Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÜNCEL TIP rarlandığı) Gazi Üniversitesi’nin de katıldığı; “TC Karayolu İyileştirme ve Trafik Güvenliği (KİTGİ)” projesidir (2). Bu proje kapsamında kredi de kullanıldı. Bunun yanında İsveç Ulusal Karayolu Danışmanlık Kuruluşu , Sweroad, “Türkiye için Ulusal Trafik Güvenliği Programı” hazırladı ve Aralık 2001’ de teslim edildi. Bu çalışma sırasında; değişik konularda 10 kadar rapor da son rapora eklendi. Oldukça kapsamlı ileriye dönük önemli öngörüleri olan bu hedeflerin nasıl gerçekleştirileceğinin tartışıldığı çalışmalardır. Bugün bu raporlar, yalnız KGM esayfasında var. Mustafa Çetiner NEDEN KÖTÜ GİDİŞE DEVAM Bunca yatırıma, teknolojik gelişmeye, çalışmalara karşın neden bu kötü gidişin önüne geçilemiyor? Burada Sayın Bursalı’nın işaret ettiği bilgi toplumu olamayışımızın kazalara etkisini görmek olasıdır. Gerçi Bursalı bu deyişiyle genel de toplumun bilgili olması gereğinin altını çiziyor. Ancak, önce konuda yetkili ve sorumluların bilgili olmasının da önemli olduğu açıktır. Bu durumda, bilgi toplumu kavramını genel anlamda, sürücü ve yaya olarak trafiğe katılan insanımızın yanında özelde, altyapının tasarımı ve trafiğin yönetiminden sorumlu mühendislerimizin, yanında trafiğin denetiminden sorumlu görevlilerimizin bilgi, yetkinlik dahası yetkileri için de değerlendirmek gereklidir. Türkiye’de trafik güvenliğinin arttırılÇizelge 3: Yüz milyon taşıt*km başına kaza, yaralı, ması için neler yapılması gerektiğini göscan kaybı değerleri (2) teren program raporlardar, çalışmanın saToplam Yıllar Taşıt * km Kaza Can k. Yaralı hibi kurumların şimdiki yetkililerinin ha(milyon) berli oldukları kuşku2002 51 664 149 6 104 ludur. KGM tarafından katlı kavşak yapı2003 52 349 157 6 111 lan birkaç kara nokta2004 57 767 175 6 119 dan başka, ilgili ku2005 61.129 193 6 125 rumların hiçbirisi, bu 2006 64.577 220 5 129 programda ve raporlarda önerilen işleri Not : (10) sf 11, T:15, alındı ve 2002 yılından başlamakta). yapmadı. Trafik kazalarında insan kusurlarının birinci etken olduğu, özellikle sürücülerin, hatalı araç sürüşleri, kurallara uymamaları nedeniyle kazaların birinci derece sorumluları olduğu doğrudur. Bunun yanında, karayolu ve özellikle kavşak geometrik tasarımlarının hatalı olması da, sürücülerin hatalı davranışlarına neden oldukları için, kazalarda sanılandan daha yüksek oranda etkili. Hız, kaza nedenlerinin en önemlisidir. cetiner.m@superonline.com Prof. Dr. Nejat Akar’ın “Bozkır Çocuklarına Bir Umut” isimli kitabı unuttuğumuz, belki de unutturulmaya çalışılan bir tarih parçasını, o döneme ait Türk olmayan bir Türkiye Cumhuriyeti gönüllüsünü bize anımsatıyor. Bozkır Çocuklarına Bir Umut Yanılmıyorsam geçen yıl yapılan Ulusal Kan Bilim Kongresiydi. Sevgili ağabeyim, öğretmenim Prof. Dr. Nejat Akar ile o yıl basılan “Sağlığınıza” isimli kitabım hakkında sohbet ediyorduk. Nejat öğretmenin yazıya ve araştırmaya olan merakını biliyordum. Onun yazdığı kitaplardan, unutulan eski hekimlerden, Ord. Prof. Dr. Süreyya Tahsin Aygün’den, Ord. Prof. Dr. Albert Eckstein’dan bahsettik. Sanırım Nejat Hoca’nın Eckstein ile ilgili topladığı ve daha önce amatörce bastırdığı bilgilerden yeni bir kitap yapma düşüncesi o zaman doğdu. Aslında Nejat Hoca kıdemli bir yazar ve araştırmacı sayılırdı. “1939 New York Dünya Fuarında Türkiye”, “Türk Yunan İlişkilerinde Bir Gemi Dumlupınar” gibi tıp dışı kitapları, “Klinik Moleküler Patolojiye Giriş” gibi tıp kitapları ve “Türk Basınında Genom Projesi” gibi popüler bilim kitapları vardı. Geçtiğimiz günlerde Gürer Yayınevi’nin direktörü Turgut Gürer, elinde sevgili Nejat Ağabeyin bir roman tadıyla kaleme aldığı Dr. Eckstein’ın otobiyografisi ile odama girdiğinde o ilk konuşmamızı hatırladım. Turgut’un basımını üstlendiği Nejat Öğretmenin kitabı “Bozkır Çocuklarına bir Umut” ismini taşıyordu. Hemen okumaya başladım, kitabın daha ilk satırları insanı hemen kavramaya yetiyordu. “Reich adına, Sizi 12 Haziran 1935 tarihli emirlere göre, Haziran 1935 sonunda Prusya Devleti hizmetinden çıkartıyorum. Adolph Hitler, Hermann Göring” Dr. Eckstein sadece sıradan bir çocuk hekimi değildi. O 1930’lu yıllarda Batı emperyalizmine meydan okuyan ama sonrasında kendini Batı’nın içinde tanımlamış genç bir cumhuriyetin tutkularını doğru anlamış, onları paylaşmış bir bilim insanıydı. Genç Cumhuriyetimizin Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın kendisine söylediği şu cümleleri çok iyi anladığına ve bu heyecan dolu, yoksul ama mağrur insanların duygularını doğru kavradığına kuşku yoktur. “1933 yılında yaptığımız toplantıda Ankara Numune Hastanesi ve Hıfzısıhha Enstitüsü için Alman Profesörlere ihtiyacımız olduğunu söylemiştim. Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine uygun bir tıp okulu ile işe başlamak istiyoruz. Amacımız yakın bir gelecekte Ankara’da bir Tıp Fakültesi kuruluşunu gerçekleştirmek…” Eckstein, 1945 yılında kurulan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Çocuk Hastalıkları Kliniği’nde çalışan ilk klinik şefiydi. O sadece hekimlik yapmamış, o dönemde Anadolu’yu karış karış gezmiş bir Türk dostuydu. Gezileri sırasında fotoğrafladığı Anadolu ve Anadolu’dan kadın ve çocuk fotoğrafları o dönemin önemli tanıklarındandır. Bu fotoğrafların bir bölümü Nejat öğretmenin kitabında da yer alıyor. Eckstein, döneminde sıradan bir hekim değildi. Dr. Fleming onu İngiltere’de çalışmaya ikna etmeye çalışmış, ABD yetkilileri ülkelerinde çalışması için uğraşmışlardır. Dr. Eckstein, 14 yıl süre ile kaldığı Türkiye’den 1949 yılında savaş sonrası hekim sayısının iyice azaldığı ülkesi Almanya’ya hizmet edebilmek için ayrılmak zorunda kalmıştır. Ayrılırken şunları söylüyordu. “Bu 14 yıl içinde Avrupa’nın muhtelif memleketlerinden altıdan fazla davetiye aldım. Fakat çok sevdiğim Türkiye’yi bırakıp gitmedim.” Almanya’da sadece 6 ay çalışabildi ve 1950 yılında yaşamını kaybetti. Amacı Türkiye’de 300 yataklı bir çocuk hastanesi kurmaktı. Onun bu amacını asistanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, Hacettepe Çocuk Hastalıkları Hastanesini kurarak gerçekleştirdi. Ailesinin Türkiye sevdası sonraki yıllarda da sürdü. Eşi ve kendisi gibi bir çocuk hastalıkları uzmanı olan Ama Erna, 1956 yılında kurulan Hacettepe Üniversitesi Çocuk kliniğinin geliştirilmesine danışman olarak katkı sağladı. Oğlu Herbert aynı üniversitede çocuk cerrahı olarak çalıştı. Prof. Dr. Nejat Akar’ın “Bozkır Çocuklarına Bir Umut” isimli kitabı unuttuğumuz, belki de unutturulmaya çalışılan bir tarih parçasını, o döneme ait Türk olmayan bir Türkiye Cumhuriyeti gönüllüsünü bize anımsatıyor. Herkese tavsiye ederim. BİLGİSİZLİĞİN ULAŞTIĞI NOKTA Anılan “Ulusal Trafik Güvenliği Programı”nın, Karayolu altyapısı başlığında ilk saptama olarak; “Kavşaklar, her zaman güvenli değildir, alanlar genellikle çok geniştir, şeritler çok geniştir ve kesişen yollar arasındaki açılar çok küçüktür” denilmekte (Sf.25). KGM, projenin tamamlanmasından sonraki ilk yıllarda, Karabük kavşağı gibi, birkaç kavşakta katlı kavşak uygulaması yaptı. Ancak, bu saptamaya karşın hiçbir eşdüzey kavşakta düzeltme yapmadı, maliyeti yüksek katlı kavşak çözümleri aradı, onları da kaynak yetersizliğini öne sürerek kara noktalar olarak bıraktı. Oysa kara noktaların birçoğu düşük maliyetle, eşdüzey kavşak olarak düzenlenebilirdi. Ancak, yapılan eşdüzey kavşaklar da gereklere uygun yapılmadı. Yeni Asır gazetesinde, Şekil 1’de görülen kavşak fotoğrafı ile yazısında: “…kavşakta sinyalizasyon sistemi yapılması için çok çaba gösterdik. Dokuz manşet attık. Araçların birbirine girdiği bölgede sonunda elektrikli sinyalizasyon kuruldu, döner kavşak yapıldı. Teşekkürler...” denilmektedir (5). Bu söylemden kavşakta ışık donanımı yapılmadan önce çok kaza olduğu anlaşılıyor. Resme dikkatli bakıldığında kavşağa girişte yol ağızlarının, kavşak içinde yuvarlakada ile ayırıcı ada (refüj) aralarının ne kadar geniş olduğu, araçların kullanmadığı alanlar açıkça görülmekte. Ulusal Trafik Güvenliği Programında yapılan saptama gibi! Bu örnekler çok artırılabilir, bu kavşaklardan en ünlülerinden birisi Bodrum’daki Torba kavşağıdır. Şekil 1’deki kavşağın benzeri olan bu kavşak da bir kara noktadır. Bu örnekteki gibi dört kollu kavşaklar, ya sol dönüş cepli anayol/yanyol kavşağı olarak ya da yuvarlakada (dönel) kavşaklar olarak düzenlenirler (6). Her birinin kendine göre üstünlükleri, sakıncaları vardır. DEVAMI ARKA SAYFADA CBT 1126/ 15 17 Ekim 2008