Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK BİLGİ İnsanın insanlaşma aşamalarına bir örnek: Australopithecus’lar İlk saptanıp, adlandırılışları 80 seneyi aşkın bir süre öncesine, 1900’lü yılların ilk çeyreğinin sonlarına kadar geri giden ve o dönemde insanın evrimsel aşamaları konusundaki bilgilerin bugünkü düzeyde olmaması nedeniyle sözcük olarak “Güney Maymunu” anlamına gelen Australopithecus’lar, bütünüyle Afrika’ya özgü, en eskisi olmasa dahi, insan evriminin hayli öncül evrelerinden birini simgeleyen çeşitli fosil bulgulardan oluşur. Australopithecus’lar kendi içlerinde, alfabe sırasına göre (genellikle) A. afarensis, A. africanus, A. anamensis, A. boisei (Zinjanthropus boisei) ve A. robustus gibi farklı alt türlere ayrılır. Güven Arsebük İ nsan ve kuyruksuz maymun cinslerini birbirinden ayıran çeşitli anatomik ve kültürel ölçütler vardır. Söz konusu anatomik ölçütlerin günümüz için en başta gelenleri, Pongid’ler ile Hominid’lerin arasındaki genetik uzaklıklar, yürüyüş biçimleri arasındaki fark ve diş yapılarıdır. Australopithecus’ların, temelde dört ayaklarını kullanarak hareket eden kuyruksuz maymunlardan farklı olarak iki ayak üzerinde ve dik olarak yürümüş olmaları ve ayrıca diş yapıları (özellikle, köpek dişlerinin [canine] boyunun diger dişlere kıyasla daha uzun olmaması) bakımından Pongid’lerden ayrılmakta ve insangiller grubuna yaklaşmaktadır; bir bütün olarak Australopithecus’larla günümüzden (yaklaşık) 4.5 ile 1 milyon yıl önceleri arasında kalan süre boyunca Güney ve Doğu Afrika’da karşılaşılır. İlk /en eski örneklerinden başlayarak kafatasındaki büyük deliğin (foramen magnum) bulunduğu yer, leğen kuşağı (pelvis) kemiklerinin biçimi ve alt etraf kemiklerinin yapısı olmak üzere çeşitli anatomik özellikler bu cinse giren canlıların esas itibarıyla iki ayak üzerinde ve dik ola Mekânsal veya çevresel anlamında bir genellemeye gidilecek olursa, Australopithecus türlerinin çağdaş şempanzelere kıyasla daha kurak ve tabii bundan ötürü ağaç örtüsünün daha da seyrek olduğu, bu durumda da zorunlu olarak otçullar için gerekli türdeki besin maddelerinin miktar olarak hem daha az ve hem de daha dağınık (yaygın) bir ortamdan sağlanabildiği koşullarda yaşadığı anlaşılmaktadır. Bedensel yapılarına gelince, erkek ve dişi bireyler arasında hem boy (cm) ve hem de ağırlık (kg) olarak belirgin cüsse farkının, teknik deyimle dimorphism’in, bulunduğu ve örneğin A. afarensis’e ait erişkin erkeklerinin ~45 kg, gene erişkin dişilerinin ise yalnızca ~30 kg kadar gelmiş oldukları hesaplanmıştır. a.bosei kafatası Lucy DAVRANI LARI Davranış biçimleri yönünden değinilmesi gereken bir husus da, günümüzde yaşayan kuyruksuz maymunların yaşamları boyunca (devamlı olarak değil, aksine çok ender durumlarda) ilkel türdeki bazı teknolojileri uyguladıklarının bilindiğidir. Uyguladıkları böylesine basit teknolojileri esas alarak bazı çevrelerce ısrarla (ancak kanımca gereksiz yere) öne sürüldüğü gibi kuyruksuz maymunların da alet yaptıkları savını ileri sürmek yanlıştır; günümüzdeki geçerli kanı Australopithecus’ların da kuyruksuz maymunlardan farklı olmadığı, yani alet oluşturmadıklarıdır. XX. yüzyılın ilkyarısı ve ortalarında, Australopithecus örneklerinden bazılarının taşa kıyasla işlenebilmeleri veya biçimlendirilmeleri çok daha koLaetoli ayam izi lay olan çeşitli organik maddelerden, örneğin bazı iri hayvanlara ait kemik (osteo), diş (donto) ve boynuz (kerato) artıklarından yararlanmak suretiye alet yaptıkları ileri sürülmüş ve bu (sözde) endüstriye o dönemde “kemikdişboynuz endüstrisi” (osteodontokeratic industry) adı verilmişse de günümüzde Australopithecus’lar tarafından oluşturulan böyle bir endüstrinin bulunmadığı ve bir dönem için “alet” oldukları ileri sürülen, daha doğrusu alet oldukları varsayılan, bu tür sözde örneklerin bütünüyle doğal kalıntılardan ibaret olduğu artık kesinlik kazanmıştır. Günümüzde geçerliliğini tümüyle yitirmiş benzer bir başka görüşün de ilk saptandıkları dönem(ler) de Australopithecus örneklerinin ateşi kontrol altına almış oldukları da (yanlışlıkla) sanıldığı için gereksiz yere “Prometheus” sıfatı ile de betimlenmiş olduklarını hatırlatmak yararlı olabilir. Bu aşamada (alfabetik sıra ile) farklı Australopithecus türlerinin bazı temel bedensel özelliklerine değinmede yarar olduğu kanısındayım. Örneğin diş yapılarından (azı diş lerinin yayvan ve iri yapılı olması gibi) büyük ölçüde otçul olduğu anlaşılan A. afarensis, yaklaşık 3.7 ile 2.9 milyon yıl kadar önceleri karşımıza çıkar. Beyin hacimlerinin 400500 cc, boyları 105 ile 150 cm dolayında olup, genelde dik olarak ve iki ayak üzerinde yürüdükleri bedensel yapılarından anlaşılan A. afarensis’lerin ön etraf kemiklerinin (kollarının) uzun ve sağlam yapılı olması, bu türün yaşam alanı olarak ağaçlık yöreleri henüz bütünüyle terketmediği ve çağdaş maymunlar gibi ağaçlara da gerektiğinde rahatlıkla tırmanabildiğine işaret etmektedir. Buna rağmen, Tanzanya’daki Laetoli mevkisinde saptanan ve 3.6 milyon yıl öncelerine tarihlenen ünlü ayak izlerinin A. afarensis’e ait olduğunun kabul edildiği de unutulmamalıdır. Anlaşılan, bedensel yapıları hem iki ayak üzerinde ve dik olarak yürümeye ve hem de ağaçlara tırmanmaya olanak verecek bir özelliğe sahipti. A. afarensis’ler içinde kamu oyunca en yaygın olarak bilineni ünlü Lucy’dir. LK 1924'TE SAPTANDI İlk defa 1924 yılında saptanan ve ertesi sene Nature dergisinde yayımlanarak bilim dünyasına tanıtılan, böylece daha sonra karşılaşılan tüm Australopithecus’lara da isim babalığı yapacak olan A. africanus’ ların da diş yapılarından genelde otobur oldukları anlaşılmaktaysa da, aynı zamanda şu veya bu şekilde ele geçirebildikleri bazı ufak hayvanları da yemiş olmaları ve tabii bu arada çevrede yaşayan etçillerin geriye bıraktığı leşlerden de yiyecek olarak yararlanmış olmaları gerekir. Maymunlarda olduğu gibi köpek dişleri (canine) diğer dişlerden belirgin bir şekilde daha uzun da değildir ve üstelik altçenedeki köpek dişleri ile birinci önazıların (premolar) arasında bir boşluk (diastema) da yoktur. A. africanus türü ile yaklaşık 3.5 ile 2.5 milyon yıl önceleri arasında kalan zaman diliminde karşılaşılır. Beyinleri yaklaşık 440 cc dolayında olup, bu değer yaklaşık olarak çağdaş şempanzelerinki kadar, hatta belki biraz da üzerindedir. A. anamensis’e gelince; Beden yapısı ve özellikle topuk ve ayak kemiklerinin arasındaki ilişki bu türün genelde iki ayağı üzerinde ve dik olarak yürüdüğünü göstermekteyse de, hareket halindeyken (özellikle ağaç üzerindeyken) gerektiğinde oldukça uzun olan kollarından da destek almış olabileceği ihtimali unutulmamalıdır. a.anamensis dişleri CBT 1162/8 26 Haziran 2009 rak yürüdüklerini açıkça kanıtlamaktadır. Vurgulamak gerekirse, yukarıda da değinildiği gibi iki ayak üzerinde ve dik olarak yürümek, günümüzün anatomik içerikli ölçütlere göre insanı insan yapan ve onu diger primatlardan ayıran çeşitli özelliklerin en önemlilerinden biridir. Buna rağmen insan ile kuyruksuz maymunları birbirinden ayıran bir diger anatomik özelliğe, başka bir deyişle söz konusu primat cinslerinin beyin boyutlarına, gelince Australopithecus’ların bu özelliğinin bazı günümüz kuyruksuz maymunlarından esas itibarıyla pek de farklı olmadığı görülür. Ufaktefek örneklerden biri olan A. afarensis’lerin beyin hacimlerinin ortalamasının yalnızca ~430 cc, en iri yapılılarından olanın (A. robustus) ise ~525 cc dolayında olduğu saptanmıştır. Bu değerler günümüz kuyruksuz maymunların beyin hacimleri kadar veya biraz üzerindedir. Üstelik, çağdaş insanın (Homo sapiens) beyin oylum ortalamasının 1350 cc dolayında olduğu hatırlanırsa, aradaki fark daha da belirginleşir. * İç Uygunluk Teorisi CBT 1162/9 26 Haziran 2009 Görünümleri adeta günümüz orangutanlarını andırmış olabilir. Yörenin yoğun güneş ışığına bağlı olarak yüksek radyasyondan dolaylı, diğer Australopithecus’lar gibi bu türün de beden renginin siyah veya siyaha yakın bir koyulukta olması gerekmektedir. Ağırlıklarının 47 ile 55 kg arasında değiştiği hesaplanmıştır. Genel anlamda saptanmış olan en eski Australopithecus türüdür. 4.2 ile 3.5 milyon yıl önceleri karşılaşılır. Birlikte bulunan hayvan ve bitki fosilleri. A. anamensis’in (bütünüyle ormanlık olmasa dahî) koruluk ve otlaklarla kaplı, su kaynaklarına yakın yörelerde yaşamış olduğunu ve yıllık yağış miktarının 500 mm dolayında olduğuna işaret etmektedir. Böylesine bir yağışın her yeri yoğun ormanlık alanların kaplaması için yetersiz olduğu kesindir. B. boisei, diğer adıyla A. zinjanthropus veya yaygın sıfatıyla “Cevizkıran” olarak betimlenen türe gelince... Bu fosil ilginç bir raslantı olarak 1959 yılında, C. Darwin’in ünlü yaptı The Origin of Species (Türlerin Kökeni) adlı kitabının yayınlanmasından tam 100 yıl sonra, Doğu Afrika’da (Olduvai Boğazı’ında) ele geçmiştir. Sağlam ve iri yapılı azı dişlerinden ötürü “Cevizkıran” adını da almış olan bu türün erkek ve dişileri arasındaki bedensel farklar (dimorphisim) dikkati çeker. Kafatasının tepsinde, gorillerde olduğu gibi, arkadan öne doğru bir kemik çıkıntısının (cresta sagitalis) olması ilginçdir. Bu çıkıntının anatomik nedeniyse, çene kaslarının güçlendirilmesi ve gerçekten sert nesneleri çiğneme/öğütme olanağını sağlama amacına yöneliktir. İlk bulunan örnek, Potassium Argon yöntemiyle yaklaşık 1.700.000 yıl öncelerine tarihlenmiş olup, beyin hacmi 530 cc olarak saptanmıştır. Boyunun yaklaşık 130 cm, vücut ağırlığının ise 37 kg dolayında olması gerekir. Günümüze ulaşan bazı fosil kemiklerin üzerinde izlenen diş ve pençe izleri, bu türe mensup bireylerin bazılarının leopar ve benzeri hayvanlara yem oldukları ve böylece yaşamlarını yitirdikleri, ayrıca bazılarının da öldükten sonra leşlerinin de sırtlanlar tarafından parçalandığını göstermektedir. A. robustus’un (bir dönem süresince kullanılan eski adlarıyla Paranthropus robustus veya Paranthropus crassidens’in) bilim dünyasına tanıtılması XX. yüzyılın ilkyarısına kadar geri gider. Latince “robust” sağlam yapılı ve güç lü anlamına gelir. A. robustus olarak sınıflandırılan örneklerinin diğer Australopithecus’lara kıyasla sağlam yapılı, tıknaz ve güçlü bireylerden oluşmuş olduğu anlaşılmaktadır. Bu tıknaz beden yapılarıyla doğru orantılı olarak azıdişleri de sağlam ve iri yapılıdır, ancak öndeki kesici dişleri (incisor) fazla büyük değildir. Yiyeceklerinin daha ziyade (azıdişleriyle) kırılması/ezilmesi ve çiğnenerek öğütülmesi gereken türdeki kabuklu yemiş ve bazı bitki kökleri gibi sert nesnelerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Azıdişlerinin minelerinin dikkati çekecek kadar kalın olması da bu yargıyı destekler. Bazı örneklerin kafataslarının üzerinde/ortasında, A. boisei’lerde olduğu gibi, altçeneye güç/kuvvet sağlayan kasların bağlandığı önden arkaya doğru bir kemik çıkıntısına da (cresta sagitalis) rastlanır. Boyunun 125 cm dolayında, vücut ağırlığının ise 37 kg civarında olması gerektiği hesaplanmıştır. Kafataslarının ön kısımları (yüzleri) yassı ve geniş bir yapı gösterir ve bu örneklerle yaklaşık 2 ile 1 milyon yıl önceleri gibi oldukça geç tarihlerde karşılaşılır. Yaklaşık 1 milyon yıl öncesinden itibaren Australopithecus’ların bütünüyle ortadan kalktığı, yok oldukları görülür. Australopithecus’lara ne olmuş ve uzunca bir süredir Doğu ve Güney Afrika’da yaşamlarını sürdüre gelen bu canlılar niye ortadan kalkmışlardı? Ekolojik kanıtlar, zaman içinde Australopithecus’ların yaşadığı bölgelerde (Doğu ve Güney Afrika) öncekine kıyasla daha serin ve kurak bir iklimin egemen olmaya başladığını, ormanlık alanların büyük ölçüde azaldığını ve bunun doğal sonucu olarak da otlaklar ve çayırlık alanların (savanna) arttığını göstermektedir. İklimsel değişime bağlı olarak oluşan bu yeni yaşam/çevre koşulları, büyük bir olasılıkla daha önceki duruma biyolojikf7 anlamda belli bir ölçüde uyum sağlamış olan Australopithecus’ların köklerinin kuruması ve yok olmalarına neden olmuş ve (zaman içinde çeşitli alt ayrımları ile birlikte) bütünüyle yeni bir insan türünün (Homo’nun) eski dünyaya egemen olması sonucunu getirmiş olabilir. Anlaşılan, böylece zaman ve mekân eksenleri doğrultusunda Australopithecus’lar evrimsel işlevlerini tamamlamış, yerlerini başka bir türe bırakmış ve sonuçta yaşam platformunu da terk etmişlerdir. Herhalde artık sorulması gereken sorular “söz konusu bu türün insanın evrimsel geçmişindeki yeri nedir, nereye yerleştirilmelidir ve maddesel nitelikte olan kültürel özellikler var mıdır?” olacaktır. Genel kanı, Australopithecus’lar insansılar arasında yer aldığı ve insanın insanlaşma aşamalarının, en eskisi olmasa dahi öncül evrelerinden birini simgeledikleridir. Ancak, günümüzde insanı insan yapan temel özelliklerinden biri olarak kabul edilen ve gerçekten de çok önemlilerden birini oluşturan alet yapma yeteneğine (başka bir deyişle söz konusu bu teknokültürel niteliğe) sahip olmadıkları yani maddesel kültür ürünleri oluşturmadıkları, başka bir deyişle alet yapmadıkları, buna rağmen bazı bedensel özellikleri bakımından kuyruksuz maymunlardan ayrıldıkları ve bu anlamda, zaman çizisi boyunca da insanın insanlaşma aşamasının Doğu ve Güney Afrika’ya özgü öncül evrelerinden birini oluşturdukları söylenebilir. (*) Paleoantropolojik içerikli olarak kaleme al nan, dipnotun kullan lmad bu yaz Australopithecus’larla ilgili “Seçilmi Kaynakça”da belirtilen yazarlara ait görü lerinin genel bir özetini olu turur. Ula lan sonuçlardan yazar sorumludur. Tahir M. Ceylan tahirmceylan@gmail.com İntihar konusu çözümlenmiş değildir. Canlının son kertedeki amacı kendini yaşatmak olduğuna göre intihar nasıl açıklanabilir? Epey zamandır bu çelişki, klasik “doğal seçim” yasasında yeni bir düzenlemeyle aşılmaya çalışıldı. “Inclusive Fitness Theory”ye (*) göre seçime uğrayan birey değil gendir. İntiharla kişi kendinden vazgeçerek, bir yerde ayak bağı olmaktan çekilerek kendisininkiyle aynı olan akraba genlerinin güçlü biçimde var olmasını sağlar (Kaynakların daha az kişice paylaşılması). İşbirliği Genlerini Canlandırmak İçin İntihar Ancak çoğu intihar teoride bahsedilen bu kalıba uymamaktadır. Örneğin ailesini öldürüp, kafasına bir kurşun sıkarak, sadece genleri değil, nüfus kütüğünü de ortadan kaldıran babaları görünce teorinin dikkatsiz kurulduğunu fark ederiz. Dolayısıyla yeni bir açıklama gerekmektedir. İntiharların ortak yönü, intihar edenin geride kalanları az buçuk sorumluluğa, işbirliği yapmaya sevk eden bir not bırakmasıdır. Not çoğu zaman şu şekilde biter: İntiharımdan kimse sorumlu değildir. Bu demektir ki aslında, “intiharımdan tek başına kimse sorumlu değildir ama tam da bu nedenle herkes sorumludur.” İntihar edenlerdeki ortak özellik( madde/alkol/borderline/şizofren intiharlarını dışarıda bırakırsak), yüksek sorumluluk duygusu ve kolay suçlanmadır. Saldırganlığın olağanüstü boyutlara çıktığı günümüz dünyasında, yarışmacı genlerden mahrum, intihara aday kişilerin kolay zedelenir yapılarıyla doğal seçimde üst sırada yer alacak başarılı bir yaşam tutturması olası değildir. Bu durumda kişi, intiharıyla geride kalanlarda yarışmacı genleri elimine edip, yüksek sorumluluk ve işbirliği genlerini aktif hale geçirir. (Yarışma yok olmaktır tezini, kendi bedeninde somut biçimde örnekleyerek). İnsanda yirmi beş binden fazla gen vardır, bunlar çevrenin uyarısıyla aktif hale geçmekte veya pasif kalmaktadır. Eğer saldırganlık almış başını gitmişse, onunla baş edecek yarışmacı genlerin aktif kalması doğaldır. Yok saldırganlık geri planda ve doğal olarak fedakârlık, işbirliği ön plandaysa, kişilerde çevreye uyumu kolaylaştıracak sorumluluk ve suçluluk duygularını taşıyan genler aktif hale gelmelidir. İntihar eden kuşku yok ki ikinci grup genleri taşımakta ve saldırgan dünyaya ayak uyduramamaktadır. Şimdi intiharıyla saldırgan kişilerdeki, birinci grup genleri bastırıp, ikinci grup genleri aktif hale geçirmekte ve kişilerde saldırganlığın yerini sorumluluğun almasına neden olmaktadır. Böylece kişiliğiyle aynı kişiliği, genleriyle aynı genleri olan insanlar yaratmayı becermektedir. Bu, başka kişilerde kendini yaşatmaktan, toplumu kendi genleriyle ele geçirmekten başka bir şey değildir. Ayrıca intihar bu asıl etkisinden ötede, bir yan etki olarak, toplumda yarattığı suçluluk duygusuyla, eski toplumsal yapıda başarısız olmuş genlerin/oğulların yaşaması için uygun bir ortam sağlar. Yarışmacı dünyada doğal seçime uygun olmayan genler, intihar gibi başarılı bir manevrayla, hem insanı işbirliğine yatkın hale getirerek hem de suçluluk duygusu duyurduğu toplumu oğullarına yardıma mecbur bırakarak özel biçimde var olmayı başarırlar. İntihar edenlerin ortak özelliği yarışmacı bir dünyada yaşayamamalarıdır. O nedenle son bir hamleyle etraftakilerin naif özelliklerini harekete geçirirler. Çevredeki değişim, kendi genlerini taşıyan çocukların yeni dünyada kolay yer bulmasına neden olur ki, son kertede bu oğullar için taze bir varoluştur. Gerçekten de ailesinde intihar öyküsü bulunan kişilere toplum hoşgörülü ve yardımsever davranır. Bir zamanlar munis bir babayla, müzmin hasta bir oğul tanımıştım. Adam çocuğun peşinde ömür tüketmişti. Bir sabah babayı dallıkta, köye karşı asılı bulmuşlardı. O günden sonra köylüler çocuğa sahip çıkmış, onu doktorlara taşımışlardı, baba herkeste uyandırdığı suçluluk duygusuyla çocuğu hayata bağlamıştı; yaşayarak yapamadığını ölerek yapmıştı. Böylece hem toplumda kendi genotipi olan sorumluluk ve işbirliği genlerini harekete geçirip kendini çoğaltmış, hem de yarattığı suçluluk duygusuyla oğlunun yaşamını garanti etmişti. İntihar tabiatta gündelik bir olaydır, var olmayı kuvvetlendiren birkaç noktada karşımıza çıkar. Dişi peygamberdeveleri örneğin, cinsel ilişki sırasında, daha iyi boşalsın ve üreme kolaylaşsın diye erkeğin başını yer ve erkek buna direnmez. Ne diyelim, lüzum etmiştir, intihar edilmiştir! SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA Arsuaga, J. L. – I. Martinez, The Chosen Species The Long (2006) March of Human Evolution. Blackwell Publishing, Oxford. Day, M. H., Guide to Fossil Man A Handbook of Human (1986) Palaeontology. Cassel and Comp.Ltd., London. Johanson, D. – B. Edgar, From Lucy to Language. Simon and (1966) Schuster, New York. Jolly, C.J., “Fifty Years of Looking at Human Evolution Backward, (2009) Forward and Sideways”, Current Anthropology. 50(2): 187199. McKie, R., Dawn of Man The Story of Human Evolution. (2000) Dorling Kindersley Publ.Inc., New York. Pollard, K.S., “What Makes Us Human?”, Scientific American, (2009) 300(5): 3237. Sawyer, G.J. – V. Deak, The Last Human A Guide to Twenty (2007) Two Species of Extinct Humans. Yale University Press, London.