Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kültür Uygarlığa Direnen Toplum Cumhuriyet çağın yapısına o denli uyum içinde olan bir programla kurulmuştu ki, içeriden ve dışarıdan Lloyd George’lar cumhuriyeti sökemediler. Ne var ki Antalya yangınları, Ankara barajlarında su stok’unun tükenmesi ya da İstanbul içinde Selimiye’yi havan topuyla ateşe tutan insanların varlığı, köktenci cahilleri fazla uyaramıyor. Rektörleri türbancı kimlikleriyle seçen bir mekanizma çalışıyor. Doğan Kuban ünyanın bütün cahil insanları kadercidir. Ignazio Silone 1915’de Apennin’lerde Abruzzi bölgesinde 50.000 kişiyi öldüren depremden sonra halkın harabeler içinde tam bir ‘apathie’ ile bu olup biteni kayıtsızlıkla izlediğini ve zengini, fakiri, genci, yaşlıyı, idare edeni ve edileni hiç ayırmadan yok eden bu doğal afetin herhangi bir açıklamasını da aramadıklarını anlatır (The God That Failed, Ed. Richard H. Crossman, 1949). Konya’da Kuran kursu yangınında ölen kızının şehit olduğunu söyleyen baba İtalyan köylüleri gibi bir insan. Bunun şehadet olmadığını bilecek kadar din bilgisi de yok. Açıkça: ‘Ben mücahit yetiştiriyorum’ demek istiyor. O kadar yüksek bir amaç için yetiştirdiği çocuğunu ne kadar Köylülerin rektör olma şansı aptalca harcaAtatürk Cumhuriyeti reformlarının dığının farkında değil. Bir sonucudur. Gerçi nasıl köylü kente kaç kuruş ekgöçse de köylü kalıyorsa, fazla demek parası için ğişmeden rektör de olabiliyor. Kuran kursu Bugünün yaşamında köylülük, taöğrenciliği, bir kaç kuruş için rımsal toplum davranışlarından şikâyetçi olmakurtulamamak ve özgürlüğün mak ve bir de bilinçlendirilememesi anlamına din şehitliği ödülü. Somut gelir. Çağa uyum sağlayamayan bir fakir cehaköy mantalitesi tümel bir egemen leti tanımı. kültürel özelliktir. Köylü en yüksek Avrupa’ya koltuklara da oturabilir. Buna Yedi uzun süre kafa tutmuş, örgütSekiz Hasan Paşa (Abdülhamid’in l e n m i ş yazı yazma bilmeyen Beşiktaş muOsmanlı tophafızı) sendromu diyebiliriz. Bir lumunun 20. Osmanlı özelliğidir. yüzyıl başında iflasının kültürel, bilimsel, teknolojik ve ekonomik nedenlerini anlamayanların, çok daha karmaşık bir dünyada 21. yüzyıl Türkiye’si için herhangi bir çözüm önermeleri olanaksızdır. Biz o iflastan sonra savaşarak Cumhuriyet’i yarattık. Avrupa zorbalığına başkaldıran o mücadele 200 yıllık bir yenileşme çabasının birikimine dayanıyordu. Mustafa Kemal bir Osmanlı paşası idi. Lord Curson’ın İsmet Paşa’ya ‘sonunda yine bize muhtaç olacaksınız!’ dediğini de hatırlıyoruz. Cumhuriyet iki yüz yıllık yenileşme çabalarının çok daha köktenci ve kurtarıcı bir dev aşamasıydı. Savaştan sonra olağanüstü reformlarla Batı dünyasının şaşırttık, hatta hayranlığını kazandık. CBT 1120/ 10 5 Eylül 2008 D talıkları nüksediyor ve Lloyd George ve manda rejimi artıkları da yeni bir sömürge yaratma çabalarını utanmadan sürdürüyorlar. Bunlar Avrupa ve Amerika’nın demokratik ilkelerini ve 200 yıllık tarihlerini akıl almaz bir ikiyüzlülükle saptırıyor. Nüfusunu besleyememek; iklim düzenini, büyük doğal facialar sonunda kaybetmek; su kaynaklarını, çağdaş teknolojiyi yaratan enerji kaynaklarını tüketmek tehlikesiyle karşı karşıya olan bir dünyada 19. yüzyıl artığı bir emperyalizm, sözde uygarlık temsilcilerinin sözde temel motivasyonu olmakta devam ediyor. Afganistan’da, Tibet’te, Irak’ta, Gürcistan’da askeri zorbalıklar, politikacıların sürekli uygarlık, demokrasi yalanlarıyla örtülemese bile insanların hakları yeniyor. Dünya medyası ilkel bir kapitalizmin hizmetinde, sirklerdeki palyaço hizmeti görüyor. Dünyanın yaşamsal sorunu tektir: Giderek artan dünya nüfusunun doyurulması. Bunun ne kadar hakça olacağını saptamak olası değil. Gerçekleşebilmesi dünya toplumlarının bilim ve teknolojiyi sadece kapitalistlere yeni kazanç alanları açmak için değil, açları doyurmak için akıllıca kullanmasına bağlıdır. köylülük tarımsal toplum davranışlarından kurtulamamak ve özgürlüğün bilinçlendirilememesi anlamına gelir. Çağa uyum sağlayamayan köy mantalitesi tümel bir egemen kültürel özelliktir. Köylü en yüksek koltuklara da oturabilir. Buna Yedi Sekiz Hasan Paşa (Abdülhamid’in yazı yazma bilmeyen Beşiktaş muhafızı) sendromu diyebiliriz. Bir Osmanlı özelliğidir. Cumhuriyet’in yetiştirdiği köylülerin idari sorumluluk düzeylerine gelmeleri çok büyük bir devrimdir. Köylülükten kurtulamasalar bile, varılan sonuç Cumhuriyet’in Türkiye’yi diğer İslam ülkelerinden birkaç gömlek yukarıya çekmesini sağlamıştır. Ve gelenekçiler ne sayıklarsa sayıklasınlar, geri dönemeyecekleri aşamalardan geçmişlerdir. Türkiye’de sağlıklı bir dünya görüşünü dile getiren bir söylem ancak okumuş köylüler de ona sahip çıktıkları zaman oluşabilir. Kentlere doluşmuş kırsallar içinde kültür ve uygarlık basamakları tırmananlara (rektör ya da politikacı olmak bunun göstergesi değildir!) bazı çağdaş olma ölçütlerini anımsatmak ve katılımlarını sağlamak gerekiyor. Bu zor bir iş. Ayrıca bu şansın olmadığına inanan umutsuz, kadere küsmüş koca bir aydın gurubu var. Bu BİLİMSEL ÖNCELİKLER Matematikçi, ve filozof Alfred North Whitehead neredeyse bir yüzyıl önce, 1925’de Harvard Üniversitesinde verdiği bir seri konferansta (Bu Lowell Lectures dizisi 1925 de Science and the Modern World’adı altında yayınlanmıştır.) toplumsal gelişme için gerekli bilimsel öncelikleri şöyle sıralıyordu: Evrene ilişkin genel kuramlar, teknolojik uygulamalar, biyolojide uzmanlık ve biyolojik doktrinlerin insanların davranışları üzerindeki etkisi. Whitehead son konuşmasında uygar toplumların yaşamında bilimin bu sorunlar karşısındaki tavrını açıklamaya çalışmıştı. Atatürk de o tarihlerde, arkadaşlarıyla birlikte bilimsel bir atılımın programını gerçekleştiriyordu. Biz bu programın Türkiye’yi diğer İslam ülkelerinin düştükleri köleliklerden kurtardığını yaşayarak gördük. Ulufeli safsata bu gerçeği değiştirmiyor. 1945’den bugüne kadar devrimci programın yavaş yavaş yozlaştırıldığına tanık olduk. Fakat Cumhuriyet çağın yapısına o denli uyum içinde olan bir programla kurulmuştu ki, içeriden ve dışarıdan Lloyd George’lar cumhuriyeti sökemediler. Ne var ki Antalya yangınları, Ankara barajlarında su stok’unun tükenmesi ya da İstanbul içinde Selimiye’yi havan topuyla ateşe tutan insanların varlığı, köktenci cahilleri fazla uyaramıyor. Rektörleri türbancı kimlikleriyle seçen bir mekanizma çalışıyor. Fakat şunu hatırlama gerek: Köylülerin rektör olma şansı Atatürk Cumhuriyeti reformlarının sonucudur. Gerçi nasıl köylü kente göçse de köylü kalıyorsa, fazla değişmeden rektör de olabiliyor. Bugünün yaşamında küskünlük bir sömürücü aracı olma potansiyeli taşıyor. Geri kalmış ülkelerdeki kalın kafalı aydınlarla politikaya soyunmuş köylülerin kaba faşizm tutkuları olabiliyor. Nazilerin ünlü bir hukuk profesörü vardı: Carl Schmidt. Hitlerin en çok kullandığı ‘Total Staat’ gibi kavramları keşfeden bir şarlatandı. Sonradan bir hukukçu onun için bilimin orospusu adını kullanmıştı. Bugünün dünyası teknoloji üreten holdinglere ve politikacılara Schmidt gibi servis yapan akademisyenlerle dolup taşıyor. Onun için Whitehead’in düşüncesinin aradan geçen zamanın zorladığı değişikliklerle, iyi niyetli vatandaşlara duyurulmasının yararına inanıyorum. OSETYA’DA RUS, ANADOLU’DA AMERİKAN ASKERİ Whitehead, bilimin yaşamın dayanma gücüne ve sürekliliğe bağlı olduğunu söyler. Bu süreklilik Atatürk çağının birkaç on yıllık sürekliliği değildir. Bilimin insan düşüncesine katkısı en az Descartes’a kadar uzanan bir felsefi düşüncenin oluşturduğu bir dünya görüşünün ayrılmaz parçasıdır. Tümel bir bilimsel kuramın yöntemi üzerinde düşünen Descartes ‘Discours de la Methode’u (1637) analitik geometrinin kartezyen koordinatlarını ilk kez sunduğu matematik ve fizik üzerindeki yapıtına bir giriş olarak yazmıştı. Bu bağlamda Whitehead, Descartes’in bizim aydınların belki farkında bile olmadıkları bir paralelliği KAPIDA BEKLEYENLER VE İKİ YÜZLÜLER O günden bugüne İslam dünyasının en ileri ve çağdaş ülkesiyiz. Ne var ki gelenekler, yüzlerce yıllık cehaletin tortuları ve zihinsel ataleti, fakirlik, örgütlenmemişlik, kural dışılık ve kapıda bekleyen Lloyd George varisleri, toplumun bugünden yarına farklı bir uygarlık basamağına sıçramasına direniyor. Osmanlı has