24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

NANOTEKNOLOJİ POLİTİK BİLİM Aykut Göker http://www.ınovasyon.org "Çocuklarımızın hâlâ önemli bir çoğunluğunun üretim ufku tarımsal üretimle sınırlı kalmışsa, burada hepimizi düşündürmesi gereken toplumsal bir kültür tabanı sorunumuz var demektir. Bakteri tanı süresini kısaltan yöntem Yeditepe Üniversitesi Genetik ve Biyomühendislik Bölümü’nden bir grup bilim adamı bakteri tanısı süresini çok kısaltan bir yöntem geliştirdi. Bu yöntemin geliştirilmesiyle birlikte, tedaviye daha erken evrede başlanabilecek. Üretkenliğin Resmi Bu köşenin ana konusunun bilim, teknoloji ve inovasyon politikaları olduğu malum. Bu politikalarınsa, eşyanın tabiatı gereği, sanayi politikalarıyla sistemik bir bütünlüğü var. Bunların birbirlerini belirlediği bilinen bir gerçek. Onun içindir ki, bu politikalar çoğu zaman bu köşede de iç içe ele alınıyor. Doğal olarak, bu politikaların tasarlanması, kararlaştırılması ve uygulanmasından birinci derecede sorumlu olan ya da bu süreçlerde etkin rol oynayan kurumlar; bunların ardındaki siyasî ve toplumsal güçlerin temsilcileri de sık sık bu köşenin konusu oluyor. Bunların içinde en çok sözünü ettiğim üç kesim var: Kamu, üniversite ve sanayi... Özellikle, bilim, teknoloji ve inovasyon politikalarında bu üç kesim belirleyici oluyor; çünkü, bu politikaların ilk plandaki tarafları onlar. Eğer bir ülkede, kurumlar arasında sağlıklı bir iletişim, etkileşim ortamı yaratılabilmişse ki bu kamunun görevidir bu üç kesim, karşılıklı olarak birbirlerinin değer hükümlerini, davranış normlarını ve kararlarını etkileyerek ülke için en doğru bilim, teknoloji ve inovasyon politikasının üretilmesini sağlayabiliyor; sonra da her biri kendi payına düşeni uygulayabiliyor... Aralarındaki bu sistemik ilişki nedeniyledir ki, bu üç kesim, bir kısım inovasyon yazınında ‘üçlü sarmal’ olarak anılıyor. Bu politikalar anılan üç kesim dışında başka hiçbir toplum kesimini ilgilendirmez mi? Hiç ilgilendirmez olur mu? Hepimizin geleceği bilimde, teknolojide, inovasyonda, sınaî üretimde toplum olarak göstereceğimiz başarıya; bu başarı da söz konusu politikalara bağlı değil mi? Öyle de, toplumumuz bir bütün olarak bunun farkında mı? Farklı toplum kesimlerini temsil eden kitle örgütleri, örneğin işçi sendikaları, bu ülkenin bir bilim ve teknoloji politikası olmasıyla ne ölçüde ilgileniyorlar? Ya da bu meselelerin her kesimi ilgilendirdiğini düşünüyorsak, soruyu daha doğru biçimde, şöyle soralım: Biz, her kesimden çocuklarımızı yarınlarımızla ilgili olan bu can alıcı konuların önemini algılayabilecek biçimde yetiştirebiliyor muyuz? ‘Çocuklarımız’ deyince aklıma geldi. Milli Prodüktivite Merkezi’nin (MPM) çıkardığı “Kalkınmada Anahtar: Verimlilik” adlı bir yayın organı var. Bu derginin Ocak 2007 sayısında (Yıl 19, Sayı 217) sözü edilen bir resim yarışmasının sonuçları beni çok düşündürmüştü. Yarışma, “Verimlilik Resim Yarışması” adıyla Yozgat’ta ve “Yozgat Verimliliği Artırma Projesi (VAP)” çerçevesinde düzenlenmiş. 14’üncü Sınıflar ve 58’inci sınıflar arasında olmak üzere iki kategoride yapılmış. Derginin arka kapağında bu kategorilerde dereceye giren üçer resme yer verilmiş. İşin çarpıcı olan yanı bu resimlerdi. Bilindiği gibi MPM, “verimlilik” terimini “prodüktivite” karşılığında kullanıyor. Altı çocuğumuz da ‘verimlilik’ konusunu, tam da “prodüktivite” teriminin anlattığı genişlikte, “üretkenlik” olarak algılamış ve bunu çok da iyi anlatmışlardı. Ama, hiç birisi, üretkenliği anlatabilmek için sanayii konu almamış; altısı da bu anlatım için tarımsal üretimi temel almıştı. Üretimde verimlilik denilince, demek ki, akıllarına gelen sâdece tarımsal üretimdi... Bu yarışmayı bütün çocuklarımızı kapsayacak biçimde yapsaydık, acaba sonuç ne çıkardı? Tarımı asla küçümsemiyorum; tam aksine, Türkiye için yaşamsal bir önemi olduğunu biliyorum ve onun içindir ki, tarım teknolojilerinde yetkinlik kazanmamız gerektiğini, bunu başaramazsak, kendi gıda güvenliğimizi bile sağlayamayacağımızı defalarca yazdım. Ama, çocuklarımızın hâlâ önemli bir çoğunluğunun üretim ufku tarımsal üretimle sınırlı kalmışsa, burada hepimizi düşündürmesi gereken toplumsal bir kültür tabanı sorunumuz var demektir. Hepimizin ezberlemiş gibi tekrar ettiği şu inovasyon kültürünü, geleceğin “bilgi ekonomisi/bilgi toplumu” kültürünü böylesi bir kültür tabanı üzerinde nasıl inşa edeceğiz? Yine saçmaladım galiba; çünkü gündemde hiç böyle şeyler yok... Y editepe Üniversitesi Genetik ve Biyomühendislik Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Mustafa Çulha ve ekibi, nanoteknolojik yöntemler kullanarak 10 saniyede bakteri hücrelerinden “parmak izi” olarak adlandırılan spektrumlar almayı başardı. Dr. Çulha geliştirdikleri yöntem ile ilgili dergimize şu bilgileri verdi: “Bu yöntemde altın ve gümüş nanoparçacıklar kullanılıyor. Parmak izi olarak adlandırılan spektrumlar her bir bakteri hücresi için farklı olduğundan tanı amaçlı kullanılabilmektedir. Bizim kullandığımız yöntemle mikroorganizma tanısı yapılabileceği bilinmekteydi, fakat alınan parmak izi spektrumlarında numuneden numuneye çok büyük değişmeler olması sebebiyle kullanılmasında sorunlar vardı. Bizim geliştirdiğimiz yöntemle bu değişimler minimuma indirilmiş ve mikroorganizma tanısı için kullanılabilecek duruma gelmiştir.” Bu proje üzerinde iki yıla yakın çalıştıklarını belirten Dr. Çulha projelerinin kısmen TÜBİTAK, kısmen de Yeditepe Üniversitesi tarafından desteklendiğini söylüyor. Bu buluşun patent başvuruları Soldan sağa M. Müge Yazıcı (asistan), Mehmet Kahraman (asis için hazırlıkların hetan), Mustafa Çulha, ve Güler Türkoğlu (asistan) nüz devam ettiğini ve bu başvuruyu Türkiye, ABD ve bazı AB ülkeleri için yapmayı planladıklarını açıklayan bilim adamı, bu yöntemin şimdilik bakteri hücreleri üzerinde denendiğini ve virüslerle ilgili çalışmalara henüz başlamadıklarını belirtiyor. AMAÇ TEDAVİYE ERKEN BAŞLAYABİLMEK Dr. Çulha, bu çalışmalarının ardındaki hedefin tedaviye erken başlayabilmek olduğuna dikkat çekiyor. Şimdiki yöntemlerle bakteri tanısı günler alıyor ve bu süre içinde hasta genel bir antibiyotik tedavisine başlamak zorunda kalıyor. Bakterinin türü belirlendikten sonra gerekli antibiyotik değişikliği yapılıyor. Bu yöntemde bakteri numunesi hastadan veya çevreden alındıktan sonra kültüre konulup çoğaltılması gerekiyor. Dr. Çulha kendi yöntemlerinin bakterinin çoğaltılmasına gerek bırakmadığını ve dolayısıyla bekleme süresinin çok kısaldığını belirtiyor. Pratik olarak yöntem için birkaç bakteri hücresi yeterli olduğu için numunenin alınmasından kısa bir süre sonra tanı için kullanımı mümkün olabiliyor. Dr. Çulha, ayrıca konuyla ilgili olarak 16 Nisan tarihinde AKŞAM gazetesinde yer alan haberde belirtildiği gibi tanı süresinin tamamının 10 saniye olmadığını, yalnızca mikroskop altındaki tanı süresinin 10 saniye olduğunu söylüyor. Kaldı ki bu yöntem ile virüs tanısı yapılamadığı için gazetede belirtildiği gibi SARS, kuş gribi gibi vakalarda işe yaramıyor. Tasarımda ‘Kalite Ödülü’ Türk Mobilyalarının Bu yıl 80’inci doğum gününü kutlayan Nurus ürettiği mobilyalarla Avrupa’nın bir çok ülkesinde ilgi görüyor. Dünya çapında yer alan tasarım yarışmalarınından biri olan Red Dog Desing Award’ın düzenlediği yarışmada uluslararası kalite ödülünü Türk mobilya sektöründen Nurus aldı. 43 ülkeden farklı kategorilerde 2548 tasarımla yarışarak Türkiye’ye kazandıran Nurus, Türk endüstriyel tasarınmının gelişmesinde ve Türk tasarımcılarının global pazara tanıtılmasında önemli bir rol oynuyor. Nurus, yarattığı marka ile sadece ofiste değil, yaşamın her alanında tarzını belirleyerek 30 ülkeye kendi markasıyla satış yapan sektördeki tek Türk markası olma özelliğini sürdürüyor. CBT 1048/6 20 Nisan 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle