27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖNÜLDEN BİLİME vurgular. Descartes cisimlere ve ruhlara birbirlerinden tümüyle bağımsız varlıklar olarak bakıyordu. Ruhun bağımsızlığı kişinin varlığı anlamına gelir. Aslında bu ortaçağ felsefesinin ‘kişi’ kavramına kadar uzanır. Gerçi Descartes’tan Wittgenstein’a kadar kartezyen akıl, kişi ve kimlik kavramları tartışılagelse de, insan aklından bağımsız bir maddi dünyanın varlığını kabul etmek, bilimin gelişmesi için birincil bir temel oluşturmuştur. Whitehead 18. yüzyılda bilimsel düşüncenin gelişmesinin bunu kanıtladığını söyler. Osmanlı medrese düşüncesinde dış dünyanın insandan bağımsız varlığı sadece işlevsel içeriklidir. Dini düşünce bunu kanıtlayan yargılarla beslendiği için bilimsel araştırmayı destekleyen bir felsefi düşünce ortamı yaratması söz konusu olamazdı. Türkiye’nin ortaçağ sorunları bu gerçek anlaşılmadıkça çözümlenemez. Böyle giderse sadece tökezlemekle kalmaz, Osetya’da Rus askerleri gibi, Anadolu’da Amerikan askerleri de Osmanlı medrese dügörebiliriz. Türkiye’nin uykusu çok pahalı bir uykudur. şüncesinde dış dünyaTürkiye’nin sorunu dünyanın karnın insandan bağımsız maşıklaşan sorunları karşısında endişe varlığı sadece işlevsel duyan, çağdaş bir görüş açısına sahip rasyonel idareciye olan gereksinmedir. içeriklidir. Dini düşünce Araba tamiri, kalp ameliyatı, internetle bunu kanıtlayan yargıiletişim din kitaplarında yazmıyor. larla beslendiği için biMatematik hocası Kuran okursa bir zalimsel araştırmayı desrarı olmaz. Fakat Kuran okuyan matematiğe ihtiyaç duymuyorsa bu onun ditekleyen bir felsefi düni yanlış yorumladığını gösteriyor. şünce ortamı yaratması Böyleleri kölelik gömleğini de şimdiden söz konusu olamazdı. giyebilirler. Ama bütün ülkeyi köleliğe mahkum edemeyiz. Neredeyse yüz yıl önce Whitehead’in söylediği şey, kısaca, bilimsel düşüncenin sunduğu dünya panoramasını doğru değerlendirme gereksinmesidir. Avrupa’nın dünya egemenliği, kilisenin kendi işine bakması basit olgusu üzerine kurulmuştur. Teknolojik gelişme Avrupa ya da Amerikayı dinsiz yapmadı. 19. yüzyıldan bu yana ne dindarlık azaldı, ne de kiliselerin kişiler üzerinde etkisi. Fakat Galileo’yu susta durduran kilise, bugün iktidarı paylaşma derdinde değildir. Bugün kutsal kitaplar yine peynir ekmek gibi satılıyor. Ama onlar da interneti açıklamıyor. Otomobil ya da ilaç endüstrisi üzerinde de yargılar içermiyorlar. Uygar dünyada hiç kimse 2025 tane küçük kız, okulda din kitabı okurken yanarlarsa din şehidi olduklarını düşünmüyor. Bizim Konyalı baba, “kızım Kuran okusun diye keşke daha emniyetli bir okula verseydim” diye düşünemiyor. İslam düşüncesinin bugünkü zavallı hali, modern bilimle Kuran ve hadisi buluşturma çabalarıdır. Aslında bugün bilimin ve neredeyse onu yöneten teknolojinin felsefi ve kozmolojik savları yoktur. Bilim bugün vardığı aşamada sadece insanın ve toplumun daha rahat ve daha uzun yaşamak için dünyayı ve kendi türünü öğrenme çabalarının rasyonel olmak zorunda olan bir aracıdır. Ahmet İnam ainam@metu.edu.tr Eski Yunan felsefeyi kendi kültürüne katmayı başardı; çünkü Eski Yunan’da seyretme geleneği vardı. 40–50 bin kişilik bir polis yani kent devlet, 20 bin kişilik tiyatroya sahipti, birçok insan tiyatroya gider, orada oyunları seyrederdi. Büyük bir sabırla seyretme ve dinleme terbiyesi bir kültüre yerleştiği zaman dünyaya belli bir seyir tavrıyla bakabiliyorsunuz. Felsefenin Doğuşu Üzerine2 Teori sözüyle tiyatro sözünün kökenleri Batı dilinde Eski Yunan'a gider ve aynı kökten gelir. Teori de seyretme demektir. Dokunmadan, etkilemeden bir şeyi seyrederek anlama düşüncesi Eski Yunan'da vardı. Tragedyalarda, oynanan manzum eserlerde, sahnede koro yer alıyordu ve bu koro sahnede oynanan oyunu yorumluyordu. Demek ki Yunanlı bir yandan oyunu seyrediyor ama oyunun içinde oyunun yorumunu da seyrediyor. Oyunun içindeki hareketlerin, kahramanların, karşılıklı etkileşimin yorumu da seyirci tarafından dinlenilmiş, öğrenilmiş oluyordu. Bu onlarda bir dinleme, yorumlama, eleştirme tutumunu zaman içinde geliştirdi. İşte felsefe, geleneğe saygısızlık olarak başlamadı, geleneği kabul etmekle başladı. Yani felsefe dini inkâr ederek, atalarımızın söylediğini inkâr ederek başlamadı. Gerçi elbette Sokrates'in tanrılara hakaret ettiği için, Atina kentinin değerlerini küçümsediği için yargılandığını biliyoruz. Buna rağmen felsefe geleneği, Eski Yunan’da hep bir gelenek saygısı içinde sürmüştür. Çünkü felsefe sözcüğünün anlamı, batı dillerinde “philo” ve “sofia” kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş, bize de Arap dili üzerinden gelmiştir. Philosofia ne demek? “Bilgelik sevgisi” anlamına geliyor. Bilgelik, yaşam görgüsünü, geleneğin bize öğrettiğini, bilge insanların söylediklerini reddederek başlamıyor, bilgeliği severek başlıyor. Bilge insan olma, bilgisiyle bütünleşmiş, bilgisiyle kucaklamış bir insan olma kaygısıyla başlıyor. Felsefenin içinde o halde sadece etimolojisine baktığımızda görebileceğimiz iki temel öğe var: Bunlardan birisi bilgelik yani içimize sindirdiğimiz, özümsediğimiz, hayatımızın bir parçası haline getirdiğimiz bilgi, o bilgiyle yaşama başarısı ve sevgi. Yani bilgi ile sevgi birleştiği zaman felsefe meydana geliyor. Batı kültüründe Hıristiyanlığın M.S. 2.3. yüzyıllarda etkisini giderek arttırmasına kadar, felsefe hep bilgelik sevgisi olarak, insanların hayatta karşılaştıkları sorunları çözme çabası olarak, insanlara hayatlarında yol gösterici bir kılavuz olarak kaldı. İnsanların bir çeşit manevi güç kazanmalarına Eski Yunan’da ve Roma’da felsefe yardımcı oluyordu. Onlara bir hayat tarzı sunuyordu, ama zaman içinde Hıristiyanlık, bunu bir tehdit olarak algıladığı için felsefe okullarını giderek ortadan kaldırdı. Avrupalı insanın mâneviyatla, hayatın anlamı ile ilgili problemlerini kendisinin çözebileceğini ileri sürdü ve Batı kültürüne bütün Orta Çağ boyunca egemen olmaya çalıştı. Bilimine, sanatına, hikmetine, her şeyine yoğun bir şekilde Hıristiyanlık egemen olmaya başladı. Sonradan Reform ve Rönesans hareketleriyle Batı’da insanlar bu dinin koymuş olduğu kıskacın dışına çıkmaya başladıkça, Descartes’in “Cogito Ergo Sum” yani “Düşünüyorum, o halde varım” demesiyle ortaya çıkan görüş, Hıristiyanlığa karşı bir meydan okumaydı. Çünkü düşünmek için insan kendi aklından başka bir şeye ihtiyaç duymamaya başladı. Aydınlanma Dönemi inananı, aklıyla var olmayı, kendi aklıyla ayakta durup kendi gözleriyle görmeyi seçti ve mücadele içine girdi. Dolayısıyla felsefe tekrar dinin baskısından kurtulup insan aklının dünyayı yorumlamasına katkıda bulunmaya başladı. 19. yüzyılın sonunda Newton fiziğinin büyük bir bunalıma girmesiyle birlikte bu fiziğin yol açtığı problemlerin çözümünde felsefeden yardım istendi ama felsefe bu yardımı maalesef sunamadı. Yani o dönem felsefeye egemen olan Hegel’ci okul, – onun belki bir şekilde devamı ve eleştirisiyle, ama ondan yoğun bir biçimde etkilenerek doğan – Marksist okul, Amerika’daki pragmacı okul, Avrupa’daki antiHegel’ci görüş, Kierkegaard ile ortaya çıkmış olan Egzistansiyalist görüş, bilimin bunalımının çözümüne katkıda bulunamadı ve bilim kendi problemini kendi çözmek zorunda kaldı. 1920'lere kadar Newton fiziğinin yıkılıp yerine, özel ve genel görecelik kuramlarının ve Kuantum mekaniğinin geldiğini görmekteyiz. Bu durumda bazıları, bilimin kendi sorunlarını kendisinin çözebildiğini söyleyerek artık felsefenin bilimin yardımcısı olması gerektiğini iddia ettiler. Tayfun Akgül CBT 1120/ 11 5 Eylül 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle