Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Bugün İzmir, Eskişehir, Mersin ve Uludağ Teknoloji Geliştirme Bölgeleri ile Konya, Antalya ve Göller Bölgesi Teknokentleri’ni tarayacağız... Adlarındaki fark sizi şaşırtmasın; hepsi ‘bölge’ statüsünde... Teknoloji Geliştirme Bölgelerimizde Hal ve Gidiş (4) Ankara, İstanbul ve Kocaeli’den sonra diğer illerimizdeki bölgelere göz attığımızda da resim pek fazla değişmiyor. Örneğin, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nü merkez alan İzmir Teknoloji Geliştirme Bölgesi’ni ele alalım: Verilen listede 61 firma yer alıyor (13.08.2008). Bunlardan faaliyet konularını belirleyebildiğim 56 firmanın %60,7’si (34 firma) yazılım firması. Diğer 22 firma içinse anlamlı bir sektörel ağırlık ortaya çıkmıyor. Bunların içinde elektronik ve makina imalat sanayilerinden dörder; malzeme teknolojilerini konu alan iki firma var. Kalan 12 firmanın her biri ayrı bir sektörde faaliyet gösteriyor; dağılım akuakültürden başlayıp, gıda, kimya, biyokimya...Çevre ve tıp teknolojilerine kadar uzanıyor. Konya Selçuk Üniversitesi’ni merkez alan Konya Teknokent, ilin sanayi coğrafyasına göre bir politika izlendiği iddiasında. Deniyor ki: “Konya’daki sanayi kuruluşları, ... Belli bir alanda yoğunlaşmayıp, çok farklı alanlarda faaliyet göstermektedirler. Bu durum göz önüne alınarak, biyoteknoloji, bilişim teknolojisi, elektronik sanayii, savunma sanayii, otomotiv ve makina sanayii, çevre ve enerji teknolojileri, ileri malzemeler, proses teknolojileri alanlarında ARGE yapan firmalara öncelik verilmektedir.” (www.konyateknokent.com.tr) Peki, bu önceliklere göre Konya Teknokent’te nasıl bir resim ortaya çıkmış; ona bakalım. Verilen listeye göre, Teknokent’te yer alan “firma ve kuruluş” sayısı 101 (15.08.2008). Bunlardan “...Teknik Eğitim Merkezi” gibi kuruluşlarla (sayıları altı) faaliyet konularını belirleyemediğim sekiz oluşumu bir yana bırakırsak, geriye 87 firma kalıyor. Bu 87 firmanın 49’u, demek yarıdan çoğu (%56.3’ü), yine yazılım firması... Diğer 38 firmaysa 14 ayrı sektörden (parantez içindekiler firma sayıları): Mühendislik ve danışmanlık hizmetleri (5); inşaat (5); otomotiv yan sanayii (4); makina imalât sanayii (4); tarım teknolojileri (4); elektrikelektronik sanayii (3); mekatronik (2); tıbbi cihaz (2); kimya (2); çevre (2); enerji (2); gıda (1); üretim ve süreç kontrol (1); yayıncılık (1). Bu resim, Konya’nın çok parçalı sanayi coğrafyasının bir yansımasıysa, bu parçalılığa rağmen yazılım firmalarının Teknokent’te kazandığı ağırlığı nasıl açıklayacağız? Sorunun yanıtını gelecek haftaya bırakıp kalan birkaç bölgeye de şöyle bir göz atalım: Aslında bunlar, firma kabulüne oldukça yeni başlamış bölgeler... Akdeniz Üniversitesi’ni merkez alan Antalya Teknokent’e kabul edilmiş 24 firma var (18.08.2008). 16’sı (%66.6) yazılım firması... Faaliyet konusu tıp teknolojileri olan üç; elektronik, makina imalat, biyoenerji ve nanoteknoloji ile uğraşan da birer firma var. Eskişehir Teknoloji Geliştirme Bölgesi’ndeki 12 firmadan 8’i; Süleyman Demirel Üniversitesi’ni merkez alan Göller Bölgesi Teknokenti’ndeki 12 firmadan 9’u; Mersin Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi’ndeki 15 firma’dan 9’u yazılım firması... Uludağ Üniversitesi’ni merkez alan ve yeni binası 14 Haziran’da açılan Uludağ Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nde (ULUTEK) şu anda (22.08.2008) 32 firma var. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın Aylık Yayın Organı Bursa Ekonomi’nin 2007 Şubat sayısında ULUTEK’i yöneten şirketin Genel Müdürü Prof. Dr. Agâh Uğuz’la yapılan bir söyleşi yer alıyor. Sayın Uğuz o tarihlerde demiş ki: “ULUTEK’in 470 bin metrekarelik arazisinde bir otomotiv vadisi kurmayı hedefliyoruz... ODTÜ ve Bilkent’in teknoparkları büyük oranda bilişim üzerine çalışıyor. Biz ise otomotive ağırlık veriyoruz.” Ama bugün, mevcut 32 firmanın dağılımına baktığımızda, yazılım firmalarının yine önde gittiğini görüyoruz. Otomotiv ve yan sanayi üçüncü sırada. İkinci sırada mühendislik ve danışmanlık hizmeti veren firmalar var. Özetle, hal ve gidiş burada da pek farklı değil. ULUTEK’le bitirdiğimiz bu taramadan, bölgelerin geleceği konusunda genel bir sonuç çıkarabilir miyiz, bunu da gelecek hafta yine birlikte görelim... Kavganın faydaları... Orhan’la Cumhuriyet Bilim Teknoloji’de yaptığımız tartışmayı Hürriyet’ten Sefa Kaplan müthiş bir hınzırlık yaparak ‘kavga’ başlığıyla sundu ve ‘mâlum’ medyanın tartışma kültüründen nasibini alamamış inanma uzmanlarını kündeye getiriverdi! Orhan’la hakikaten kavga ettiğimizi sananlar aman ne mutlu olmuşlar. (Ben ‘kavga’ akabinde medeniyetten uzak bir yerlerde olduğum için haberleri bana Orhan’la Sefa telefonla bildiriyorlardı.) Eh, hep onlar bizi akıllarınca afişe edecek değiller ya, onların sırtından eğlenmek biraz bizim de hakkımız! Celal Şengör O CBT 1120/ 6 5 Eylül 2008 rhan Gündem’de anlattı, biz daha böyle ne ‘kavgalar’ yapmışız! Hani bazan bizim birbirimize ne denli sert girdiğimizi görse bu inanma uzmanları, korkarım cinayet çıkacak korkusuyla polis bile çağırırlar. Fakat tartışma Cumhuriyet gazetesinin sebebi mevcudiyetidir. Hepimiz aynı fikirde olsak, hepimize ne gerek var? İlhan Ağabeyimiz hepimiz adına Pencere’yi yazar, bir yaprağın bir yüzüne basar ve dağıtır, biz de işten kurtulmuş oluruz. Amma gelgelelim durum böyle değil. Bizler inanmayı öğrenemediğimiz için sık sık birbirimize gireriz. Bu ‘kavgalar’ bazan haftalar, aylar, hattâ yıllar sürer! Meselâ Orhan’la Marksizm hakkındaki kavgamız sağlıklı bir şekilde on altıncı yaşına bastı. Ama bu on altı yıl süresince ben ‘kavgamız’ sayesinde aman neler neler öğrendim, Orhan’ın fikirlerini tepeleyebilmek için yarım kütüphane yayın topladım, bana öğretmenlik yapması için Arif Çağlar’ın kafasını sürekli ütüledim, hatta bir de Amerika’da basılan kitap yazdım. Ancak tüm bu ayrılıklarımız aslında ortak bir temel üzerinde yeşerir: İnsan aklının doğruyu bulabilme gücüne olan güven. Bizler aklımızın yatmadığı hiçbir şeyi kabullenemeyiz. Hepimiz bilgi dağarcıklarımızın son derece sınırlı olduğunun bilincinde olarak birbirimizi ikide birde kızdırmak suretiyle, karşımızdakinin dağarcığının sonuna kadar ortaya dökülmesini temine çalışırız. Büyük Hocam Prof. Kevin Burke biz öğrencilerine sık sık derdi ki: Bir bilimsel toplantıda tebliğ verirken dinleyiciler arasından en az bir kişiyi kızdırmadıysanız, o tebliğ boşa gitmiş demektir. Çünkü size kızan kişi, gidip sizin dediğinizi çürütebilmek için ne kadar bilgi bulabilirse toplayıp, bunları gelip sizin suratınıza atmak isteyecektir. Suratınıza atılan bilgiler ise sizin kazancınızdır. Hele bu bir de yayımlanırsa, tüm toplumun kazancı olur. İşte dindar kafa bu davranış tarzını anlayamaz. Orhan pek güzel vurguladı: Abdullah Bey’in aklı fikri inançta: Üniversitede de onu görmek istiyor. Halbuki üniversitede inançlar değil, fikirler çarpışır ve veriyle çelişen fikir elenir. İnançlı insan inancı uğruna ölür. Halbuki bilimsel yaşamda insanların yerine fikirleri ölür, insanlar galip fikirleri paylaşarak daha mutlu, daha tatmin olmuş ve daha refah bir yaşam sürerler. Sevgili okuyucularım: Orhan’la benim (ve eminim başka yazarlarımızın) daha nice ‘kavgalarımıza’ şahit olacaksınız. Aman sakın Sefa gibi hınzırların oyununa gelip telaşlanmayın. Yalnız bu oyuna gelen ahmaklara bakıp kahkahalarınızı salıverin. Sefa da haberi yaptıktan sonraki telefon konuşmamızda ‘şimdi seyreyle sen gümbürtüyü’ deyip kıs kıs gülüyordu. Beklediği de oldu! Ama bir şey daha oldu (Sefa bunun olmasını da istiyordu ve iki çocuk babası Sefa’nın haberi yapışındaki esas amaç da zaten buydu): Üniversitelerimizi uzun zamandır kemiren gerçek bir problemi bu gümbürtü sayesinde herkesi yerinden zıplatarak ortaya döküverdik. Bu problem ne Sayın Sezer’in, ne Sayın Gül’ün, ne Sayın Gürüz’ün, ne Orhan’ın, ne Sefa’nın, ne benim, ne de bir başkasının özel sorunudur. Bu problem takım tutarak çözülemez. Üniversitelerimizin bilimsel yönetimi ve dolayısıyla gençlerimizin adam gibi yetişmesi hepimizin sorunudur ve bunu temin etmek ülkemizin bekâsı için en öncelikli gereksinimlerimizden biridir. Bu haftaki köşe yazımda ben sorunun Orhan’la ‘kavgamızla’ ortaya gelen bir cephesini, rektör atamalarında bilimsel kıstasın önemini, ele aldım (hani üniversitede rektörün bilimselliği konu olabilir mi diye sorası geliyor insanın, değil mi? İşte ülkemizde üniversitenin nerelere kadar düştüğünün acı bir göstergesi). Buna değişik cephelerde hep birlikte devam edeceğiz. Hepiniz ‘kavgaya’ davetlisiniz!