Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu MUTLULUK BULA ICI Ba taraf 5. sayfadan Christakis, ayrıca, bu etkinin herkes için aynı olmadığını da keşfetmiş. Başkalarının mutluluğundan ne kadar etkilendiğiniz o insanlarla aranızdaki ilişkinin cinsine da bağlı olabiliyor. Örneğin, birkaç kilometre ötenizde yaşayan yakın bir arkadaşınız şu ya da bu nedenle mutlu olduysa, bu olay sizin de mutlu olma şansınızı %60 oranında arttırabilir. Tam tersi, kapı komşunuz mutlu olduğu zaman bu oran yarıya düşebiliyor. Ayrıca aynı evde yaşadığınız kardeşinizin mutluluğunda, sizin mutlu olma olasılığınız bunun da yarısına inebilir. Şaşırtıcı olan, aynı evde yaşayan çiftlerden birinin mutluluğunun diğerini ancak %10 oranında mutlu edebiliyor olması. Bu da sosyal salgınların bir özelliğinin daha ortaya çıkmasına yol açıyor: Sosyal mutluluk, cinsiyeti aynı olan arkadaşlar arasında daha etkili bir şekilde yayılıyor. EMPAT K TAKL TÇ L K Bütün bunlar kilit soruyu gündeme getiriyor: Mutluluk gibi bir duygu nasıl salgın şeklinde yayılabiliyor? Bazı bilim insanları bu sorunun yanıtını “empatik taklitçilik”te arıyor. Psikologlar uzun süredir insanların farkında olmadan karşıla dığı görülüyor. Bunlar sosyal temasın sıklığı ve ilişkinin gücüdür. Duygusal bulaşıcılığın fiziksel yakınlık gerektirdiği kimseye şaşırtıcı gelmeyebilir. Ayrıca bir insana ne kadar yakınlık duyarsak, bu kişinin duygularını o kadar doğru algılarız ve bu duyguları o kadar da yoğun içselleştiririz. Duyguların sosyal ağlar üzerinden insandan insana bulaşması gibi başka davranışlar da taklit yoluyla yayılabiliyor. Christakis ve ekibi 2007 yılında gerçekleştirdikleri bir çalışmada obezitenin de mutluluk gibi yayıldığını ortaya çıkartmış. Ancak komşuların hiçbir etkisinin olmaması ve bir arkadaşın ne kadar uzakta yaşadığının önemli bir fark yaratmaması, obezitenin mutluluğa göre farklı bir mekanizma üzerinden etkili olduğunu gösteriyor. Burada davranışsal taklitçilik yerine sosyal normlara uyum yeteneğinin etkili olduğu görülüyor. Mutlulukla kilo alma arasındaki benzerlik ise aynı cinsiyetten gelen arkadaşların ve akrabaların daha güçlü bir etki yaratması. Sosyal normların yayılması sigara içme alışkanlığı konusunda da etkili bir kavram. Ne kadar fazla sayıda insan sigarayı bırakırsa, sigara içmeyi sürdüren insanların üzerlerindeki baskı da o kadar artıyor. Bu durumda insanlar daha çok yakınlarında bulunan insanlardan etkileniyorlar. Eşin sigaradan vazgeçmesi durumunda diğer eşin sigarayı bırakması olasılığı %67’e çıkabiliyor. Ayrıca arkadaşların eğitim düzeyi ne kadar yüksek ise birbirlerini etkileme oranı da o kadar artıyor (The New England Journal of Medicine, vol 358, p 2249). (tanolturkoglu@gmail.com) Bir TV programında Şahan Gökbakar (namı diğer Recep İvedik) Facebook, Myspace gibi web sitelerinin ameleyle dolu olduğunu söylemiş: “Bu siteler niye bu kadar popüler, abazanlıktan! Ne diyeyim yani... Hepsi de antisosyal abazanlar işte.” Ve ekliyor “Bir de hakikaten bu siteler amele kaynıyor.” Amele İnternet Açıkçası kafam biraz karıştı. Acaba böyle diyerek Şahan Gökbakar kendi filmlerini de dolaylı yoldan eleştirmiş olmuyor mu? Madem internetteki facebook, myspace gibi sosyal iletişim ağları, bünyesine dahil olan kişilerin abazanlıklarından dolayı eleştiriliyor; o halde aynı familyadan bir tipin başından geçen maceraların anlatıldığı Recep İvedik filmleri için de hatta şöyle denmeli: “Recep İvedik2 mi? Bırak ya, abazan amele filmi”. Gökbakar’ın filmi Türkiye’nin en çok seyredilen filmi olabiliyorsa, acaba bu Türkiye’nin de amelelerle, abazanlarla dolu olduğunun bir göstergesi mi? Eğer böyleyse tıpkı facebook’u, myspace’i terk etmek gibi Türkiye’yi de mi terk edeceğiz? Ayrıca merak ediyorum, Facebook’ta kaç üye var ve bunun kaçı amele? Bu konuda Gökbakar’ın elinde ne tür bir bilgi var ki böyle bir yorumda bulunuyor? Belli ki bu tür açıklamaların doğruluk değeri ya da realite ile olan yakınlığı pek de önem arz eden hususlar değil. Önemli olan manşet olacak bir şey söyleyebilmek. O arada eğer birisine yargısız infaz mı yapılıyor ya da bir özdeğerin, bireylerin ya da toplumun üstündeki önemi mi zaafiyete uğratılıyor, bu etkileri dikkate almak sanki başkalarının görevi. Toplum olarak “Ben kendi amacıma uyan şeyleri yapayım, bunun yan etkilerini bertaraf etmek başkasının görevi olsun” yaklaşımı o denli içimize işlemiş ki, artık ne böyle yaptığımızın farkındayız ne de bunun hatalı bir şey olduğunun bilincinde. Yeter ki Recep İvedik’in ikinci macerası ilkinden de daha çok kişinin dikkatini çeksin. O sırada internete çamur mu atılmış, gündelik hayatımızın içine mi edilmiş bu başkalarının sorunu sanki. Peki, ertesi gün internetten olumsuz etkilenip de bir suç işleyenle karşılaştığımızda suçu yine amele internete mi yükleyeceğiz? Çünkü zihinlerde bunun altyapısı Gökbakar mentalitesinin yaptığı türden talihsiz açıklamalarla temin edilmiş oldu bir kere. “Nedir ne değildir diye araştırıp öğrenme konusundaki özürümüz” de, bunun üstüne güçlendirici bir katman oluşturmuş. Artık atış serbest. Yarın çıksın birisi işlediği suçun nedeni olarak facebook’taki ameleleri göstersin. Kim ne diyebilir? Internet dünyası gerçekten sokaktaki yaşamdan bu denli farklı mı? Her iki dünyada da zaman geçirenlerin bunu kendi deneyimleri çerçevesinde derinlemesine irdelemeleri gerekir. Facebook, asosyallerin yurduymuş. Peki, sizin yaşadığınız sokakta, apartmanda asosyal yok mu? İçimizden kaç kişi alt katta oturan komşusunu tanıyor? Bu, toplumsal asosyallik değil mi? Fark nerede? Fark onun artık kanıksanmışlığında. Bir de sanal dünyanın henüz öğrenilememiş olmasında. Bilmiyoruz ya, her türlü kötülüğü yıkalım üstüne. Bu, belki de kendimizdeki bireysel ya da toplumsal noksanlıklardan da kurtulma mazeretidir. Hırsızlar internette insanların banka hesaplarına erişim şifrelerini ele geçirip paralarını çalmakta. Oh ne güzel böylece bindiği taksiyi gasp eden adamın hırsızlığı göz ardı edilebilir. İster gerçek ister dijital olsun, yaşamın bu denli karmaşıklaştığı 21. yüzyılda, herhangi birinin çıkıp edeceği iki çift lafın, görünen amacından başka hiçbir olumlu ya da olumsuz etkisinin olmayacağını düşünmek ya da bu etkileri göz ardı etmek ne büyük çelişki. ÜÇ DERECE YAKINLIK KURALI Mutluluk, obezite ve sigara içme gibi duygu ve davranışların eskiden yakın çevrenin etkisiyle şekillendiği düşünülürdü. Oysa şimdi bunların sosyal güçler tarafından şekillendiği anlaşılıyor. Ayrıca bu alışkanlıkların üç derece yakınlık kuralına uyduğunu ortaya koyan Christakis, daha uzak akraba ve arkadaşların etkili olmadığını ileri sürüyor. Neden üç derece yakınlık? Christakis’e göre bunun nedeni “Yıl içinde arkadaşlar aynı kalırken, arkadaşın arkadaşının arkadaşı değişebiliyor ve farklı insanlar ortaya çıkıyor.” Bu da başka bir soruyu gündeme getiriyor: Sosyal ağların mimarisini ve bizim bu ağ içindeki yerimizi ne şekillendiriyor? Bunda pek çok etmen etkili. Nerede yaşadığımız, nerede çalıştığımız, ailenin büyüklüğü, eğitim, din, gelir düzeyi, meraklar gibi etmenlerin yanı sıra Christakis son çalışmasında genlerin de önemli bir rol oynadığını ortaya çıkartmış. CBT 1144/ 10 20 Şubat 2009 rındakinin yüz ifadesini, konuşma tarzını, duruş şeklini, vücut dilini ve diğer davranışlarını kopyaladıklarını biliyor. Ve bunu da akıl almaz bir beceri ve hızla yapabilmeleri ayrıca ilgi uyandırıyor. Bunun sonucunda da bir çeşit sinirsel geri besleme mekanizması üzerinden, insanların taklit ettikleri davranışla ilgili duyguları yaşamalarına yol açabiliyor. Almanya’da Tübingen Üniversitesi’nden Barbara Wild ve meslektaşları yüz ifadesi ne kadar derinse, gözlemcilerin yaşadıkları duygunun da o kadar güçlü olduğunu ileri sürüyor (Psychiatry Research, vol 102 p 109). Wild bu sürecin insanın beyninde doğuştan var olduğunu düşünüyor. Diğer bilim insanları, burada etkili olan mekanizmanın “ayna nöron” faaliyetleri olduğunu ileri sürüyor. Bir çeşit beyin hücresi olan ayna nöronlar, bir eylem yaptığımızda ve aynı eylemi başkalarının yaptığını izlediğimizde faal duruma geçiyor. Bu mekanizmada kesin olan tek şey, bilinçsiz taklitçiliğin karşımızdakinin gerçek duygularının dozu azaltılmış bir yansımasını yaşamamıza yol açtığı. Gerçek yaşamda duygusal bulaşıcılığın izlerini görmek mümkün. Örneğin depresyon geçirmekte olan bir öğrencinin yatakhane arkadaşının da depresyonu girme olasılığı çok yüksektir. Bu olasılık birlikteliğin süresi uzadıkça artar. Ne var ki bugüne dek hiçbir araştırma niçin bazı insanların duygularının daha bulaşıcı olduğunu ve bazı insanların niçin bu duyguları daha güçlü bir şekilde yaşadığına açıklık getiremiyor. Öte yandan niçin bazı arkadaşların mutluluğu bizleri kardeş mutluluğundan daha fazla etkiliyor? Bunun da altında yatan nedenler bilinmiyor. Bu bağlamda iki etmenin kritik bir rol oyna YEN /ESK ARKADA LIKLAR İnsanlar yeni trendlere uygun arkadaşlıklar kurabilirler. Örneğin kilo vermek istiyorsanız, spor kulüplerine devam eden insanlarla daha fazla vakit geçirebilirsiniz. Christakis bu konuda şu öneride bulunuyor: “Aslında eski arkadaşlarla bağları kopartmak yerine onlarla daha az zaman geçirmek gibi daha akıllıca bir tutumu benimseyebiliriz. Örneğin tembel ve depresif insanlarla koşullar gereği bir zamanlar arkadaş olmuş olabilirsiniz. Ancak ömrünüzü bunlarla geçirmek zorunda değilsiniz. Ayrıca bazı insanları eleme şansınız yok ise bunların vücut dillerini ve yüz ifadelerini taklit etmemeye dikkat edin. Böylece bulaşma riskini de azaltmış olabilirsiniz.” Derleyen: Reyhan Oksay Kaynak: www.newscientist.com/issues/current www.socialtherapy.suite101.com/article.cfm/happiness www.edge.org/3rdculture/christakisfowler08/christakisfowler08inde x.html www.psychcentral.com/news/2008/12/05/happinessiscontagious/3458.html