24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

(Müslüman İbni Rüşd’ün Hristiyan takipçileri ve Avrupa Rönesansının öncüleri), zamanının önemli bir Hristiyan ilahiyatçısı olan St Thomas Aquinas, İbni Rüşd’e duyduğu saygıya rağmen, karşı çıkmış ve Katolik Üniversitelerde (o zaman Avrupa üniversitelerin hepsi öyleydi) barınmalarını zorlaştırmıştı. Rönesans İtalya’sında, tanınmış ressam Rafael, Vatikan’da bulunan Sistin Çapel’in duvarlarına boyadığı “Atina Ekolü” tablosunda İbni Rüşd ile Aristo’yu yan yana oturtmuş, zamanımızda ise, seküler İspanyollar, İbni Rüşd’ün Kadılık yaptığı Cordoba şehrine, İbni Rüşd’ün büyük bir heykelini dikerek ve “İspanyolArap Filozof” diyerek, övünçle, sahip çıkmışlardı. Çünkü Katolik Kilisesinin yarattığı “karanlık çağdan” kurtulmak için en uzun, en kanlı mücadeleleri onlar vermişlerdi. Yani, seküler Avrupalılar için, geçmişte de şimdi de Hristiyan, Müslüman ayırımı yoktur, fakat fark, dogmalara bağlı, özgürlükleri kısıtlayan inanışlarla özgürlükçü düşünce yolu arasındadır. Esir mühendisler Müh. Cem Özkan 1 GERİLEME Bilim tarihçileri, 13. ve 14. yüzyılda İslam dünyasında bilimin gerilemeye başladığını ve 15. yüzyıla varıldığında geriye fazla bir şey kalmadığını yazar. 8. yüzyıl ile 12. yüzyıl arasında “İslam Aydınlanması’nı” yaratan bilimadamlarının ve filozofların ortak özellikleri Aristocu olmalarıdır. Bunlardan Farabi, (Aristo’dan sonra gelen) 2. Üstad; İbni Sina, Aristo felsefesiyle İslamiyeti entegre eden filozof; İbni Rüşd (Averreos) ise “Yorumcu” (Aristo’nun yorumcusu) olarak tanınmışlardır. Yunan Aydınlanmasının, İslam Aydınlanmasının ve onu takip eden Avrupa Aydınlanmasının temellerinde yatan Aristo felsefesinin en önemli özelliği, doğa olaylarının bilimsel açıklanmasında doğa dışı “güçlerin” dışlanmasıdır; yani, bilimin, dini dogmalardan özgürlüğünü kazanmasıdır, sekülerleşmesidir. Katolik Kilisesi yüzyıllar boyunca bilimi kendi dogmalarına hizmetle sınırlamış, bu dogmalara ters düşen felsefelerin, bilimsel yaklaşımların ve buluşların her zaman karşısında olmuş ve bunları savunanları şiddetle cezalandırmıştır. Avrupalılar, “İslam Aydınlanmasının” fılozoflarından ve bilimadamlarından öğrendikleri sayesinde, yüzlerce yıl mücadele ederek dini dogmaların esaretinden kurtulabilmişler, özgür düşüncenin önünü açabilmişlerdir. Tutucu AşariSünni dogmalarını savunanların Farabi’yi, İbni Sina’yı ve Ömer Hayyam’ı mahkum etmeleri, İbni Rüşd’ü sürgüne gönderip kitaplarını yakmaları ve böylece “İslam Aydınlanmasına” son vermeleri, Katolik Kilisesi’nin Orta Çağ’da Avrupa’yı karanlığa gömmesinden farksızdır. “İslam Aydınlanmasını” yaratanların, zamanımızda İslam âleminin büyük bir bölümünde yaşanan “medeniyetten” çok farklı bir “medeniyet” düşlediklerini ve yarattıklarını göstermesi açısından, Ömer Hayyam’ın, zamanımızdan 900 yıl kadar önce yazdığı, İnternette karşılaştığım bir şiirinin İngilizceden Türkçeye çevirisini veriyorum: “Şayet o sarhoşların Medreseleri Epikur’un, Plato’un, Aristo’nun Felsefe öğrettiği Eğitim kurumları olsaydı Şayet Derviş ve Pir Tekke ve Türbeleri Araştırma kurumlarına dönüştürülse, Şayet insan dinin kör inancı yerine ahlak prensiplerini geliştirse, Şayet ibadet yerleri tüm akademik uğraşların yapıldığı Öğretim merkezlerine çevrilse, Şayet ilahiyat yerine insanlar Matematik ve cebir üzerine zaman harcasalar Şayet bilimin mantığı Sofuluğun, inancın ve hurafelerin yerini alsa, İnsanları bölen din Yerini insan sevgisine bırakır…. Böylece dünya cennete döner Öbür dünyaya gerek kalmaz Dünya Aşksevgiözgürlükneşe ile dolardı, Ve bundan hiç şüpheniz olmasın.” 118 sayılı dergimizde yazısını görünce hem memnun oldum ve hem de etkilendim. İsmail Hocayı EMO’da verdiği topraklama seminerlerinden tanıyorum. Elektrik tesislerinde topraklamanın ne denli önemli olduğu tembihinin sektörde yer etmesinde Hoca’nın ciddi katkıları olmuştur. Yazıda tespitleri yerindedir. Özellikle ülkemizde mühendis odalarının durumu ve fen adamları konusundakiler. Hoca yazısında “…Avrupa’da elektrik, elektronik ve bilgisayar mühendisleri bir odada örgütlüdür. Odada ideoloji yerine hizmet, meslek yarışı, bilgi edinme, hak mücadelesi ön plandadır. Parti kavgası yoktur” diyor. Bu değerlendirme benim gibi “Türkçe Mühendis”i yine tahrik etti. Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim(1), ne deniliyordu son dönem oda seçim broşürlerinde “siyasetin dar anlamını aş, hayatın her alanını siyaset ile ilişkilendir”. Türkiye’de, ileri ülkelerin pazarlama teşkilatlarının getirip yaygınlaştırdıkları teknoloji ile mühendislikte tek yönlü bilgi akışı mevcuttur. Ülkemizde mühendis, meslek icrası yönünden yalnızdır (hatta esirdir!), mesleğin nasıl icra edildiğinin kaydı yoktur. Bu yönü ile tıp ve hukuk, mühendislikten kat kat ileridedir. Birinde olgu sunumu diğerinde içtihat külliyatları mesleki bilgi geri beslemesini oluşturmaktadır. Böylesi bir kaynaktan yararlanamayan Akademik ortamdan ARGE beklemek de anlamsızdır. Maalesef mühendis odaları, tek yönlü mesleki bilgilenmenin ortadan kaldırılmasının önemini hâlâ kavrayamamış, gereken önemi verememiştir. Örneğin Bursa’da başlatılan Mesleki Deneyimin Paylaşılması Programı (2) işletilmemiş, ilgi görmemiştir. Mühendis birey, iş yaşamında patron ile ustalar arasına sıkışmıştır, mühendisliğin temelinde olan matematik, elektroteknik(3), deney nerede ise tamamen iş yaşamından çıkarılmıştır. İşyerinde kişiler arasında denge kuran, sektörüne değin pazarlama teşkilatlarının yönlendirmesinde satın alma yapan işletmecilere dönüşmüştür mühendisler. İşyerinde bir anlamda mik ro siyaset yapan mühendislerin, mühendis odalarında daha fazla siyaset talep etmelerini çok da yadırgamamak gerekir. İş yaşamlarında mühendislerin giderek mühendislik paradigması değişmektedir. ARGE’nin ancak pahalı laboratuvarlarda yapılacağı, araştırmacılığın doğal değil, zorlama bir insan çabası olduğu algısı yaygındır. Mühendis odalarında da genelde kabul gören bu anlayışa göre ARGE ve teknoloji geliştirme üniversitelerin işidir4, mühendisler bunun sonuçlarını, yani teknolojiyi uygular. Aslında bu yaklaşım mühendisliğin ayarının düşürülmesidir. Yine bu noktada Fen Adamları Yönetmeliği bağlamında teknisyenlerle yaşanan çatışma mana kazanıyor. Meslek odalarının adı geçen yönetmelik bağlamında hak mücadelesi vermeleri ile daha fazla siyaset talep etmeleri arasında anlamlı bir ilişki vardır. Fakat neden bir teknisyen bir elektrik projesi çizmez diye sorulduğunda, tutarlı ve bilimsel bir altlık ortaya konulamıyor. Alınan yanıt genelde, “4 yıl (genelde 4 yılda mühendis olan azdır) üniversitede boşuna mı dirsek çürüttük” şeklinde mesnetsiz bir hak arayışı oluyor. Şunu ortaya koyabilse meslek odalarımız, kimsenin elektrik teknisyenine elektrik projesi çizdirme talebi olmaz, hatta teknisyenlerin bile! Ev ve iş yerlerinde elektrik kazaları üzerine yapılacak araştırmalarla, proje hatalarıkazalar arasındaki ilişkiler ortaya konulabilse, o zaman bunun siyaseti (kamuyu bilgilendirme) etkili bir şekilde yapılır. Bugün mühendis odalarına bölgelerinde yılda ne kadar elektrik kazası olduğunu sorsanız, bilgileri olmadığı yanıtını alırsınız. Ama yerel, güncel siyasete değin ciddi gazete kupür koleksiyonlarına sahipler. Birçok ikaz ve anımsatmalara rağmen halen elektrik kazalarına ilişkin bir arşivi yoktur odalarımızın. Elbette bu şartlarda inandırıcı olunamaz. Notlar (1) – “Mühendis Odalarının Çıkmazları” 04.04.08 tarihli CBT. (2) – “ElektrikElektronik Mühendisliğinde Mesleki Deneyimlerin Eğitime Aktarılması” EEBM Eğitimi Sempozyumu’2003 (3) – Yazıda mühendislik denilirken kimi yerde elektrik mühendisliği kimi yerde genel anlamdaki mühendislik kastedilmiştir. Anlamlandırılırken buna dikkat edilmeli. (4) – 1995 yılında EMO Bursa Şb “Mühendis Kimliği anketi” TÜBİTAK, TAEK, üniversiteler ve halk sağlığı kurumlarına bir çağrı Yüksel Atakan, Fizik Y. Müh.Dr.; ybaatakan@gmail.com S ağlığa zararlı olabilecek Kızılırmak suyunun Ankara halkına 21 gün içirilmesi sonucu, medyada su temizdir, değildir, analizi yapıldı, yapılmadı tartışmaları ile geçti. Öte yandan, '1355 km uzunluğundaki Kızılırmak' ve kolları boyunca, bir dizi yerleşim yerinin kanalizasyonları ve sanayi atıklarıyla kirletilen suları, milyonlarca insanın, sadece 21 gün değil, yaşamları boyunca içip, kullandıklarına ise pek değinilmedi. Kızılırmak ve kollarındaki durum: Kızılırmak ve kolları, sırasıyla Sıvas, Kayseri, Nevşehir, Kırşehir, Kırıkkale, Ankara, Çankırı, Çorum ve Samsun illerine yayılmakta ve bu iller için en önemli su kaynağını olusturmakta. DSİ ve İl Özel İdarelerince Kızılırmak ve kollarında yürütülen çok çeşitli sulama ve içme suyu projeleri var. Bu projelere göre, suyun belirli bir DEVAMI ARKA SAYFADA CBT 1120 / 21 5 Eylül 2008 miktarı, kullanıldıktan sonra, Kızılırmak'a geri dönmekte. Bu ise, Kızılırmak'a gitgide daha az temiz su ve daha çok kirli su girmesi demek. Kirli sularda gübre ve ilaç kalıntıları, evsel kanalizasyon ve sanayi atıkları bulunuyor. Son yıllarda evsel ve sanayi atık suları için atıksu arıtma projeleri başlatılmışsa da, bu henüz eksik. Devreye giren atıksu arıtma tesislerinin verimliliklerine ve teknolojik düzeylerine de dikkat edilmesi gerekiyor. Kızılırmak üzerinde, Yamula, Hirfanlı, Kesikköprü, Kapulukaya, Altınkaya ve Derbent barajları ve hidroelektrik santralleri var. Kirli suların içindeki mad
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle