06 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GDO’lara Eleştirel Bakış Ekim ayının son haftasında çıkarılan yönetmelik nedeniyle GDO’ların gündeme gelmesi, konunun bütün yönleriyle ele alınması ve kamuoyunun bilinçlendirilebilmesi için tarihi bir fırsat oluşturdu. Ancak, konunun can alıcı yönlerinin bütünlük içinde ele alınmaması, toplumun biyoteknoloji uygulamalarını tanıması ve bu konuda bilinçlenmesi bir yana, kafaları iyice karıştırdı ve geleceğe dönük kaygıları arttırdı. Yrd. Doç. Dr. Oğuz Özdemir, Muğla Üniversitesi Eğitim Fakültesi, oozdemir@mu.edu.tr “Ne yersen, osun….” Çin atasözü. GDO’ların çeşitli alanlarda kullanımının potansiyel yararlarının ve olası risklerinin bütünlüğüne ele alınabilmesi ve tartışmaların Türkiye’nin bu konudaki biyoteknoloji politikalarına katkı getirebilmesi, konuya “bütünleşik” bir yaklaşımı gerektiriyor. Buradan hareketle, bu güne kadar konu hakkında yapılan tartışmalar ve 6 Kasım 2009 tarihinde Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi’nde çıkan Prof. Dr. Selim Çetiner’le GDO’lar hakkında yapılan röportaj üzerine eleştirel bir bakışla şu saptamaların yapılmasında fayda var. GDO’lar kamuoyu tartışmalarına başta gıda ve tohum şeklinde girdi. Oysa, GDO’lar sadece gıda ve tohum demek değil. Biyoteknoloji uygulamalarıyla geliştirilen GDO’lar gıda üretiminin yanında, sağlık sektöründen endüstri sektörüne kadar oldukça geniş bir yelpazede kullanılmakta. Dolayısıyla, GDO’ları gıda üretimiyle sınırlı tutarak tartışırken, diğer alanlardaki potansiyel yararlarını ve getirebileceği olası problemleri gözden kaçırmamak gerekir. GDO’ların tarımsal üretimini ve gıda şeklinde tüketilmesini tartışmadan önce, Türkiye’nin gıda ihtiyacını karşılayabilmesi için GDO’lara ihtiyacının olup olmadığının gerçekçi şeklide analiz edilmesi gerekir. Bu bağlamda öncelikle Türkiye’nin klasik yöntemlerle tarımsal üretim potansiyelinin ne kadarını etkili şekilde kullanabildiği bilinmeli. Uzmanlar ve Tarım Bakanlığı’nın en üst düzey yetkililerinin açıklamalarına göre, Türkiye’nin tarımsal potansiyelini etkili şekilde kullanamadığı yönünde tam bir görüşbirliği var. Buna göre, ülkemizin bu potansiyelini etkili şekilde değerlendirebilirse tarımsal amaçlı GDO’lara ihtiyacı bulunmadığını gösteriyor. GDO’ların risklerinin değerlendirilmesi doğru yapılmıyor. Diğer GDO taraftarları gibi Sayın Çetiner de GDO’ların insan ve çevre sağlığına yönelik risklerini şu ana kadar ortaya çıkan bulgular sınırlılığında ele almakta; tarım ilaçları, hormonlar gibi ilgisiz diğer örneklerle karşılaştırarak zararlı olmadığı yargısına ulaşmakta. Oysa, doğaya yönelik bir müdahalenin insan ve çevre sağlığına yönelik etkilerinin öngörülebilen süre içinde tam olarak anlaşılabilmesinin mümkün olmayacağını yaşanan deneyimler gösteriyor. Nitekim, Avrupa Birliği’nin GDO’lara yönelik politikasını “belirsizlik” ve “öngörülemezlik” ilkeleri oluşturuyor. Bu bağlamda, GDO’ların insan ve çevre sağlığı üzerindeki “zararsızlığı” tam olarak anlaşılıncaya ve bu konudaki belirsizlikler ortadan kalkıncaya kadar, gen teknolojisinin tarımsal uygulamalarına ihtiyatla yaklaşılmakta ve tedbirli davranılmakta. Özellikle, GDO’lardan ekosistemin diğer unsurlarını “gen kaçışı”nın tam olarak önüne geçilebilmesi mümkün görülmüyor. Bu nedenle, GDO’ların çevresel etkilerini kısa vadede tam olarak belirleyebilmek ve denetlemek mümkün değil. Örgütü’nün (WTO) baskısıyla organizmaların genomlarında yapılan değişiklikler “buluş” olarak kabul edildi ve bu tür değişikliklere “patent” verilmesi olanaklı kılındı. Tarımsal biyoteknoloji ürünlerinin patentlenerek tekel altında alınması, “tarım emparyalizmi”nin yeni biçimi olan “küresel gıda soygunu” olarak değerlendirilmekte ve “gıda egemenliği”ni ortadan kaldıracağı düşünülmektedir (BAYRAM, 2008). Bu çerçevede, biyoteknoloji sektörünün tekelci yapısının Arjantin, Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerin tarımsal sistemlerini nasıl dışa bağımlı hale getirdiğini, (ENGDAHL, 2009 ve SHIVA, 2006) bütün açıklığıyla gösteriyor. Türkiye’nin GDO’lara dayalı tarımsal üretimin Türkiye’de yaygınlaşmasının “faydamaliyet” analizinin sağlıklı şekilde yapılarak, uzun vadeli getiri ve götürülerinin dikkatli şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. 4. Canlıların genomlarının kendi içinde ve çevreyle etkileşiminin bütünlüğünün gözetilmesinin yerine, “indirgemeci” bakışla belirli özelliklerden sorumlu olarak görülen spezifik genler üzerine odaklanılması, hem bilimsel anlamda hatalı hem de tehlikeli bir yaklaşımdır. Nitekim, canlılarda gen ifadesini ve biyolojik karakterlerin oluşmasında etkili olan ‘DNARNAProtein” arasında geçen süreçlerin oldukça karmaşık ve tam anlamıyla öngörülemez oluşu, indirgemeci yaklaşımın biyolojik özelliklerin ortaya çıkış sürecinin anlaşılmasında yetersiz kalacağının göstergesi olarak kabul edilmektedir (TRAAVIK, 2007). Bu nedenlerle, organizmaların içinde bulundukları çok yönlü etkileşim göz ardı edilerek, biyolojik süreçlerin belirli genlerin davranışlarıyla sınırlı tutan indirgemeci determinist anlayışın öne çıkarılması, insan ve toplum hayatını öngörülemeyecek ve telafi edilemeyecek sürece sokabilir. 5. Gıda üretiminin ve pazarlanmasının yeni teknolojilerle ve süreçlerle gittikçe karmaşıklaşması, “tarladan sofraya” şeklinde betimlenen gıda zincirinin ‘izlenebilirliğini’ iyice zorlaştırmakta ve tüketicilerin yediklerine yabancılaşmalarını kaçınılmaz hale getirmektedir. Bu da, üretici ve tüketicilerin özgür şekilde tercih yapabilme şanslarını zorlaştırıyor ve insanoğlunu doğadan uzaklaştırıyor. Bu bağlamda, genel olarak tüketim eylemleri, özel olarak beslenme tercihleri insan gereksinimlerinin doyurulmasından öte, insan ve toplum hayatı ile doğal yaşam üzerinde çok yönlü ve kalıcı etkileri olan insan faaliyeti olduğu (Gardner, Assodourian ve Sarin, 2004) gerçeği dikkate alındığında, GDO’lara dayalı üretim ve beslenmenin beslenme kültürünü olumsuz yönde etkileyeceği ve insanın doğadan iyice kopmasına yol açabileceği söylenebilir. SONUÇ: Her şeyden önce ekosistemlerin ve sosyal süreçlerin ‘çok nedenliçok sonuçlu’ ilişkisel dinamiği, genetik mühendisliği uygulamalarıyla ekosisteme yönelen müdahalelerin indirgemeci mühendislik paradigması yerine, “ekolojik paradigmaya” uygun düşen sistemik yaklaşımıyla ele alınmasının daha yerinde olacağını gösteriyor. Bu bağlamda, ekolojik, ekonomik, sosyal ve politik süreçlerin çeşitliliği ve karmaşıklığı dikkate alınmadan, belirli hedeflere yönelen tüm teknoloji uygulamarında olduğu gibi gen teknolojisinde de sadece “öngörülebilir süreye“ ve “pratik yararlara” odaklanılması, biyoteknolojik uygulamaların sürdürülebilir şekilde değerlendirilmesini zorlaştırmakta, dolayısıyla beklenen toplumsal gönencin sağlanamaması tehlikesini doğurmaktadır. Editör notu: Yazar, “2003 yılında GDO’ların Doğal Çevreye Etkileri ve Avrupa Birliği Açısından Değerlendirilmesi” başlıklı doktora tezi yazdı bu konuda araştırmalarını sürdürdü. Ayrıca, 20072009 yılları arasında “Türkiye’de Tüketicilerin GDO’lara Yönelik Bilgi ve Eğilimleri” başlıklı TÜBİTAK projesi yürüttü ve sonuçlandırdı. Yararlanılan Kaynaklar: BAYRAM, M., Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar, Hayykitap, İstanbul, (2008). ENGDAHL, F.W., Ölüm Tohumları“Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Oyunlar”, çev: Şulekoğlu Ö., BilimGönül Yayınları, İstanbul, (2009). GARDNER, G., ASSADOURİAN, E. VE SARİN, R. Günümüzde tüketim. Dünyanın durumu, Özel konu: Tüketim toplumu (321). İstanbul : (2004). TEMA Yayınları MORİN E., Complexity, International Social Science Journal, 26, 4, 555582, (1974). ODUM, E. P., Barrett, G. W., Ekolojinin Temel İlkeleri, ed: Işık K., Palme Yayıncılık, Ankara, (2008). ÖZDEMİR O., GDO (Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizma)’ların Tarımsal Üretimde Kullanımı, Yönetimi ve Avrupa Birliğine Uyumlaştırılması, Ankara Avrupa Birliği Araştırmaları Dergisi, 3, 2, (2004). SHIVA, V., Küresel Gıda Soygunu“Çalınmış Hasat”, Bgst Yayınları, İstanbul, (2006). TRAAVIK, T., Ching L., Biosafety Fırst. “Holilstic Approaches to Risk and Uncertainty in Genetic Enginieering and Genetically Modified Organisms, Tapir Academic Pres, Trondheim, (2007). Lomber Dejeneratif Disk Hastalığında Cerrahi Baştarafı 13. sayfadan Dinamik stabilizasyonda belin hareketini korumak önemlidir ama öncelik en zararsız şekilde ağrının giderilmesidir. Karından uygulanan dinamik stabilizasyonda yük omurganın arka kolonları ile paylaşılır. Belden yapılan dinamik stabilizasyonda ise yük ağırlıklı olarak iki taraflı faset eklemlerinin oluşturduğu kolonlardan aşağıya iletilir. Ön kolonda yüklenme azalır. Karından uygulanan dinamik sistemler genç ve faset eklemleri sağlam olan hastalar için uygundur. Kullanım alanı kısıtlıdır. Tek mesafeden fazlası önerilmez. Belden uygulanan dinamik sistemler ise tekrarlamış bel fıtıkları, omurlar arası kayma (instabilite), dar kanal, siyah disk, annulusda 6mm’den fazla yırtık varsa, dejeneratif skolyoz (omurga dizilim bozukluğu gelişmesi) gibi bölgesel stabilite kusurlarında birden fazla seviyeye ve her yaşta kullanılabilir. Avrupa’da 30 yıldır, ülkemizde 7 yıldır kullanılmaktadır, ancak ABD’de kullanım izni yok. Günümüzde uygulanan seçenekler; vida sistemleri (dinamik vida; dinamik rod; dinamik rod+dinamik vidanın birlikte kullanılması) ve yapay faset eklemleridir. Sonuçta, yaşı genç ve diski toparlanamayacak kadar hasarlı hastalarda total disk protezi yapılabilir. Ancak belden uygulanan sistemlerin yukarıda da bahsedildiği gibi daha geniş bir kullanım alanı vardır. Tek mesafede dinamik vida, uzun segment stabilizasyonlarda ise dinamik vida ile birlikte dinamik rod kullanmaktayız. CBT 1183/14 20 Kasım 2009 SOSYOEKONOMİK ETKİLERİ GDO’ların sosyoekonomik etkilerinin, insan ve çevre sağlığına yönelik etkilerine oranla daha öngörülebilir olduğu söylenebilir. Sayın Çetiner, GDO’ların yaygınlaşmasının yol açabileceği sosyoekonomik sorunları kabul etmekle birlikte üzerinde yeterince durmuyor. Oysa, konuyla ilgisi olan herkesin çok iyi bildiği gibi, Dünya Ticaret
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle