Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz Bilimsel Liyakatı Adil Biçimde Belirleme Bilimsel dergilerin ve üniversitelerin nesnel temellere göre sıralandığı günümüzde, ilgililerin bilim insanlarımız açısından da liyakatı objektif biçimde belirlemesi önemlidir. Diğer esaslar arasında, bir eserdeki yazarlık sırasının yayın (atıf) payını belirleyen temel unsur olarak dikkate alınması zaruridir. Prof.Dr. Altan Onat, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi hayret@akdeniz.edu.tr Kararlarımızın adalet ve özgürlük kalitesini, mutsuz, yoksun, acılı insanlarımızın sayısını en aza indirebilmekle, acılarını en yüksek düzeyde dindirmekle ölçmeliyiz. Hümanist Açılım Kelsen’e göre çoğunluk kuralı ancak şu özgürlük ilkesiyle meşruluk kazanabilir: Kararlar öyle verilmelidir ki, bunlarla olabildiğince az sayıda yurttaş karşı çıktıkları bir düzende yaşamaya zorlanmış olsun. Seçmenlerin önemli bir çoğunluğunun onaylamış olamayacağı bir parlamento çoğunluğuyla çok önemli yasa tasarılarını yasalaştıran, çok ciddi icrai kararlar alan bir hükümet partisi bu ilkenin kendisi için evleviyetle geçerli olduğunu asla göz ardı etmemelidir. Toplumun çoğulcu siyasal bütünlüğünü ancak bu ilkeyi gözeterek kavrayıp, koruyabiliriz. Siyasal anlamda “azınlık” veya “öteki” gibi kavramlarla nitelenenlerin de Hukuk’ta eşit hak ve özgürlüklere, eşit onura sahip yurttaşlık sıfatıyla, farklılıklarını koruyarak birleştiğini; tüm çabanın bu hak ve özgürlükleri daha çok olgunlaştırıp geliştirmeye yönelik bulunduğunu; bu süreçte hiçbir yurttaşın kamu yararıyla temellendirilmeksizin hiçbir surette diğerleri karşısında ayrıcalıklı kılınamayacağını; Adalet’in, bir kategorinin tüm üyelerine eşit davranmak olduğunu; kategorileri kurarken “İnsan Hakları”nın tüm gereklerini hassasiyetle gözeterek maddi anlamda Adalete daha çok yaklaşabileceğimizi biliyoruz. Hukuk, eşit ve daha çok özgürlük ve güvenlik hedefinde; demokrasiciliğin, liberalizmin ve yararcılığın “çoğunluk kararı”yla, “rekabete ve pazara dayalı özgür girişimciliği”yle, “en çok sayıda insanın en büyük mutluluğu”yla daha çok, engellenmiş görünüyor. Bunun için Kelsen yukarıdaki uyarıyı yapıyor. Negatif tanımlamalarla bu engelleri daha iyi deşifre edebiliyoruz. Bunun için Bentham’ın ne anlama geldiğini pek bilemediğimiz bu “en büyük mutluluğu”nun karşısına I. Tammelo’nun ve A. Kaufmann’ın negatif yararcılığını koyuyoruz: En az sayıda ve en az derecede yoksul, mutsuz, muzdarip insan… Kararlarımızın adalet ve özgürlük kalitesini, mutsuz, yoksun, acılı insanlarımızın sayısını en aza indirebilmekle, acılarını en yüksek düzeyde dindirmekle ölçmeliyiz. Rawls’un, adalet kuramında daha zor, en zor durumda olana öncelik, ayrıcalık tanımak diye anlayacağımız etik ilkesi bu kaygıdan doğmaktadır. Dreier’in “Haksızlık Argümanı” olarak adlandırdığı ve ağır bir haksızlık içeren normların hukuksal geçerlilik taşıyamayacaklarını anlatan “Radbruch Formülü” de kapitalizmin yarattığı tahribatı onarmaya yönelik bu negatif hukuk felsefesine bir başka örnektir. Bu tersinden düşünülmüş ilkeler, İnsan’ın en yüksek otorite olarak algılandığı; yeteneklerinin en yüksek düzeyde gerçekleşmesinin ve şiddetten arınmış, duyunç özgürlüğüne dayalı, hoşgörülü bir ortak yaşamın amaçlandığı insancıl bir hukukun gündelik yaşama daha çok dönüşebilmesi içindir. Cicero’nun “suum quique tribuere” (“Herkese hak ettiğini vermek”, Ulpian’da ayrıca neminem laedere “Kimseye zarar vermemek”) ilkesiyle, “Altın Kural” (“Kendine yapılmasını istediğin/istemediğin şeyi sen de başkasına yap/yapma”) ilkesiyle, Kant’ın “Koşulsuz Buyruk”uyla (“Nihai amaç olarak insan” ve “Genel yasa olmasını isteyebileceğin ilkelere göre davranmak” buyruğuyla), Rawls’un “Denkserlik” (“Tüm katılanların külfetten ve nimetten eşit pay alacakları biçimde davranmak”) ilkesiyle, Hans Jonas’ın “Sorumluluk” (“Ediminin sonuçlarının İnsan Yaşamını ve Çevre’sini halen ve gelecekte tahrip etmeyeceği, tehlikeye sokmayacağı, zaafa uğratmayacağı bir biçimde davranmak”) ilkesiyle, Kaufmann’ın “Hoşgörü” (“Kavrayışlarını doğru bulmadığın kişilere de saygı duymak ve onları tanımak”) ilkesiyle bu insancıl hukukun pekiştirilmesi gerekiyor. Gündelik yaşamımızı, ülke hukukunu ve siyasetini bu ilkelerle düşünüp, kavramaya çalıştığımızda; ulusal ve küresel boyutta bunların geçerliliği için çabaladığımızda, dünyanın bize, olduğundan daha farklı, daha aydınlık görüneceğini düşünüyorum. Bu ilkelerin hiçbiri hiçbirimiz için elbette yeni düşünülmüş şeyler değil. Ama pek çoğumuz için bunlar belki itibarını, inandırıcılığını yitirmiş durumda. Birbirimizde aramaya güvenimizin, cesaretimizin, niyetimizin bulunmadığı bir kavgalı yaşamı seçmiş haldeyiz. Bu kısır kavgayı, bu ilkeler uğruna vermemiz gereken savaşımdan uzak tutmalıyız. İlkinde bunlardan karşılıklı vazgeçmişlikle bugünümüzü, geleceğimizi, birbirimizi gözden çıkarıyoruz. Bir açılım zorunluysa, bu ilkönce bu temelde birlikte başaracağımız bir hümanist açılım olmalıdır. Açık olmak, birbirimizin zihninde, yüreğinde bu ilkeleri var saymak; kendi eylemimizin yalnızca bu ilkelere dayandığına herkesi kuşku bırakmayacak kanıtlarla ikna etmek… Son zamanlarda yaşadığımız vahim sorunları ancak bununla aşabiliriz. Bunların dışında gelecek olan her şey er ya da geç bir çözülmedir. B ilimde ilerleme, araştırıcılıkta liyakat üzerine kurulmuştur; bilim üretme ve bunu yayma üzerine kurulu olan üniversiteler hamle yapmayı planlıyorlarsa, bilimsel liyakatı değerlendirme ile akademik terfilerde adil bir objektif sistem bulmak ve onu benimsemek zorundadır. Neredeyse 4 yıl önce yine bu dergide, bilimsel başarımın temel göstergesi olan ve bilimsel dergilerin sınıflanmasında uzun yıllardır kullanılmakta olan bilimsel atıfları değerlendirmede, bir dizi ölçüt önerirken, yurtiçi kurumlara öncelik veren, yazarlık sırasını ve kendi kendine atıfları dikkate alan ağırlık sisteminin geliştirilmesinde isabet olacağı üzerinde durmuştum (1). TÜBİTAK dağıttığı ödüllerde, esas itibariyle yurtdışı kurumlarda çalışarak bilim üreten Türk bilim insanları için üç yıldır ayrı bir ödül ihdas ederek ve ödül esasları uyarınca ödüller için seçilen yayınlar yapıldığı sırada adayın ülkemizde bir kurum/kuruluşta görevli olması ilkesini benimseyerek, anılan ilkeye uydu. Benzer anlayışın, üniversitelerde ve diğer ödül jürilerinde yer alıyor olması umulabilir. YAZARLIK SIRALAMASI Bir yayındaki yazarlık sırasının bilimsel katkıdaki pay için en önemli bir gösterge olduğu tartışılmasa dahi, ülkemizde bunun dikkate alındığının işaretlerini pek göremiyorduk. Genç bir mühendis öğretim üyemizin CBT’de yeni yayınlanan makalesi (2), bu bakımdan üzerinde durulmaya değer. Sayın Utku, yazarlıkta sıralamanın önemine inanmış biri olarak ve adil bir nicel sistem geliştirmek amacıyla kafa yormuş ve “bilimsel etkinlik faktörü” için bir formül önermektedir. Bu bağlamda, ortak yazarlı bir eserde yazarlık sırası yayın payını belirleyen temel unsur olarak alınırken, yazışma yazarlığına ek bir küçük pay ve son sıradaki yazara da hatırı sayılır bir pay eklenmektedir. Formülde yazarlık sırasının yayın payını eksponansiyel olarak etkilemesi de mantıkidir. Tablo’da verdiği örneklere göre, yazışma yazarı da olan ilkyazar 1 sayı elde ederken, sonuncu yazar 6 yazarlı bir eserde 0.14, yirmi yazarlı bir eserde 0.12 etkin yayın sayısı almaktadır. Oranlar makul görünmektedir. Katılmadığım husus, bir yayından sağlanan toplam etkin yayının bu denkleme göre 1 değil, ortak yazarlığın sayısına göre 1.4, 1.7, 2’den fazla, 3’ten fazla olarak değerlendirilmesidir; yani yayının yazarı fazla ise, diğerinden daha etkin yayın sayılmasıdır. Bu ilkeleri kullanan, ama her yayında (ve her atıfta) toplamın 1 olacağı bir kesir sistemini geliştirmek daha makul ve adil olacaktır. Mühendis Utku’nun böyle bir formül geliştirebileceğini düşünüyorum. Dört yıl önceki makalemde, sonuçta buna benzer kaba kesirler önermiştim. Ulusların bilimsel performansını değerlendiren ABD National Science Foundation’in periyodik yayınlarında (3), atıflar için kesirler kullandığını belirtmekte isabet vardır. Bu tarz değerlendirmeler ne kadar çapraşık görünse de, objektif olup uygulanması gereklidir. Bilim insanları için çapraşıklık her gün karşı karşıya kaldıkları olağanlıklardır. Kesirsel kredi uygulamasına itibar etmeyenlerin, yalnız ilk yazara kredi vererek değerlendirmeleri tavsiyeye değer (4). Aksi halde, günümüzde giderek artan çokmerkezli çalışmalarda örneğin 50300 yazarın yer alması, bir yayından bu kadar etkin yayın (veya atıf) sağlanması gibi abes sonuç doğurur. Atıf ölçütünün objektif kullanılmasının bir diğer esası, kendi kendine atıf oranı yüksek (örneğin %2530’dan fazla) olanlarda, “fazla” atıfların hiç dikkate alınmaması ya da 0.5 ağırlıkla değerlendirilmesi olabilir. ULAKBİM Türkiye Bilimsel Yayın Göstergeleri’ne (5) göre, 2006 yılına kadar geçen 26 yıllık dönemde ülkemizde kendine atıflar alınan tüm atıfların %74’ünü oluşturmuştur. Bu aşırı yüksek oran, örneğin klinik tıpta %55 iken, kimya alanında %89’a varmıştır. Toplam atıflarda kendine atıf payının zamanla geniş ölçüde azaldığını zannediyorum. Toplam atıf sayısının bilimin gerçek boyutu ile bağıntısının çok güçlü görünmemesinden dolayı, son yıllarda atıfla ilgili kullanılan bir diğer ölçüt, değişik bilim alanlarında atıf alan yazıların üst %1’ini oluşturan (kısaca üst %1, top 1% olarak anılan) makalelerin sayısıdır. Bu ölçüde başarı gösteren bilim insanımızın az sayıda olması dikkate alınırsa, hiç değilse en değerli veya yüksek atıflı 35 yayınının özellikle değerlendirilmesi yerinde olur. Son olarak, yeni yayınların çarnaçar sınırlı sayıda atfa mahzar olacağı göz önünde tutulunca, bir bilim insanının son 4 yılda gerçekleştirilmiş yayınlarını mercek altında bir de bu açıdan incelemekte isabet olduğu belirtilebilir. Bilimsel liyakatı objektif biçimde değerlendirmelerden, üniversiteler, sanayi ve meslek kuruluşları yararlanabilir; bu yaklaşım ülkemizde öğretim üyesi ve görevlisi sayısının giderek artması nedeniyle, hem bilimi teşvik, hem de kaynakların tahsisinde isabet için bir ölçüt oluşturacaktır. Bilimsel dergilerin ve üniversitelerin nesnel temellere göre sıralandığı günümüzde, bilim insanlarımız açısından da ilgililerin tavır almasını dilerim. Kaynak: Onat A: Bilimsel performansta alınan atıfları objektif değerlendirme. Cumhuriyet BT, 29 Nisan 2006, sayı 997, s.20 Utku M. Akademik yükseltme ve değerlendirmelerde bazı noktalar. Cumhuriyet BT, 6 Kasım 2009, sayı 1181, s.14 National Science Foundation, Division of Science Resource Statistics. Science and Engineering Indicators 2006. Citations of Articles. King DA: The scientific impact of nations: What different countries get for their research spending. Nature 2004; 430:3116 ULAKBİM Türkiye Bilimsel Yayın Göstergeleri (I) 19812006. Demirel İH, Saraç C, Gürses EA (Ed.) TÜBİTAK, Ankara, 2007. s 255 CBT 1183/15 20 Kasım 2009