Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör MUTLULUK BULA ICI Dostlarınızı mutlu insanların arasından seçin! Son yapılan araştırmalara göre duygular, alışkanlıklar ve davranışlar bulaşıcı. Başkalarının üzerimizdeki etkisi sandığımızdan daha fazla. Öyle ki bazen hiç karşılaşmadığımız insanların etkisinde bile kalabiliyoruz. İnsan ne zaman insan olmuştur? El Cevap: Yalan söylemeyi öğrendiği zaman. Niçin? Çünkü yalan, gerçekte olmayan bir şeyin insan kafasında yaratılması demektir. Bu yaratıcılık, plânlama ve hafıza gerektirir. İnsan doğru olmayan bir şeyi söyleyerek karşısındakini buna inandırdığı zaman kendisini güçlü hissetmiştir. Hipotezin Zararları ve Türkiye’de İnsan İlişkileri Ancak buraya kadar iyi giden bu öykü bu noktadan sonra acıklı olmaya başlar. Zira yalan söylemeyi, yani gerçek olmayan şeyler yaratmayı öğrenen insanoğlu, bu sefer yarattıklarını giderek daha karmaşık, daha yüksek düzeyli kurgular haline getirmiş ve hayvanlarda olmayan, kendi yarattığını kendinden sonraki nesillere öğretme yeteneği nedeniyle, sonunda kendi kurguladığı dünyalarda ipin ucunu kaçırıp onları artık gerçek sanarak, yani kendi yalanlarına inanarak onların mahkumu olmuştur. Bu, dinlerin en kısa izahıdır. Modern insan ise kendini bu kısır döngüden kurtaranlardır. Bunlar, yalanın kurduğu dünyayı bu sefer gözlemle, yani doğanın kendi algılayabildikleri gerçekleriyle denetlemeyi düşünen ve bunu yapan insanlardır. Bu insanların ilk keşiflerinden biri yalanın yararları olmuştur. Zira, öğrenmek istedikleri bir şey hakkında önce kafalarında bir senaryo kurdukları zaman görmüşlerdir ki o senaryoya dayanarak gözlem yapmak daha verimlidir. Boş kafa soru soramaz. Ama kafanızda bir senaryo varsa, o senaryonun muhtelif imâlarının doğru olup olmadığını kontrol etmek size soru sorma imkânı verir. Örneğin, dünya küreseldir, hipotezini ortaya attığınız zaman, bu iddiayı kontrol edecek gözlemler, yani bir yerde «deneyler» tasarlamaya başlarsınız: Örneğin sahile gider, yüksek direkli bir geminin gelişini seyredip gemi sahile yaklaştıkça sizin gözünüzde yavaş yavaş olduğu gibi mi büyüyor, yoksa önce direkleri, sonra güverte kısmı ve nihayet hepsi mi gözüküyor, kontrol edersiniz. İkinci gözlem küre varsayımı ile tutarlıdır ve dünyanın bir tepsi gibi düz olduğu görüşünü eler. Dolayısıyla tüm İlkçağ Ortadoğu ve Mısır dinlerinin dünya hakkında söyledikleri bu basit gözlemle toplu halde çöpe gider. Buna benzer sayısız örnek verilebilir. İnsan ilişkileri de tamamen yalana dayanır. Zira bir insanı birisinin tam olarak tanıması mümkün değildir. Karşımızdakinin bildiğimiz davranışlarından kafamızda bir imaj çizeriz: Bu iyi bir insandır veya bu fena bir insandır; şu içinden pazarlıklıdır; şu adam güvenilir bir kişidir; şu kadın dedikodu yapmaz vs. vs. Bu tür tiplemeler, aslında hepimizin eksik veri üzerine bina ettiğimiz varsayımlar, yani hipotezlerdir; yanlış, yani yalan olma ihtimalleri çok yüksektir. O kadar ki, bir anne veya baba bile kendi evlâdını tam olarak tanıyamaz. Tanıdığını zannettiği kendi kafasında oluşturduğu varsayımdan ibarettir. Başka insanlarla ilişkiye girerken, her zaman kafamızdaki hipotez bize yol gösterir, karşımızdakine nasıl davranacağımızı tayin eder. Burada iki davranış türü benimseyebiliriz: Ya kafamızdaki hipotezi gerçek sanıp karşımızdakine her zaman ve her şart altında ona göre muamele yaparız veya karşımızdakinin kafamızdaki imajının yalnızca kendi yarattığımız bir varsayım olduğunun bilincinde olarak onun davranışlarını hep o model içinde değerlendirmez, modelimizi sürekli kontrolden geçiririz. Bu bizim başkalarına karşı önyargılı denen türden bir davranış içine girmemizi engeller. Aslında herkes herkes hakkında önyargılıdır. Bu akıllı varlıklar olmamızın bir gereğidir. Önyargısı olmayan insan boş kafalı demektir; o ana kadar eline gelen verileri değerlendirememiş insan demektir. Uygar insan ise önyargısının yalnızca bir varsayım olduğunun bilincinde olarak, onu her an yeni verilerle kontrole açık tutan kişi demektir. Buna mukabil ilkel insan, öyle veya böyle edindiği, genellikle ezberlettirildiği önyargılarını gerçek kabul edip onları değiştiremeyen insan demektir. Türkiye’de insan ilişkileri genellikle değiştirilemeyen önyargılar üzerine kurulduğundan kimse kimseyle verimli bir diyaloğa giremez. Muhalefetle iktidar konuşamaz; müdürle emrindekiler konuşamaz, karıkoca birbiriyle konuşamaz vs. vs. Bunun trajik bir sonucu cinayete giden tartışmalardır. İşte bilimsel düşünebilmek ve bilimsel eğitim bu nedenle gereklidir; dinsel eğitim ve din temelli toplum, bu yüzden tehlikelidir. H arvard Üniversitesi’ndeki bilim insanlarının yürüttüğü bir araştırmaya göre duygudurumumuz üzerinde başkalarının etkisi tahminlerimizden daha fazla. Öyle ki bu “başkaları” yalnızca birinci dereceden arkadaşlarımız olmayabiliyor; arkadaşlarımızın arkadaşlarının arkadaşlarının duygudurumu daha önce hiç görmediğimiz üçüncü dereceden uzak arkadaşlar sosyal ağ üzerinden bir virüs gibi bizlere bulaşabiliyor. Gerçekten de bu, birbirini etkileme olgusu, henüz tam olarak anlamadığımız bir şekilde arkadaşlık ağı üzerinden yayılıyor. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden tıbbi sosyolog Nicholas Christakis, mutluluk, depresyon, obezite, içki ve sigara alışkanlığı, sağlık takıntısı, özel bir müzik ve yiyecek türü tercihi, hatta intihara yatkınlık gibi duygu ve davranış şekillerinin “Suya atılmış çakıl taşları gibi” sosyal ağlar üzerinden yuvarlanarak yol aldığını ileri sürüyor.. Yalnızca yakın çevremizdekilerin değil, tanımadığımız insanların duygudurumlarından, sağlık durumlarından ve alışkanlıklarından etkilendiğimiz düşüncesi ilk bakışta korkutucu gelebilir. Bu bir anlamda yaşantımızda kontrolü başkalarının ellerine teslim ettiğimiz anlamına geliyor. Çünkü toplumsal etkileşimler ge nellikle bilinçaltı düzeyde seyreder. Columbia Üniversitesi’nden sosyolog Duncan Watts, bu konuda tedirginlik yaşamanın gereksiz olduğunu söyleyerek şöyle konuşuyor: “Sosyal etkileşim çoğu zaman iyi bir şeydir. Öncelikle yapısal açıdan sosyal yaratıklar olduğumuzu kabullenelim. Kim olduğumuz ve ne yaptığımız genellikle çevremize çizdiğimiz küçük dairenin dışında kalan güçlerin etkisi ile şekillenir. Bu gerçeği de reddetmeyelim. Dahası, sosyal bulaşıcılık diye bir kavramın farkında olduğumuz zaman bundan etkilenmemenin yollarını da bulabiliriz. Belki de bu olguyu kendi lehimize çevirebiliriz.” İnsanların, etkisi altında oldukları sosyal ağ üzerinde az da olsa bir kontrolleri bulunduğunu ileri süren Christakis, bu şekilde dizginleri tümüyle elden kaçırma riskinin düşük olduğuna inanıyor. MUTLULUK BULA ICI CBT 1144/ 5 Christakis son araştırmasında mutluluğun insandan insana nasıl bulaştığını araştırmış. Bu araştırmada denek olarak 1948 yılından sürmekte olan Framingham Kalp Araştırması’na katılan deneklerden yararlanan Christakis ve ekibi, mutlu insanların kümeleşme eğilimi taşıdığını ortaya çıkartmış. Bunun nedeni tahminlerin aksine mutlu insanların kendiliğinden birbirlerine yönelmeleri deSAĞLIKLI BİR SOSYAL AĞ ğil. İnsanların bilinçli arkadaş seçiminİÇİN BEŞ ÖNERİ den bağımsız olarak, mutluluğun sosyal 1) Arkadaşlarınızı dikkatli seçin. temas yoluyla yayılma şekline bağlı ola2) Eski arkadaşlarınızdan hangileriyle daha uzun rak mutlu insanlar bir araya gelebiliyor. zaman geçireceğinize karar verirken ruh sağlığı yeAyrıca, mutluluğun yalnızca yakın rinde olanlara öncelik tanıyın. Örneğin, neşeli, haçevredeki arkadaşların mutluluğuna deyata bağlı insanlarla, yerinden kalkmaya üşenenğil, arkadaşın arkadaşının, arkadaşın arlere göre daha uzun zaman geçirmeye bakın. kadaşının arkadaşlarının mutluluğuna 3) Hobilerinizi uygulayacağınız derneklere katılın ve da bağlı olduğunu ortaya koyan dernek üyeleriyle sosyal faaliyetlerde bulunun. Christakis, “Bir insanın ne kadar çok 4) Duygusal sorunlarını paylaşmak zorunda olmasayıda arkadaşı varsa o kadar mutlu oldığınızı düşündüğünüz kişilerle birlikte olduğunuzması şaşırtıcı gelmeyebilir. Ancak da yüz ifadelerini taklit etmemeye ve mümkün olönemli olan arkadaşların sayısı değil, bu duğunca empati kurmamaya çalışın. insanların mutlu olup olmamalarıdır” 5) Sosyal etkileşime her zaman açık olduğunuzu diye konuşuyor. aklınızdan çıkartmayın. Her şeye karşın sosyal bir yaratık olmanın aslında iyi bir şey olduğunu da unutmayın. Yazının devamı 10. sayfada 20 Şubat 2009