02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Antikiteden günümüze ahşap yapılar Prof. Dr. İhsan Mungan, Haliç Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, [email protected] A hşabın yapı malzemesi olarak kullanımı insanlığın tarihi kadar eskidir. Özellikle Greklerden ve Romalılardan önceki Anadolu bu yönden zengin bir yapı mirasına sahiptir. Türklerin Anadolu’ya gelip yerleşmeleriyle yeni bir boyut kazanan ahşap yapı kültürü, İstanbul’da Osmanlı’nın son günlerine kadar sürdürüldü. Günümüzde Karadeniz bölgesinde hâlâ uygulanıyor. İşte bu gerçek, ahşap yapı sistemlerini tarihi boyutu da göz önünde tutarak araştıran bilimsel bir sempozyum düzenlemenin çıkış noktasını oluşturdu. Ana düzenleyicisi Haliç Üniversitesi olan sempozyum, ‘Uluslararası Kabuk ve Uzamsal Yapılar Derneği’nin (IASS) ‘ahşap uzamsal yapılar’ı inceleyen 12 Nolu Çalışma Grubu’nun işbirliğiyle gerçekleştiriliyor; diğer düzenleyiciler Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ile İngiltere’den Napier ve Nottingham Trent üniversiteleridir. 25 Haziran 2009 günü başlayan 3 günlük sempozyumun ilk oturumunda, Zürih’teki İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü’nden Dr. von Kienlin ‘Anadolu’daki Eski Ahşap Konstrüksiyonlar’ başlığı altında, Greklerde ahşap en çok 10 metrelik boyda kullanılırken M.Ö. 3. yüzyılda Frigyalıların ahşabı 15 metreye ulaşan açıklıkların üstünün örtülmesinde kullandıklarını örneklerle açıklamaktadır ( ekil 1). İkinci bildiride Haliç Üniversitesi’nden Prof. Ataman Demir güneyden kuzeye, Anadolu Selçukluları tarafından inşa edilen ahşap sütun ve tavanlı camilerle ahşabın Ortaçağ Anadolusu’ndaki kullanımını açıklamaktadır ( ekil 2). İlk oturum, günümüzde ahşabı bina ve köprü tasarımlarında büyük bir ustalıkla kullanan İsviçreli mühendis Julius Natterer’in İnsan olmak zordur: Bunun tek nedeni yalan müessesesinin insan yaşamının bir parçası olmasıdır. Yalan söylemeden, yani doğru olmayan bir şeyi doğru farzedip dile getirmeden insan olunmaz. İnsan Olmanın Zorluğu Daha önce bu sütunda defaatle yazdığım gibi, tüm keşif ve icatların anası yalandır. Kolomb, Batlamyüs’ün dünya yüzünde Avrupa ile Asya arasında başka bir kıta bulunmadığı ve dünyanın çevresinin küçük olduğu yalanlarına inanmasaydı Amerika’yı keşfedemezdi. O bu yalanlara inandı, gitti doğru olmadıklarını buldu, ama bunu kendisi değil, Amerigo Vespucci fark etti. Suess Constant Prévost’nun dünyanın büzüldüğü, bu yüzden de okyanusların büyük çökmeler neticesi oluştuğu yalanına inanmasaydı, östatik hareketleri keşfedemez, «Arzın Çehresi» adlı anıtsal eserinde özetlediği muhteşem jeolojik sentezini yapmazdı. Einstein Newton’un yalanlarını ciddiye almasaydı, izafiyet teorisi ortaya çıkmazdı. Tabi yukarıdaki «yalan» ile kastettiğimin varsayımlar olduğunu anlamışsınızdır. Adı üzerinde varsayım, yani var olduğunu bilmediğimiz bir şeyi var saymak; yani onun hakkında yalan söylemek. Bu yalanları uyduranları mazur göstermek için deriz ki ama onları söyleyenler yalan olduğunu bilmiyorlardı. Bu doğru değil. Gerçi Newton hypothesis non fingo (varsayım yapmıyorum) demişti ama Einstein söylediklerinin varsayımdan ibret olduğunun bilincindeydi. Bir gün diyordu, izafiyet teorisi de çöpe gidecek, ama yerine daha iyisi gelecek. İyi yalanı kötü yalandan, söyleyenin niyetinden başka hiçbir şey ayırmaz. Aynı yalan bazı durumlarda iyi, bazı durumlarda kötü olabilir. «Annen öldü», normal zamanlarda kötü bir yalan olabilir ama kurtuluş şansı olmayan annesini kurtarmak için kendini de feda etmeye hazırlanan birisine bu yalan söylenirse, en azından onun kurtuluşunu temin edeceği için iyi bir yalan olabilir. Yalanla başa çıkmanın zorluğu, yarattığı alternatif dünyanın keşfedilmesinin güçlüğünden ibarettir. Yalan insan kafasında yaratılan gerçek dünyaya alternatif dünya veya dünyalardır. Bu dünyaların öğeleri kontrol edilebilir olabilir veya kontrol edilemez olabilir. Kontrol edilemeyen yalanlar en kötü olanlardır, çünkü yalanı işitenin onun doğru olup olmadığını öğrenme şans yoktur. Onun için bilimde kontrolü mümkün olmayan varsayımlar bilimsel sayılmaz. Her bilimsel olmayan varsayım mutlaka kötü demek değildir; yeter ki onların tartışması esnasında kontrolü mümkün olan varsayımlara ulaşabilelim. Darwin evrim kuramını ortaya attığı zaman bu kuramı detaylı olarak kontrol edebilecek veriler yok gibiydi. Bu yüzden bilimsel olmamakla suçlandı. Ama bir varsayımın gücü, çıkarımlarının gözlemle uyuşup uyuşmadığındadır. Varsayımı kontrol edecek gözlem ilkede mümkünse bu bile yeter. Gerçekten de Darwin’e yöneltilen en önemli eleştiri, kuramının öngördüğü ara şekillerin var olmamasıydı. Ama kitabının yayımlanmasından yalnızca iki yıl sonra kuşdinozor geçişini temsil eden Archaeopteryx lithographica bulundu. Geçen bir buçuk yüzyıl ise sayılamayacak kadar ara şekil bulunmasına şahit oldu (bunlardan en yenisi yarı balıkyarı amfibi olan Tikkalik rosaea’dır). Aristo’nun her hayvanın kendi içinde bir bütün oluşturduğu fikri ise, kontrol edilmesi mümkün olmamasına rağmen, Cuvier’yi, organların deneştirilmesi ve fonksiyonel morfoloji fikirlerine götürdü ve modern karşılaştırmalı anatominin doğmasına sebep oldu. Peki yalan iyi bir şey midir? Dediğim gibi bu niyetinize ve yalanın türüne bağlıdır. Herkes yalan söyler. Yalan söylemeden insan olamazsınız. Ama yalanı kendi menfaatiniz için söylüyor ve bundan başkalarının zarar göreceğini biliyorsanız, o zaman yalanınız kötüdür. Kötü yalancıyı yakalamanın tek yolu da budur: Yalanın niçin söylendiğini tahmin etmeye çalışın. Her zaman başarılı olamayabilirsiniz ama genellikle biraz düşünürseniz çıkarırsınız. Her şeyden önce yalanın neleri ima ettiğini, inandığınız takdirde nelerin olabileceğini, inanmadığınız takdirde neler olabileceğini iyice düşününüz ve bunlardan türeteceğiniz çıkarımları kontrol etmeye gayret ediniz. En çok korkacağınız yalancı ise, yalanını kontrol etmeden inanmanızı isteyen yalancıdır. Birisi dediklerini veya yazdıklarını kontrol etmenizi istemiyor mu, biliniz ki yalancıdır. Hem de en korkulması gereken tipten. Şekil 1: Salarköy’de Mezar Tavanı (M.Ö. 7. yüzyıl) Şekil 2: Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii (1296) CBT 1162/ 5 en yeni ahşap teknolojilerini açıklayan iki bildirisiyle son bulmaktadır ( ekil 3). İkinci bölümde ‘Geleneksel Yapılar’ başlığı altında Japonya ( ekil 4), İtalya, Yeni Zelanda, İngiltere, İsveç ve Türkiye’den gelen konuşmacılar kendi ülkelerindeki ahşap yapı geleneğini örneklerle açıklıyorlar. Sempozyumun üçüncü ana teması ahşap yapıların deprem etkisinde davranışı ve depreme dayanıklılığıdır. Bu alan Çin’den ve İtalya’dan gelen 5 bildiride Şekil 3: Hannover Fuarı’nda Pavyon Örtüsü (2000) ele alınmaktadır. Dördüncü bölümde ahşap yapılar alanındaki son gelişmeler İngiltere, Avusturya ve İsveç’ten gelen bildiriler ile açıklanmakta. Viyana’lı tasarımcı mimar Schluder 8 kattan daha yüksek binalar için öneriler getirirken mimar Elif Somer Viyana Teknik Üniversitesi’nde hazırladığı doktora tezine dayanarak ahşabın konut yapımındaki fizibilitesini irdelemektedir. Beşinci bölüm ahşap yapıların hesaplanması ve birleşim noktalarının tasarımı konularında Polonya, İtalya, Malezya, Çin ve Japonya’dan bildiriler içermekte. Sempozyumun altıncı olan son bölümü ‘Vaka İncelemeleri’ başlığını taşımakta ve bu bölümde Japonya, Almanya, İtalya ve İngiltere’den bina örnekleri tanıtılmakta. Bu bölümde Türkiye’den, 19. yüzyıl sonunda mimar Vallaury tarafından Prinkipo Palas adıyla inşa edilen ve halen Fener Patrikhanesi’nin mülkiyetinde olup ‘Rum Yetimhanesi’ olarak tanınan, dünyanın en büyük ahşap binası kabul edilen 7 katlı ahşap bina tanıtılmakta Şekil 4: Daigoji Pagodu (10. yüzyıl) dır. Fener Patrikliği binanın gezilip incelenmesi için gerekli izni vermiştir. Daha fazla bilgi: www.halic.edu.tr/timbersymposium2009 26 Haziran 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle