24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Evlere damdan giriliyordu.. Sayın Bursalı, CBT’de Aşıklı Höyük evlerinde damdaki giriş kapısı ile ilgili yazınızı okudum (Sayı 1203). Bu evlere damdan girilmesi doğru bir çözümdür ve bunun üç nedeni var. Bayazıt Büyükyıldırım, yüksek mimar, byztbyildirim@gmail.com 1. Mellaart’ın da belirttiği gibi bu, yapı düzeninde teknik bir zorunluluktan doğan çözümdür. Ama nedeni, sadece yapı düzeni ve yandan girilememesi değildir. 2. Çatalhöyük yerleşimlerinde de kapılar damda ve tektir. Kazı alanına yaptığım gezide bir ziyaretçi arkeologlara: “... Bu evlerin neden hiç penceresi yok?” diye sormuştu. Yetkili de: “Güvenlik nedeniyle” demişti. Bu cevap da bir bakıma doğru ama yeterli değil. Evlerde pencerelerin olmaması gibi, kapıların damda olması da aynı anlamda bir “güvenlik” önlemi sayılabilir. Ama asıl neden başkadır. Çünkü: 3. Çatalhöyük yerleşimi; bir göldeki ada üzerinde başlamış, giderek kara ile birleştirilip bir yarımada oluşturulmuştur. Bildiğim kadarıyla Aşıklı Höyük yerleşimi de Melendiz Çayı kıyısında, yani bu yerleşimler sulak bir alanlardadır. Su kıyısında hatta içinde kurulmasının birinci nedeni sudan yaResim 1 rarlanma ise 2. nedeni de; yerleşimlerin özgün konumlanmasından anlaşılacağı üzere “güvenlik”tir. Yapıların sık, dış duvarları bir kale duvarı gibi düzenlenmesi ile güvenlik pekiştirilmektedir. (Resim: 1, 2, 3) Resim 2 Ancak: Bu sulak alanlardaki yerleşimlerde asıl sorun SİVRİSİNEKTİR. Bu sorunun önemi, o dönemin olanaksızlıkları içinde daha iyi anlaşılabilir. İlaçlama yok. “Cibinlik” vb. gibi korunma olanakları da yok. Ama o dönemin koşulları içinde bence çok önemli ve değerli bir çözüm bulmuşlar. Doğayla barışık, o efResim 3 sanevi yapı malzemesi ve teknolojisi KERPİÇ’le sağlanmış bu çözüm. Kerpiç: (Pek çok üstün özelliği yanında) nefes alan bir yapı malzemesidir. İşte bu özelliği nedeniyle o yerleşimlerde yaşayanlar gönül rahatlığıyla kerpiç yapıları penceresiz yapabiliyorlardı. Şimdi diyeceksiniz ki: Damdaki kapının bununla ne ilgisi var? İşte işin asıl ilginç ve önemli yanı buradadır. Dikkat edilirse; tüm yapılarda, damdaki kapıya çıkan merdivenin altında bir de ocak vardır. (Resim: 4) Bu ocak neden evin başka bir köşesinde ve ayrı bacalı yapılmaz? ÇÜNKÜ: Akşam üstü başlayan sivrisinek akınına doğru, insanlar merdivenin altındaki ocağı yakıyorlar, özellikle tam kuru olmayan hatta bazen özel kokular veren, nane, feslikan (*), kekik gibi otları bu ocağa atarak evin içine duman veriyorlar. Bugün hâlâ arıcılıkta kullanılan yöntem gibi evi tütsülüyorlar adeta… Bu arada evin damındaki kapı açık, içerdeki sivrisinekler ya kaçıyor, ölüyor ya da sersemliyorlar. Ama içerde bu duman varken kapı açık olsa da içeri yeni sivrisinek giremiyor. Bu durumda damdaki kapı kapatılıyor ve evin içinde kalan yarım dumanlı hava da kerpiçin o üstün nefes alma özelliği nedeniyle yavaş yavaş temizleniyor. İşte bu nedenle kapılar evlerin damında yapılıyor, bu nedenle de evlerde pencere yok. Bu çözümde kerpiçin önemli katkısı da unutulmamalı. Aslında bu evlerde, üzerinde pek düşünülmeyen, önemsenmeyen (belki göz ardı edilen) 3 sorun daha var: Özellikle Çatalhöyük’teki evlerde ölüler evin tabanına gömülüyor (Resim 5). Mezarlar evin tabanını kapladığında, 2. bir katman olarak mevcut tabanının üzerine bir mezar katmanı daha oluşturup gömmeye devam ediyorlar. 1. Evin içinde yaşarken bu işlemi nasıl yapıyorlar? Birinci katman için bu işlem belki kolay açıklanabilir. Ama 2. katman nasıl yapılıyor? 2. Yoğun kullanılan, açık mezarlık alanlarında bile yağışlı ve durgun havalardaki koku bilinir. Evin içinde bu koku sorunu nasıl çözülüyordu? 3. Bu evlerin damı; ahşap mertekler üzerine kamış serilip, üzeri de toprak doldurularak yapılmış. Hâlâ Anadolu’da sürdürüldüğü gibi. Her yıl bu dam yuğgu taşı (*) (Resim 6) çekilerek bakımı yapılıyor ve yağmura karşı korunuyor. Yapımı da Resim 4 (Duvarda asılı otlar da bunu anlatıyor adeta …) Resim 5: Evin tabanında mezar katıkatmanı. bakımı da zor bir iş. Peki tavan yüksekliği azaldığında ve içinde yaşanırken bu dam nasıl sökülüp yan du Resim 6: Bugün de kullanılan bir varlar yükseltilerek dam Yuğgu taşı. tekrar yapılabiliyor. Eğer kolay bir inşaat sistemi bulmamış olsalar böyle bir yerleşim ve yapı tarzı sürdürülebilir miydi? Oysa canlandırma örnekler ve resimlerde 1. ve 2. sorunların çözümü görülüyor. Bu sorunların çözümü de kerpiç sayesinde… Ama 3. sorun hem önemsenmemiş hem bilinmiyor. Çünkü örnek canlandırmalar ve resimlerdeki çatılar kerpiç yapı tekniğine de sorunun çözümüne de uygun değil. Ama asıl önemlisi, değerli arkeologlar bu tür kazılara uzman mimarları da davet etseler daha pek çok sağlıklı, yararlı sonuçlar çıkarılabilir. Not 1: Ülkemizin değişik bölgelerinde, fesleğen, reyhan, Antalya yöresinde feslikan denilen bu kokulu bitkinin ince yapraklı olanı sivrisineği; nane güveyi; kekik akrep, tahtakurusu gibi böcü börtüyü kovar. Bunların tazesi, kurusu binlerce yıldır Anadolu’da doğrudan açıkta kullanıldığı gibi, kurutulup kerpiç harcına veya sıvasına da konarak, bu zararlılardan korunma yanında evin yıllarca bu kokuları vermesi de sağlanır… Not 2: Resim 6’da görülen taş dönerek çekilirken kil oranı yüksek dam toprağının sıkışmasını sağlar. Taşın bugün demir olan çeki kolları geçmişte ahşap olarak yapılırdı. D.S.S.M Tınaz titiz G CBT 1230/ 18 15 Ekim 2010 azetelerden öğrendiğimize göre ÖSYM’deki kopya skandalından sonra düşünülüp taşınılmış ve Devlet Sınav Sistemleri Merkezi adı altında yeni bir merkez oluşturulmasına karar verilmiş. Ö.S.Y.M. ve D.S.S.M. arasındaki en büyük fark, birincisinin öğrencilerle uğraştığı izlenimi verirken diğerinin “devlet” diye başlamasıdır. Böyle bir isim taşıyan kurumun çatısı altında hiç kimse kopya çekmeye cesaret edemeyeceği için sorun kökünden çözülmüş olacaktır. Alınacağı belirtilen ve daha geniş kapsamlı, daha geniş kadrolu, daha büyük binalı ve daha sıkı önlemlerden sonra kopya çekmeyi planlayanların herhalde resimdeki gibi bir düzenek oluşturmaları gerekecektir. Bütün bunlar tartışılırken hiç konu edilmeyen, bir Tanrı buyruğu gibi kabul edilen şey kopyanın kendisidir. Ne eğitim sınıfından ne siyasetçilerden (muhalifleri de dahil) ne de yazarçizer esnafından bir ses var. Yükseköğrenimle birlikte 20 milyonu bulan öğrenci nüfusunun haftada 1 sınav hesabıyla 1 yılda girdiği yaklaşık 1 milyar sınav ortada iken, kendisine kopya ahlaksızlığını dert edip incelemiş, bu işin ahlaki temellerini sorgulamış, yüksek seciyeli bir toplumun ancak bu ahlaksızlık yapıtaşlarını kırarak başarıla bileceğini idrak edebilmiş 1 adet öğretmen, eğitim idarecisi, eğitim akademisyeni, romancı niçin yoktur. Niçin hiçbir veli bir okul idaresine başvurarak çocuklarının potansiyel hırsız muamelesi görmesine (sınavlardaki gözetim onların potansiyel hırsız olduğunu varsayar) itiraz etmez? Beyaz Nokta Vakfı uzun yıllardır eğitimdeki kopya ile toplumdaki diğer eğrilikler arasındaki paralelliğe dikkat çekiyor. Başkasının bilgisini kullanarak hak etmediği notu alan kişiyle, hak etmediği makamı çalan, hak etmediği kazancı sağlayan, her işini torpille yaptırmayı (sonra da toplumdaki yozlaşmadan yakınan) bir yaşam stili haline getirenler arasında bir fark var mıdır? Sınavlarda Onur Sistemi’ni anlattığım bir okulda[1] bir müdür yardımcısı ile aramızda geçen şu kısa konuşma, toplumumuzun bu konuda hangi çağda yaşadığını gösteriyor: L Sayın Titiz, ömrüm boyunca iki defa tokat yedim; birisi çocukluğumda babamdan, diğeri de bugünkü konuşmanız nedeniyle sizden. L ???? L Konuşmanızda kopyanın hırsızlık olduğunu, alanın da verenin de hırsızlık olgusunu gerçekleştirdiğini söylediniz. L Evet öyle dedim. L Yani ben öğrenci olacağım, arkadaşım benden kopya isteyecek ve ben de vermeyeceğim öyle mi diyorsunuz? L Evet aynen öyle diyorum. L Peki bu delikanlılığa sığar mı? Ben bunu kendime yakıştıramam. Kopya hırsızlık sayılmaz, arkadaşlar arası bir dayanışmadır. Eminim ki bu kişinin eğitim (ve ülke) sorunları hakkında sıkı eleştirileri vardır; hak ettiği yeri bulamadığından tutun da referandumda istediği yönde sonuç çıkmadığına dek her şeyden şikayetçidir, herkesi suçlar ama üzerine düşen en küçük görevi yapmak sorumluluğu da yoktur. ÖSYM skandalı ile ilgili kafa yoracaklara tavsiyem, yeni binalar, yeni isimler, yeni teknolojik çareler yerine, seküler ahlakın etkili araçlarından birisi olan Onur Sistemi’ni ilkokuldan itibaren başlatsınlar. En basit ahlak kuralı yerine kurallar ve teknoloji karmaşasını koymaya çalışan insanların sığındıkları gerekçe, “onur sistemi uygulanırsa kopya çekmeyenler mağdur olur” şeklindedir. Mağduriyet gidermek için ahlaksızlığı serbest bırakmayı bir çare olarak gören insanlardan kurtulmak için benim bir önerim var: Bu tür öğretmenleri, romancıları, mühendisleri, siyasetçileri toplayıp dost olmayan ülkelere uzman olarak gönderelim. (1) www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=520
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle