27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Üç Yüzyıllık Gecikme’nin düşündürdükleri Prof. Dr. Erdal İnönü, “Üç Yüzyıllık Gecikme” adlı kitabında şöyle bir soru sorar “Dünyadaki ilerleme, kalkınma yarışında, yakın zamanlarda Batı, Doğu’yu ne zaman geçmeye başladı?” ve şu yanıtı verir: Erdoğan Yılmaz, İstanbul Kültür Eğitim Kurumları (İKEK), Genel Müdürü ence doğru yanıt (matbaanın geç gelmesi) bu değildir. Çünkü matbaa mevcut bilginin yayılmasını sağlar, bu bakımdan çok etkilidir. Ama asıl önemli olan, insanı doğaya egemen kılan bilginin üretilme yolunun bulunmasıdır. Bu ilerleme 1600’lü yıllarda orta ve batı Avrupa’da, gözleme ve deneye dayanan, matematiksel ifadelerden yararlanan bilimsel araştırma ve geliştirme yönteminin bir kaç araştırıcı tarafından uygulanmaya başlamasıyla gerçekleşmiş ve tüm batı Avrupa ülkelerine hızla yayılmıştır. Osmanlı dünyası ise bu yeni yöntemle hiç ilgilenmemiştir. Bilimsel araştırma yöntemi bir devlet politikası olarak Türkiye’ye ancak Cumhuriyet döneminde 1930’lu yıllarda geldi…. Ama işte 1600 ile 1900 arasındaki üç yüzyıllık gecikme, Batı’nın Osmanlı dünyası üzerindeki kesin üstünlüğünü kurdu ve biz hâlâ bu üç yüzyıllık gecikmenin doğurduğu olumsuz etkileri ortadan kaldırmaya çalışıyoruz.” Sn. İnönü bu olumsuz etkileri ortaya koyan bir dizi soru sıralar. Bazıları şunlardır: •Niye tüm teknolojik yenilikleri batıdan öğreniyoruz? •Niye Türkiye’de hiçbir yeni ilaç ortaya çıkmıyor? •Niye uzay çağına giremiyoruz? •Niye bilgisayar endüstrisinde İrlandalılar, Hintliler kadar başarılı olamıyoruz? •Niye Batı demokrasilerinde artık korkulmayan köktendinci siyasal akımlar Türkiye’de hâlâ tehdit konusu oluyor? •Niye trafik kazalarında, depremlerde en çok kurban veren ülkeler arasındayız? “Tüm bu soruların ve sayısız benzerlerinin yanıtı, yukarıda değindiğimiz üç yüzyıllık gecikmede bulunabilir.” İnönü, sözlerini sonra şöyle sürdürür: “B NASIL BİR KÜLTÜR ORTAMI “Batı’da bilimsel araştırma yönteminin bulunması ve doğa ile ilişkilerde büyük başarılara götürmesi, nedensellik ilkesine inanan bir araştırma anlayışının sosyal olaylara da uygulanmasına yol açtı. Kaderci yaklaşımlardan kurtulan düşünürler toplum yönetimi üzerinde kuramlar ortaya attılar ve gittikçe artan bir özgürlük havasında demokratik gelişme kendini gösterdi….” Sn. İnönü, konuya önemli bir açılım getirir: “Bir ülkede bilimsel çalışmayı, araştırmayı özendiren bir kültür ortamının öğeleri acaba nelerdir?” Ben burada “Kültür ortamının öğeleri” arasında saydıkları ve açıkladıklarını ana başlıkları ile sıralamakla yetineceğim. Uygulanan sağlık politikaların halkımızın sağlığı üzerine olumsuz etkileri kadar, esnaf gözüyle bakılmak istenen hekimlerimizin mesleki değerlerinin aldığı yaralar da tartışılmalıdır. Buna rağmen, hastanesi hekimleri ile İzmir Tabip Odası ve ilgili Başhekimliğin gösterdiği sağduyulu dayanışma ve kriz yönetimi bir başarıdır. Kaynaklar: 1Tresoldi AT et al. Enterobacter cloacea sepsis outbreak in a newborn unit caused by contaminated total parenteral nutrition solution. Am J Infect Control 2000; 28: 258261. 2Keeling JW, Khong TY (eds). Fetal and Neonatal Pathology. Springer, 4th edition, 2007. •Merak: Doğanın yapısını, canlılar âleminin özelliklerini, insanlar arasındaki ilişkileri öğrenme isteği. •Kadercilikten uzaklaşmak ve nedensellik ilkesine inanmak: Bilinçli ya da bilinçsiz olarak her olayda (kadercilik) öne çıkarıldığında, bilimsel araştırma yoluyla olayların nedenlerini ortaya çıkarma iradesi zayıflar. •Aletlerle oynamayı sevmek, yeni araç, gereç icat etmeye çalışmak: Bunlar da kuşkusuz, araştırıcı bir kültürün varlığını gösteren işaretlerdir. Bir toplumun böyle bir özelliği olduğunu gösteren en iyi kanıt ise patentlerdir. 1990’lı yıllarda patent başvuru sayıları Türkiye’de bin ile iki bin arasında iken, İngiltere ve Almanya’da yüz binden fazla, ABD’de iki yüz bin mertebesinde, Japonya’da dört yüz bine yakındı. •Tüm yaşamını araştırma eylemine adamayı düşünmek: Bilimde önemli sayılacak bir buluş yapabilmek için yıllarca uğraşmak, hiç yılmadan araştırma etkinliğini sürdürmek gereklidir. Böyle bir davranış ise ancak kişinin daha gençliğinde yaşamını araştırmaya adamaya karar vermesiyle mümkün olur. •Kişisel yeteneklere güvenmek, düşünce alanında girişimci olmak: Ancak kendi yeteneklerine güvenen insanlar bilimin henüz çözülmemiş önemli sorunlarına el atabilir ve uzun süreli zorlu araştırmalara girebilir. Fikir alanında girişimci olmayı toplumun yapısı, toplumda kabul gören yaşam felsefeleri de etkiler. Bir ülkede araştırmanın desteklendiğini gösteren, yetenekli kişileri araştırma yapmaya özendiren önemli bir etken, devlete ya da kişilere bağlı araştırma kuruluşlarının varlığıdır. Bu kuruluşların çağımızdaki öncüleri de Orta ve Batı Avrupa’da on yedinci yüzyılda kurulmaya başlanmış olan Akademilerdir. •Özgür düşünmek, fikrini açıklamaktan korkmamak: Bilim ortamının eğitimden beklediği en önemli katkı burada yatıyor. Türkiye’de Cumhuriyet döneminde bile henüz bu katkıyı tam anlamıyla sağlayabilmiş değiliz. Gerek sekiz yıllık ilköğrenimde, gerek lisede öğrencilere serbest düşünme ve düşüncelerini çekinmeden dile getirme alışkanlığını kazandırabildiğimizi sanmıyorum. Orta ve lise öğrenimim boyunca soru sorulmasını özendiren öğretmenleri az gördüm. Eğitimde böyle bir tutumun sonucu da anlamadığı konuları sormaktan ve düşüncelerini serbestçe söylemekten çekinen insanlar yetiştirmek oluyor. birkaç yüzyıl içinde Batı Avrupa uygarlığını dünyaya egemen kılan teknoloji ile ideolojiyi ve onların sonucu olan ekonomik ve siyasal gücü yaratmıştır.” “Fiziksel bilimlerdeki bu ilerlemelerin Katolik kilisesinin baskılarına karşın gerçekleşmesi düşünce özgürlüğünü yerleştirdi ve aynı özgür yaklaşımın sosyal olaylara uygulanması toplum yaşamında ve özellikle eğitimde laik tutumu, yönetimde de demokrasiye yönelmeyi doğurdu. Rönesans ve Reform dönemleriyle başlayan aydınlanma hareketi bu açılımlarla doruğa vardı. Bütün bu gelişmeler olurken Osmanlı dünyasındaki bilimciler anlaşılmaz bir şekilde bu araştırmalara ilgisiz kaldılar. Bu ilgisizliğin nedeni “Özetle, dünyadaki kalolarak, genellikle dinsel bağkınma ve etkinlik yarınazlık, eski deyimle taassup suçlanır. Ancak bunun öte şında öne geçmek bilim sinde o zamanki Osmanlı orve teknolojide ileri oltamında aşırı tutucu bir külmaya bağlıdır. Bilim ve türel ve siyasal yapının etken teknolojide ilerlemenin olduğunu ve insanları araştırmaya yönlendirmediğini düyolu da araştırma ve şünüyorum.” geliştirmeye ağırlık ver BAZI SAPTAMALAR BATI İLE MESAFE Sn. İnönü, daha sonra tekrar Batı ile aramızdaki mesafenin nasıl açıldığına sözü getirir ve şunların altını çizer: “Ortaçağ öğretilerinin ötesine geçen atılımı ilk önce Kopernik astronomide, dünyanın o zamana kadar kabul edildiği gibi uzayda yerinde sabit durmayıp güneşin etrafında döndüğünü iddia eden teorisiyle başlattı. Kopernik’in eseri on beşinci yüzyılda ortaya çıktı ama bir süre etkisi görülmedi. Yeni teorinin ciddiye alınıp bilim ve kültür dünyasını temelinden sarsacak bir devrim gerçekleştirmesi ancak on yedinci yüzyıl başlarında İtalya’da Galileo’nun buluşlarıyla mümkün oldu...” “Gözlem, deney ve matematiksel ifadelere dayanan yeni bilimin teknolojiye yansıması da gecikmedi…. 1600’lü yıllarda Orta ve Batı Avrupa’da doğan bu yeni bilimsel araştırma akımının hızla gelişip yayılması CBT 1126 / 21 17 Ekim 2008 Bu yazıya bir sonuç paragrafı eklemeyi gereksiz bulsam da kendim için yaptığım bazı saptamaları veli ve eğitimcilerle paylaşmadan edemeyeceğim. Bence bu eğitim yılından başlayarak olsun aşağıdakilerin gerçekleştirilmesine artık herkesin çaba harcaması gerekiyor. Bu bir var olma sorunudur ve rastlantıya, birilerinin keyfine bırakılamayacak kadar da önemlidir. 1. Bilgi aktarma, ezberletme, tekrarını isteme ve sınama anlayışından vazgeçerek bilgiyi kaldıraçlama (transfer etme) kullanma ve yeni bilgi üretmek için bir basamak sayma ve sorgulama anlayışına erişilmesi, 2. Merak, ilgi, soru sorma, icat, keşif yaratıcı değer katma (inovasyon) yaklaşımları ile girişimciliğin öne çıkarılması, ödüllendirilmesi, 3. Serbest düşünce ve düşüncelerini çekinmeden dile getirme davranışının örselenmemesi, desteklenmesi; böylece korkunun, yalanın, ikiyüzlülüğün önüne geçilmesi, doğru ve gerçek olduğuna inanılanın açıklanmasından korkulmaması, 4. Kendimize ve çocuklarımıza, onların beceri ve yeteneklerine güvenilmesi, önkoşulsuz sevgi, önyargısız kabul; özgüven, özsaygı ve özdenetim anlayışımızın kökleştirilmesi, 5. Gözleme, deneye nedensellik ilkesine, uygulamaya ve bilimsel araştırma anlayışı ile yol ve yöntemlerine her alanda yer verilmesi, 6. Kaderci yaklaşımların, saplantıların, genellemelerin baskılarından kurtularak, rastlantıya bel bağlamadan laik, demokrat ve özgürlükçü, çağdaş bir toplumun bilim ve akıl öncülüğünde oluşmasının sağlanmasına çalışılması, 7. Tüm bu konularda öğretmenlerin, yöneticilerin, anne ve babaların, çocuklarımızın önüne çıkan, yani onlarla konuşan, iletişim kuran, akıl veren, ahkâm kesen herkesin olumlu bir model, güven ve saygı duyulan ciddi bir örnek ve önder olması. Bunları biz başarmıyorsak çocuklarımızdan yukarıdakilerden bir tekini bile istemeye, çocuklarımızdan yakınmaya hakkımız olmadığını unutmayalım. mektir. Bu basit gerçeği anlamayan, ya da anlamak istemeyen uluslar yarışta hep geride kalmaya mahkumdur.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle