu her mahalleye bir milyonerdi. Bir kilo domatesin bir milyon olduğu dönemde Türkiye’de herkes milyoner oldu. Bugün zavallı halk, hala alışkanlıkla milyonlardan söz ediyor. Aradan altmış yıl geçtikten sonra Türkiye (nazar değmesin) tıpkı Amerika oldu (!?). Kemal Kılıçdaroğlu’nun mesajı güncel, doğru ve çağdaş. Türkiye’de I. Dünya Savaşı komünistleri, 1960 sonrasının sosyalistleri ve kısa bir Ecevit dönemi dışında hiçbir parti fakirin partisi olamadı. Ve 1980’den bu yana hiçbir parti başkanı ‘biz fakirin partisiyiz’ diyemedi. Oysa halk fakirse her parti fakirin partisi olmak zorundadır. Meydanları dolduran on binlerce fakire hiç kimse havuzlu villalardan söz edemez. Onun için fakir halkın sözcüsü olmayanlar hep yalan söylemek zorundalar. Doğrusunu isterseniz Türkiye’deki politik söylemin temel konusu fakirlik ve zenginlik de olmamalıdır. Biz Türkiye’nin ağlanacak kadar fakir olduğunu iki yüz yılı aşkın bir süredir biliyoruz. Osmanlı orduları Eflak Buğdan’da yenilirken, açlıktan ve silahsızlıktan yeniliyorlardı, ve 3. Selim de sarayında ağlayacak kadar vatanperverdi. Şimdi o duyguların pabucunu dama atmış köktenci politikacılar devrini yaşıyoruz. Bu ortamda Kılıçdaroğlu aç ve işsizlerden söz ederek başa geldi. Sorun temelde karmaşık değil. Kilit sözcük üretim; sanayi üretimi, tarım üretimi. Bu ikisinin arkasında teknoloji örgütlenme, alternatif enerji; onların arkasında da bilim var. Her partinin temel programı ve söylemi bundan ibarettir. Fakir ülkelerde Avrupa geçmişinin solcular ve kapitalistler, aristokrat, burjuva ve proletar ayrımları kanımca anlamsızdır. Çin Komünist Partisi de, Hindistan’ın egemen partileri de, fakir ülkelerin bütün partileri de halkçı olmak zorundadır. Bilimsel bir programla genç kuşakları yetiştirmekten başlamayan bir gelecek söylemi sahteciliktir. Üretimi arttırmayan bir ülkenin fakirlikten kurtulması söz konusu değildir. Bunun sağlanması da bilimsel düşünceye dayalı teknolojidir. Teknoloji satın alarak kalkınan bir ülke yoktur. Onun için sahte parti (yani yağma partisiyle) gerçek parti arasındaki fark partinin temel söyleminin geleceğe ve üretime dönük olmasıdır. Teknoloji, enerji, üretim ve bilgiden söz etmeyip öteki partilerle ağız dalaşı yapmak, geçmişi kötülemek, olmayan özgürlükten, olmayan demokrasi ve olmayan hukuktan söz eden söylemler içi boş kılıflardır. Günümüz gerçekleriyle politik söylem arasında ilişki neredeyse matematikseldir. Bilimsel – teknolojik – üretimsel geri kalmışlığı aşmadan özgürlükten söz etmek de sahtekarlıktır. Tayfun Akgül Halet Abla Destanı Yazar: İsa Küçük Arkeoloji ve Sanat Yayınları Fiyatı 20 TL Bu coğrafyada destanlar genellikle erkekler üzerine yazıldı ya da “Destan Yazmak” erkeklere mahsustu. Şimdi bir kadın (Prof.Dr.Halet Çambel); Torosların içinde kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ başında Karatepe’ye gönül, Aslantaş’a ömür vermiş yol kesip köy basmamış bir kadın, yaşayıp yaptıklarını taşa toprağa suya ateşe yazmış bir kadın, bir arkeolog. CBT 1210/2 28 Mayıs 2010 Halet Abla Destanı, Çukurova’nın doğusunda, Torosların içinde İki bin Sekiz Yüz yıllık insan hayatının yalnızlığı, hüznü, acısı mutluluğu ve umudunu bugün de sürdüren bir ömrün öyküsüdür. Bir kadın, çevresindeki olaylar ve ona inanmış insanların öyküsü... Bu öyküde, son yüzyıl boyunca Türk Siyasal hayatı içinde yaşanan gelişmeler arasında, tatlı, acı, ekşi ve kekremsi tadıyla yaşanmış mutluluğu ve yüreklerdeki insan sevgisini bulacaksınız.