16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yükseköğretim af kanunları ve çözüm önerisi Konu üniversiteler ise, yükseköğrenim ise, bilimsel araştırmalar ya da yarınların planlanması ise, akademisyenler sessiz kalmamalı; sorun varsa tespit etmeli, tartışmalı ve çözüm önerileri hazırlamalı. Aksi halde birilerinin çıkıp kendilerini yönetmelerini, dayatmalarını kabul etmeleri kaçınılmaz olur. Doç. Dr. Haluk Türkdemir, Uludağ Üniv. Öğ. Üyesi, [email protected] Gravitasyon dalgalarının varlığına dolaylı bir kanıt Osman Bahadır [email protected] Ö ğrencilerin yükseköğrenimdeki başarısızlıklarının nedenleri arasında; kişisel hataları, ilgisizlikleri, sorumsuzlukları, önceki eğitim süreçleri; ailesel, çevresel veya maddi etmenler de etkili olabiliyor. Onlara, yaşadıkları başarısızlıklarını telafi etme şanslarının verilmesi pedagojik açıdan gerekli de olabilir. 6 Kasım 1981 tarihinde yürürlüğe giren 2547 Sayılı Yükseköğretim kanununun geçici maddelerini kapsayan 12. bölümünde yer alan 56 maddesinden 18 tanesi TBMM tarafından çıkartılan Af Yasaları ile ilgilidir, ilki 1984 yılında, 10 kez Af Yasası çıkarılmıştır. Bunların sırasıyla; 29/2/1984 tarih ve 2984 sayılı Kanunla; 10.12.1988 tarih ve 3511 sayılı Kanunun 3’ üncü maddesiyle; 29.05.1991 tarih ve 3747 sayılı Kanunun 6’ ncı maddesiyle; 21.05.1992 tarih ve 3804 sayılı Kanunun 1’ inci maddesiyle; 06.05.1993 tarih ve 3908 sayılı Kanunun 2’ nci maddesiyle; 07.06.1995 tarih ve 4111 sayılı Kanunun 3’ üncü maddesiyle; 14.08.1997 tarih ve 4305 sayılı Kanunun 1’ inci maddesiyle; 28.06.2000 tarih ve 4584 sayılı Kanunun 2’ nci maddesiyle; 18.03.2005 tarih ve 5316 sayılı Kanunun 1’ inci maddesiyle; 22.10.2008 tarih ve 5806 sayılı Kanunla..(kaynak: www.yok.gov.tr) Yani ortalama 2,5 yılda bir af yasası çıkartıldı. Bu kadar sık af yasası çıkarılması, sistemin işlemediğinin yanı sıra, yükseköğrenime hangi sıklıkla siyasi müdahalede bulunulduğunun göstergesidir. Bu sıklıkla müdahale edilen hiçbir sistemin kurumsallaşması beklenemez. 1984’ten bu yana af yasalarından yararlanan öğrencilerle ilgilenen üniversite mensupları, af yasasının kalıcı bir çözüm üretmediğini, pek çok açıdan yetersizlikleri bilinen bazı öğrencilerin mezuniyetine yaradığını ve bir sonraki af beklentisini yarattığının farkındalar; ancak bu kısır ve yararsız süreci durduracak ya da gereksiz kılacak bir düzenleme sürecine girmemeleri de ilginçtir. 20 yılda tamamlayabilmiş bir doktora muayene olmak ve tanısına itibar etmek ister? Derslerin önce 1/3 ünü, sonra bir af yasasından yararlanarak 1/3 ünü ve kalanlarını da diğer bir af yasasıyla tamamlayabilen bir mühendisin hazırlayacağı raporlara kim itibar etmek ister? Hangimiz, bu şekilde eğitimini tamamlayan bir öğretmene çocuklarımızın eğitimini veya böyle bir ekonomi mezununa paramızın yönetimini emanet etmek isteriz? Belli bakış açıları kazandıracak üniversite eğitimin, tümleşik bir süreç olduğunu kabul edersek, bu süreçte birbirine dayanak oluşturan dersler, uygulamalar, tek başlarına fazla bir anlam ifade etmezken, ancak bir arada bir eğitim sürecini oluşturabilmekte, kişiye belli bir yetkinlik kazandırabilmektedirler. Bu eğitimin belli bir dönemde tamamlanmamas durumunda, alınacak mezuniyet belgelerinin itibarı da tartışmalı hale gelebilir. G Genellikle başarısız derslerden bir veya iki sınav hakkı verilmiş olan önceki yasalardan daha kapsamlı olan son af yasası; hem sınav hakkını dörde çıkartmakta, hem de yasanın 3. maddesinin b bendi ile aftan yararlananlara başarısız oldukları derslerden istemeleri halinde devam hakkı tanımaktadır. Yasa bir yıl içerisinde pek çok dersten 12 kez ek sınav yapma görevi ile kurumlara çok büyük bir sınav maratonu yüklüyor. Üniversite ile ilişkisi kesilmiş olan öğrencinin, içeriği büyük olasılıkla çok değişmiş olan bir dersin sınavında başarılı olmasını beklemek, öğretim elemanlarının tekrar tekrar sınav yapma yükünden kurtulma amacına yönelik iyi (?) niyetleri olmadıkça, gerçekçi olmaktan uzak. Öğrencilerin yıllarca önce devam ettikleri dersten doğrudan sınava girmek yerine, önce dersi yenilenen içeriği ile izlemelerine olanak tanınması, af düşüncesinin amacına ulaşmasına daha çok yardımcı olacaktır. Madalyonun öbür tarafındaki duruma da bakmak gerekir: 5806 Sayılı Af yasası, 07.06.1995 tarihinden bu yana Yükseköğretim Kurumu ile ilişkisi kesilmiş kişilere yeni haklar verirken, önceki 3 aftan yararlanmış olduğu halde başarısız olmuş öğrencilere de mezuniyet hakkı tanıyor. Buna göre; 4 yıllık bir lisans eğitimi için, bir başarısız öğrencinin 1997 affından yararlanmış olması için 1990 yılında üniversiteye kayıt olması olası. Bu kişinin yaklaşık 1518 yıl önce izlemiş olduğu bir dersin sınavına girerek başarılı olması öngörülmekte! Öğrencilere af yasası çıkartılıyor, ama kim tıp eğitimini 15 SINAV MARATONU Peki, tümleşik bir eğitim süreci ile öğrencilerin hatalarını telafi hakkı birleştirilerek çözüm üretilebilir mi? Veya, kayıtlarının silinmesini zorunlu kılan kurallar yeniden düzenlenebilir mi? Derslerin içeriklerinin gelişen bilimsel bilgiler ışığında her yıl en az %5 değişeceğini düşünürsek, 10 yıl içerisinde oldukça farklı bir ders haline gelebilecektir. Üniversite eğitimi başarılmış olan derslerin, eğer belli bir sürecin sonunda mezuniyet gerçekleşmemişse kazan lm hak olmaktan ç kart lmas durumunda; af talebini de sona erdirebilir. 17 18 yıl önce başarılı olunmuş bir dersin mezuniyet için yeterli sayılmaması, eğitimin tamamlandığı döneme uygun içeriğiyle başarılmış olması koşulu, kalıcı bir çözüm oluşturabilir. Örneğin 4 yıllık bir lisans eğitimi için en çok 10 yıllık bir periyot tanımlansa, bu süre sonunda mezuniyet sağlanamamışsa, 11. yılı okuyan öğrencinin 10 yıldan daha önce alıp başardığı derslerle ilgili hakları ortadan kalksa, aynı dersleri yenilenen içerikleri ile tekrar alma zorunluluğu konsa... disiplin cezası ya da harç yatırmamak dışında, öğrencilere sınırsız eğitim hakkı verilerek atılma işlemine son verebilir; herhangi bir nedenle eğitimine ara verenler kaldıkları yerden devam edebilirler... Önceden aldığı dersleri tekrarlamak zorunda kalacak olmaları bu konudaki talepleri sınırlar, aftan yararlanmak isteyecek öğrenci kalmaz, bir daha af yasası çıkarma gereği de ortadan kalkar. Lisansüstü e itim için getirilecek aflar ise bilimsel anlayış, örneğin doktoranın tanımı ile çelişen sonuçlar verebilmekte. Zamanında tamamlanamayan bir çalışma çoğunlukla bilimsel orijinalliğini yitireceği için doktora çalışması olma niteliğini de yitirebilmektedir. Lisansüstü eğitim için de, ilişik kesme sürecine aynı mantıkla son verilebilir. Tanımlanan zaman dilimleri içerisinde istenen başarıyı sağlayamayan öğrencinin, başka bir danışman nezaretinde başka bir konuda baştan başlama hakkı düşünülebilir. Unutmamak gerekir ki, eğitim sürecini uzatan öğrenci zaten cezalandırılmakta; bursu, öğrenim ve harç kredileri kesilmekte, harç ücretleri arttırılmaktadır. Bunlar pek çok öğrenci için yeterince önemli bir yaptırımdır; buna eklenecek olan, 10 yıldan daha önce (4 yıllık lisans eğitimi için) alıp başardığı derslerdeki haklarının ortadan kalkacağı ve tekrar almak zorunda kalması gibi bir yaptırım, kanımca yeterli olur. Yoksa af yasaları çözüm değil. Konu ve çözüm önerileri üniversite çevrelerince tartışılarak olgunlaştırılmalı ve gerekli yasal düzenlemeler için öneri paketi haline getirilmeli, aksi halde her 23 yılda bir yeni af yasalarına razı olmak kaçınılmaz. HAK OLMAKTAN ÇIKARMA CBT 1144 / 14 20 Şubat 2009 enel görelilik teorisinin alan denklemlerinin çözümleri, sadece Güneş gibi sabit kaynaklar tarafından üretilen gravitasyon alanlarını vermez. Einstein'ın 1916 yılı sonunda gösterdiği gibi, bu alan denklemleri aynı zamanda dalga biçiminde sonuçlar da içermektedir. Maxwell'in elektromagnetizma teorisinde, yüklü parçacıklar hızlandırıldıklarında elektromagnetik dalgalar yayıyorlardı. Aynı şekilde, genel görelilik teorisine göre yoğun kütleler de hızlandıklarında gravitasyon dalgaları yayabilirlerdi. Bu dalgalar az miktarda da olsa gravitasyonel enerji taşıyacaklar ve bu enerjiyi, uzayzaman salınımları biçiminde yayacaklardı. Bu sonuç, uzun bir süre boyunca büyük yorumlama problemleri yarattı ve hâlâ hipotetik bir nitelik gösteren olası gravitaston dalgalarının gözlenmesi sorununu gündeme getirdi. 1960'lı yıllarda kozmolog ve matematikçi Hermann Bondi'nin (19192005) yönetimi altındaki bir grup araştırmacı, gravitasyon ışınlarının, gözlenebilir bir fiziksel olgu olduğunu gösterdi. (Gravitasyon dalgalarının olası kaynakları, küresel simetrili bir dinamik yapıya sahip olmayan gökcisimleri sistemleridir. Çok asimetrik bir süpernova, bir çift yıldız sistemi ya da bir yıldızı yutabilen bir kara delik gibi.) ABD’li fizikçi Joseph Weber (19192000), yaşamının sonuna kadar gravitasyon dalgalarının varlığını gösterecek kesin bir kanıt aradı. Daha başka bilim insanları da Weber’in silindirik dedektörünün geliştirilmiş versiyonları ile ve büyük interferometrelerle gravitasyon dalgalarının varlığını doğrudan göstermeye çalıştılar. Fakat şimdiye kadar kesin bir kanıt elde edilemedi. Ancak gravitasyon dalgalarının varlığının dolaylı bir kanıtı, bir yıldız sisteminden geldi. 1974 yazında, ABD'li Nobel ödüllü fizikçiler Russel Hulse (d.1950) ve Joseph Taylor (d.1941), Porto Rico’da bir radyoteleskop yardımıyla bir çift yıldız keşfettiler. (PSR 1913+16). Sinyal periyodundaki Doppler frekans kayması gösterdi ki, incelenen bu yıldız ikili bir yıldız sistemi oluşturmaktadır. Bu iki yıldızın ortak kütle merkezleri etrafında izledikleri yörünge son derece küçüktü. Bu koşullarda yıldızın yörünge devinimi üzerindeki görelilik etkisi, yıldızın kütle merkezine en yakın olduğu noktada özellikle kuvvetlidir. Merkür’ün Güneş’e en yakın olduğu nokta 100 yılda 43 arcsaniye yer değiştirirken, bu yıldızın Güneş’e en uzak olduğu nokta bir yılda 4 dereceden fazla ilerliyordu. Bu yıldız sisteminin 20 yıl boyunca gözlemlenmesi, diğer görelilik etkilerinin varlığını ve gravitasyon dalgalarının yayılması yoluyla sistemin bir enerji kaybına uğradığı gerçeğini ortaya çıkardı. Genel görelilik teorisine göre, ortak kütle merkezlerinin etrafında devinen bu ikili yıldız sisteminin küresel olmayan simetrili ve değişken yapısı, gravitasyon dalgaları yayılımına yol açıyordu. Gravitasyon dalgalarının yaydığı enerji miktarı, iki yıldızın kütlelerinde ve yörüngelerinde saptanan değişikliklerle ilgili gözlemsel verilerden hareket edilerek hesaplanabilmektedir. Sistem gravitasyon dalgaları yayınlayarak enerji kaybetmiş olduğundan, iki yıldızın yörüngelerinin spiral biçimde daralması ve yörünge periyotlarının da azalması gerekiyordu. 1983 yılında, yapılan gözlemlerden elde edilen verilerin, teorik hesaplamaları doğruladığı anlaşıldı. Hem gözlemsel, hem de teorik olarak, yörünge periyodunun yılda 75 saniye azaldığı saptandı. Gravitasyon dalgalarının varlığından başka hiçbir açıklamanın, gözlem ve teori arasında bu kadar iyi bir uygunluk sunması imkânsızdı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle