05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Evrim’e karşı inanç Darwin’in 200, üncü doğum yılı ve “Türlerin Kökeni” adlı yapıtın 150 inci yılında bütün dünyada evrim kuramına karşı kuvvetli bir karşı duruş oluşmuştur. Bu karşı duruşu yaratan ve besleyen şey evrim kuramının bilimsel olarak yanlışlanması değil, dünyanın egemen güçleridir. İnanç kurumlarını ve siyaseti araç olarak kullanan bu güç, eğitim kurumlarını basamak yaparak amacına kolayca ulaşmaktadır. Timur Karaçay, Başkent Üniversitesi, tkaracay@baskent.edu.tr ortaya koyar. Ondan vazgeçildiği anda, yaratılan o muazzam ruhlar âlemi birden çökecektir. Yaratılış teorisi ile Darwin’in evrim teorisi bağdaşamadığına göre, inanç kurumları evrim teorisine karşıt olmayı sürdürmek zorundadırlar. D arwinizm’e ve daha genel olarak değişime karşı duruş, egemenler için kaçınılmazdır. Bir yandan hızlı nüfus artışı yaşam kaynaklarının hızlı tüketimine yol açarken, bilgiyi ve üretim araçlarını ellerinde tutan ülke halklarının yaşam düzeyleri ile bunlara sahip olamayan ülke halklarının yaşam düzeyleri arasında aşılamaz uçurumlar doğmuştur. O kadar ki, bugün Avrupa ve Kuzey Amerika kıtasında yaşayan insanların tüketim alışkanlıkları bütün dünya insanlarına yayılacak olursa, dünya nimetleri (besin, su, enerji, maden vb) yetersiz kalacaktır. Yaşam düzeylerinden fedakârlık etmeyen gelişmiş ülke halkları, dünyanın mevcut sosyoekonomik düzenini mümkün olduğunca uzun süre devam ettirmeye çalışacaklardır. Değişime karşı duruşun asıl nedeni budur. İronik olan şey, değişime karşı duruşun Tanrı’nın buyruğu olduğu yalanına en çok inananlar, dünya nimetlerinden en az pay alan yoksul ve eğitimsiz kitlelerdir. Kenya’nın kurucu Devlet Başkanı Jomo Kenyatta’nın şu sözünü anımsayalım: “Beyazlar geldiğinde onların elinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.” Şimdi yoksul halkların ellerinde kalan tek şey ellerindeki kutsal kitaplarıdır.Ona sımsıkı sarılıyorlar; çünkü o kutsal kitap, onlara, bu dünyada elde edemediklerini öteki dünyada elde edeceklerini söylüyor. Görünüş odur ki, insanlar, yoksul ve eğitimsiz kaldığı ölçüde bilimsel gerçeklerden uzaklaşıp hurafelere sığınmaktadır. Dinsiyasetfinans koalisyonu, dünyanın bir yarısında sürüp giden cehaletin ve yoksulluğun sürüp gitmesi için ellerindeki bütün olanakları kullanmaya devam edecekler. Bunu yaparken eğitimi, sanatı ve edebiyatı da akıllıca kullanıyorlar. Sanat, son 2000 yılda yaratılış kuramına verdiği desteğin çok azını bilime verme cömertliğinde bulunursa, insanoğlu bilimsel bir çağa girebilir. Bilim adamları bunu yalnızca umut etmekle kalmayıp, talep etmeliler. Oysa, evrenin yaşı yaklaşık 15 milyar, dünyanın yaşı 6.5 milyar, canlı hücrenin oluşumu ise 3.7 milyar yıl geçmişe sahiptir. Dünyadaki son buzul çağı 10 bin yıl önce sona ermiştir. Bu 10 bin yılın son 2 bin yılını çok iyi biliyoruz. Son yarısını şöyle böyle biliyoruz. Bu dönem içinde insanın toplumsal yaşamı çok değişti. Ancak bu dönem içinde, insan tür değiştirecek bir biyolojik evrim geçirmedi. Öteki canlılar da biyolojik evrim geçirmedi. Bize çok uzun gelen ve ilkyarısını bilemediğimiz bu dönem, evrenin yaşına göre o kadar kısadır ki, o kısa dönemde Darwinizmin söylediği biyolojik tür değişimi oluşamaz. Evrim, çok çok uzun zamanlar içindeki değişimdir. Bir canlı kendi yaşamı boyunca biyolojik evrim geçirmez; ancak milyonlarca yıllık zaman dilimi içinde türler biyolojik değişime uğrar. Bugün yeterince öğrenim görmüş olanlar bile, “Evrim nedir?” sorusuna “ nsan n maymunun soyundan geldi i” biçimindeki yanlış yanıtı veriyor. Üstelik bu yanıtı verirken büyük bir bilimsel bulgudan haberdar olduğunu belirtiyor olmanın gururu yanında, maymundan türemiş olma düşüncesine antipati beslediğini de jest ve mimikleriyle belli eder. “Mutlak yaratan”a erişme çabası içinde olan yaratılış kuramının taraftarları bu sonuca ulaşılmasında pek zorluk çekmediler. Evrim kuram nın ne olduğunu esastan kavramamış mantıklı bir insanın o kıllı, eğri büğrü sevimsiz (isterseniz sevimli deyin) yaratıktan türediğini kabullenmesi kolay değildir. Üstelik bu saptırılmış düşünceyi kabullenmesi için bir neden olmadığı gibi, kendini şempanzeden epeyce üstün görmesi ona duyusal doyum sağlar. Bilim adamı “maymun ile insan n evrimsel geçmi lerinin %99 dan fazlas ortakt r” diyor. Bu sözün insanın maymundan geldiği anlamına gelmeyeceğini ancak ikisinin soy ağacının milyonlarca yıl gerideki bir ortak ataya sahip olduğunu anlatmıyor. Çünkü onu geniş halk kitlelerine anlatmak bilim adamının işi değildir. O, evrensel bir gerçeği bulmuş ve orta yere koymuştur. O bilimsel bulguyu, o nadide bilgiyi toplumun kültürü haline getirmek sosyal kuramların, eğitimin ve sanatın işi olmalıdır. Bilimin asıl görevi doğa olaylarının neden ve nasıl olduğunu açıklamaktır. Eğer bazı doğa olaylarını yaratan doğaüstü bir güce inanırsak, bilim orada susar. Çünkü doğaüstü gücün varlığını iddia edenler, o güce asla erişilemeyeceğini, onun yaptıklarına insan aklının hiçbir zaman eremeyeceğini söylemekle kalmazlar, o gücü araştırmanın veya sorgulamaya kalkmanın affedilemez günah olduğuna bağnazlıkla inanırlar. Eğer bu inanca bağlı kalınsaydı, biyolojide, fizikte, kimyada yapılan büyük buluşların hiçbirisi elimizde olmazdı. Onlar olmadığında, bugün içinde yaşadığımız teknoloji ve ona dayalı uygarlık kurulamazdı. Özellikle inanç kurumlarının görüşü olan yarat l teorisi, içinde yaşadığımız doğanın (toprak, su, bitki, canlı) altı günde yaratıldığını; canlılığın 60008000 yıllık bir geçmişi olduğunu, bu sürenin Darwinizmin iddia ettiği evrimin oluşması için yetersiz olduğunu savunur. NANÇ, B L M SUSTURUR Önce büyü vardı. O, bütün kültür biçimlerinden önce gelir. Voltaire göre büyücü, “Do an n yapamad eyi yapman n s rr n elinde tuttu unu iddia eden” kişidir. Basit mantık, doğanın yapamadığını yapabilen biri varsa, onun doğaüstü bir güce sahip olmasını gerektirir. Bu basit mantık, insan düşüncesini önce ruhlar âlemine ve sonra kaçınılmaz olarak mutlak yarat c ’ya götürmüştür. Bu yolda ilerleyen insanoğlu uygarlıklar kurup yıkarak farklı kültürler yaratmıştır. Giderek bir kolu inanca, bir kolu bilime dönüşen büyü, kültürlerin kaynağıdır. Mutlak yaratıcının eseri varsayılan her din, ulaşabildiği her yerde kendine özgü bir düşünce sistemi ve ona dayalı bir toplumsal düzen yaratacak güce erişti. Örneğin, kilise insanlığı ortaçağ dediğimiz karanlığa sürükleyecek kadar düşünsel ve toplumsal güce erişti. Bu aşırı gücü, bir yerde geri tepti ve aydınlanma (Rönesans) dönemini yarattı. Kilisenin söylemlerinin aksini ispatlayan bilimsel bulgularla beslenen bu dönem, kiliseyi ciddi zaafa uğrattı. Aydınlanma çağından sonra eski gücünü toplamak isteyen kilise, bir yandan bilimin verilerini bir bir kabullenmek zorunda kalırken (örneğin, Galilo’dan özür dilemesi) eski gücünü tekrar kazanabilmek için bitmez bir çabaya girmiştir. Bu çabada onun en sadık silahı ölümden sonraki hayatt r. O bilinmez hayatta vaat edilen cennete (veya cehenneme) girecekleri seçecek doğaüstü bir güce ve onun ilahi adaletine gerekseme vardır. Bütün dinler mutlak yaratıcı gücü, yani yarat l teorisini BÜYÜDEN RUHLAR ÂLEM NE CBT 1145 / 14 27 Şubat 2009 Bugün bütün dünyada evrim kuramına karşı gelişen hareketin, çeşitli dinlere mensup fanatik bir azınlığın ortaya koyduğu ve ısrarla savunageldiği bir hareketten ibaret olduğunu kimse iddia edemez. Çünkü, hareketin cesameti fanatik bir azınlığın yaratamayacağı boyutlara ulaşmıştır. Öte yandan, yarat l kuram n n arkasındaki gücün, siyaset adamlarının iddia ettiği gibi, yalnızca, sade vatandaşın kültürüne işlemiş olan inanç özgürlüğü isteminden kaynaklandığını söylemek de çok yanıltıcı olur. Gerçekte, bugün bütün dünyada ve özellikle gelişmemiş ülkelerde halkların öncelikli talebi haline getirilen ve “inanc n özgürce ya a” sloganı altına gizlenen büyük oyunun, bütün insanlık için yaratabileceği tehlikeleri görmemiz gerekiyor. Kökten dinci hareketin içinde yer alan fanatik ayaktakımı, inançları ve inançlarının içerdiği kutsal değerler için savaştıklarını söylerler. Bu olgu hemen her dinde vardır. Bu fanatiklerin çoğu, söylemlerinde samimidir. Ama onların dizginlerini ellerinde tutan liderlerin amacı bambaşkadır. Rönesansla birlikte ortaya çıkan büyük aydınlanma hareketinden çok sonra gelen evrim kuramı, her şeyin sürekli değişmekte olduğunu, dolayısıyla mevcut sosyoekonomik düzenin de değişebileceğini ve hatta hızla değiştirilmesi gerektiği fikrini geniş halk tabakalarına yaydı. Dünyanın sosyoekonomik düzenini altüst edecek bu düşüncenin önü alınmalıydı. Evrim karşıtı hareketlerin doğuşu ve beslenişinin gerisinde yatan olgu budur. Yukarıda belirttiğimiz gibi tarih boyunca, inanç, insan topluluklarını kolay yönetmenin iyi bir aracı olarak kullanılmıştır. Çok eski zamanlarda büyücülükle başlayan ve gelişerek bugünkü ruhani düzeye ulaşan inanç sistemleri, hiçbir liderin, hiç bir devlet yönetimin başaramayacağı zor işi kolayca başarmaktadır. O nedenle, dünyada hiçbir siyasetçi bu akımın önünde durmak istemez. Dünya düzeninin değişmesini istemeyenler, özellikle son iki yüzyılda bilimsel araştırmaların sonucunda ortaya konan ve insanların yaşamını büyük ölçüde kolaylaştıran teknolojinin karşısında durmanın imkânsızlığını gördüler. O nedenle, akıllıca bir stratejiyi ortaya koydular. DI ve benzeri kuruluşlar, doğrudan doğruya bilime ve bilimsel metotlara karşı durmak yerine, bilimsel materyalizme karşı olduklarını söylemeye başladılar. Bunu yapabilmek için Darwinizm, Marksizm, Freudian psikoloji ve Einstein’in görelilik kuramı gibi kuramlara karşı çıkmaya başladılar. Çünkü bu kuramlar bir bütün olarak ele alındığında evrenin ve canlıların oluşumu hakkında kutsal kitapların söylediklerini altüst ediyordu. O nedenle, geniş halk tabakalarına yayılması, mevcut düzeni kısa zamanda sarsabilirdi. Peki bu düşüncelerin halk tabakalarına yayılması nasıl önlenebilir? Çok kolay, bilimsel düşünceyi yayan kurumları ve araçları dizginlemekle. Nedir onlar? Elbette, geniş halk kitlelerini eğiten örgün eğitim kurumları ve yaşadığımız çağda her bariyeri aşan iletişim araçlarıdır. Adına medya demeye başladığımız gazete, dergi ve TV gibi iletişim araçlarını zapturapta almak kolaydır. Bütün dünyada medya parayla kontrol edilebilir ve hatta yönlendirilebilir araçlar haline getirilmiştir. Onun için hemen her TV kanalı, sosyal yaşamı dini kurallara bağlamanın yollarını arayan ulemalara kapılarını sonuna kadar açmıştır. Dindar Cumhurbaşkanı talebini, doğal olarak, dindar belediye başkanları talebi izlemektedir. Okullara gelince, artık evrim kuramı “out”, yaratılış kuramı “in” olmak üzeredir. Neden Darwinizm ilk hedeftir? Bunu yorumlamak zor değildir. Darwinizm bütün kutsal öğretilerdeki yaratıcı (Tanrı) kavramı yerine evrimi koymuştur. Çevre koşullarının değişimine bağlı olarak canlı türlerinin biyolojik değişime uğradığını söylüyor. Başka bir deyişle, evrimi yani değişim kavramını esas alıyor. Değişim kavramı, türlerin değişimi gibi masum bir Yaz n n devam yan sayfada NEDEN EVR ME KAR I AKIMLAR G DEREK HIZ KAZANIYOR?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle