25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A.M. Celal Şengör le var. Fakat sıcaklıklar 400 derecenin üzerinde 460 derece sıcaklık ve sülfürik asit yağmurlarıyla Venüs yaşama izin vermeyen koşullar sunsa da komşu gezegenimiz yine de dünyamıza tahmin edilenden daha fazla benziyor. Güney Kutbu’nda şimşekler çakıp sağanak yağış düşerken, dünyamızın Kuzey Kutbu'ndaki hava akımlarını andıran dev hortumlar oluşmakta. Venüs'te ayrıca karbondiokside bağlı sera etkisini de araştırmak mümyor. Venüs'te yaklaşık 100 km. yükseklikte beklenmedik sıcak ve sabit bir hava tabakasının bulunabileceği tahmin edilmekte. ESA önümüzdeki yıl Venüs yüzeyindeki süreçleri ayrıntılı bir şekilde inceleyecek. Ülkemde hiçbir şey akılsızların egemenliği kadar beni bedbinliğe ve üzüntüye sürüklemiyor. Cumhuriyet Gazetesinde yeni bir haber, bir Anadolu şehrimizde Millî Eğitim bakanlığı izni ile verilen bir konferansta aklievvel konferansçının Darwin'i ve fikirlerini küçümsemek için şöyle bir benzetme yaptığını bildiriyordu... ÖNCÜ İNSAN P. ROBUSTUS’TA BOY FARKI Paranthropus robustus insan türünün erkekleri, dişilere göre daha yavaş gelişmiş olsalar da yetişkin erkeklerin daha uzun ve daha iri oldukları anlaşıldı. Otuz beş Paranthropus robustus fosilini inceleyen Londra College Üniversitesi bilim insanları, günümüzden iki milyon yıl önce Güney Afrika'da yaşan bu insanın yaşını, boyunu, gelişimini ve cinsiyetini, hatta olası sosyal davranışlarını dişleri, kafatası ve çene kemiklerini inceleyerek bulmuş. Örneğin yirmi yaş dişinin varlığı öncü insanın yetişkinlik dönemine kadar yaşadığını, bu dişin aşınmış olması ise yaşının ilerlemiş olduğunu göstermekte. Fosillerin büyüme motiflerine göre incelenen otuz beş fosilden, on dokuzunun dişi olduğu anlaşılmış. Veriler, iki cinsiyetin farklı bir şekilde geliştiğini göstermekte. Erkekler daha yavaş gelişmelerine rağmen yetişkinlik döneminde daha uzun ve daha iri bir bedene sahip oluyorlar. Araştırmacıların tahminlerine göre erken gelişen dişiler gelişmekte olan erkeklerden harem kuruyorlardı. Ancak erkekler gelişip, kadınların Akıl Olmayınca! Konferansçı dinleyicilerine evrim fikrinin sözüm ona tutarsızlığını göstermek için, bir çöl farz edin demiş, ortasında mükellef bir ev; birisi de gelip size bu ev kendi kendine oluştu desin. Buna inanabilir misiniz? Bu zatın vardığı sonuç mutlaka evi birisinin yapmış olduğu, yaratmış olduğu. Mantık şu: Her varlık yaratılmıştır. Kim yaratmıştır? Tanrı! Peki, dinleyicilerden birisi de kalkıp deseydi ki : «Efendim, verdiğiniz örnek ne kadar çarpıcı! Çöl ortasındaki evin gerçekten bir yapıcısı olmalı. Bu mantığa göre, kâinatı yarattığını iddia ettiğiniz Tanrı'yı acaba kim yapmış? Öyle ya, evi birilerinin yaptığı mantığı, her varlığın bir yaratıcısı olması kabulüne dayanıyor. Tanrı da «var olan» olduğundan, aynı mantığa göre onun da bir yaratanı olmalı. Gerçi bahis konusu konferansçı gibi insanların dünyasında böyle bir sual sorulamaz bile ama, haydi sorulduğunu kabul edip Tanrı’yı da bir yaratanın, yani bir üstTanrı’nın da varlığını kabul edelim. Bu sefer onu kimin yarattığı sorusu ortaya çıkacaktır; yani bu sorucevabın sonu olamaz. Bu da aklen kabul edilebilir bir yöntem değildir, çünkü çözümsüzlüğe gider. O zaman bu kişiler diyorlar ki, Tanrı’nın varlığına inanalım da bu iş bitsin. Ancak fark etmedikleri, burada mantıken gereksiz bir adımın varlığı: Kâinatın varlığını bilimsel olarak irdeleyebiliyoruz. Yani varlığı konusunda ciddi bir kuşku yok. Kâinatın hiç yaratılmamış, sonsuzdan gelip sonsuza gidiyor olması, sonsuz sorgulamaya neden olmadığından, kendi içinde tamamen tutarlı bir tezdir. Bu tez bir çözümdür, zira sonsuz sorgulamaya gitmeden soruna çözüm getirir. Böylece görmediğimiz, duymadığımız, varlığı hakkında bilimsel olarak kontrol edilebilecek en küçük bir verinin olmadığı bir varlığı kabul etmek gibi mantıken ve aklen gereksiz bir adıma duyulan ihtiyaç ortadan kalkar. Böyle kendi içinde tamamen tutarlı bir düşünce silsilesinin dini inanca vereceği zararı bir düşünün! Halbuki bahis konusu konferansçı aklınca Tanrı’nın canlıları yarattığı tezini savunuyordu! Modern bilimin yaratıcısı olduğu kabul edilen bizim Milet'li Anaksimandros daha milattan önce altıncı yüzyılda bilimsel irdelemelerde Tanrı veya Tanrılar varsayımının gereksizliğini görerek kâinatın zamanda ve mekânda sınırsız olması gerektiği tezini geliştirmiş, bu sınırsızlığa Yunanca «apeiron» (sınırı, çevresi olmayan) adını vermiştir. İlginç olan, Anaksimandros'un tarihte bildiğimiz ilk bilimsel evrim kuramının da babası olmasıdır. Anaksimandros Milet çevresindeki fosillerden oraların bir zamanlar deniz altında olmuş olması gerektiğini düşünmüş, bundan da belki dünyamızın ilk devrelerinde tamamen sularla kaplı olmuş olabileceğini çıkararak ilk varlıkların dolayısıyla insan olamayacaklarını, insanın daha önceki su varlıklarından türemiş olması gerektiğini yazmıştır. Bilimin Anaksimandros'tan sonra gösterdiği gelişme, insanlık tarihinin her adımı bizler için bir iftihar ve mutluluk vesilesi olan tek öyküsüdür. Bunu anlamadan, bilmeden, kendi içlerinde tutarsız olan, insanlığın en cahil dönemlerinde icat edildikleri detaylı olarak belgelenen ve amaçları tamamen ahlaki olan dinsel efsaneleri bilimden üstün göstermeye çalışma çabası, ancak son derece akılsız insanların yapabileceği bir teşebbüstür. Sırf cahil değil, akılsız diyorum, zira günümüzde her yerde bilgiye ulaşma imkânları daha birkaç on yıl önce hayal bile edilemeyecek düzeylere ulaşmıştır. Bu bilgiye ulaşmak yerine ilk ve ortaçağların efsanelerinden medet umarak yaşamak insanlığa yakışmaz. Türkiye'deki korkunç durum ise, halkımızı dünyadaki en cahil, en zavallı toplumların düzeyine iteleyecek, bizzat dini inançlara da zarar verecek akılsızlıkların bizzat bakanlık eliyle okullarımıza pazarlanmasıdır. Bu nedenle burada birkaç kez tekrar ettiğim bir iddiamı yinelemek istiyorum: Sayın Milli Eğitim Bakanımız ve bakanlıkta kurduğu ekibi, şu anda Türkiye'nin başındaki en büyük tehlikedir ve behemahal bertaraf edilmesi ulusal bekamız için bir zarurettir. Eğitimi zehirlenen nesillerin tedavisi uzun on yıllar alır ve belki de ülke ve ulus tamamen elden çıkmadan gerçekleştirilemez. Doğrusu, bu korkunç tehdit karşımıza her gün yeni bir marifetiyle çıkmakta, çok kıymetli vakit kaybedilmektedir. Aklımızı başımıza alalım, yoksa içinde ve uğrunda o aklımızı kullanabileceğimiz bir vatanımız ve bir ulusumuz kalmayacaktır! kün. Sonuçlar, “Venus Express” uzay sondasının ölçümleriyle elde edildi. Venüs Express sondası, 9 Kasım 2005'te Sojus roketi ile Kazakistan'dan 400 milyon kilometrelik yolculuğuna başlamıştı. Sonda Mayıs 2006'da gezegenin yörüngesine ulaştı. Avrupa Uzay Ajansı (ESA) bu misyonuyla, dünyamıza bu kadar yakında bulunan Venüs'ün niçin bu kadar farklı geliştiğini öğrenmek istiyor. Bilim insanları bundan elli yıl öncesine kadar Venüs'te denizlerin, kıtaların ve hatta bitki ve hayvanların bulunabileceğine inanıyordu. Ne var ki birkaç keşif gezisinin ardından bu hayali manzara beklentisi de boş çıktı. Gezegenin çorak olduğu ve üzerinde kurşunun bile eriyebileceği sıcaklıkların hüküm sürdüğü anlaşıldı. Venüs ve Dünya, doğumda ayrılan ve farklı gelişim gösteren ikiz gibi diye açıklıyor Venüs Express'in bilimsel koordinatörü Dimitri Titov. Venüs'ün atmosferi %95 karbondioksitten ve biraz azottan oluşmakta. Karbondioksit, sıcaklığın uzaya geri yansımasını engelleyerek gezegeni ısıtıyor. Sıcaklık öte yandan, dünyamızdakinden 100 misli olan hava basıncı nedeniyle de yükselmekte. Venüs'te de tıpkı dünyamızdakine benzer küresel bir sera etkisi görülmekte. Bu da suyun buharlaşmasına neden oluyor. İsveç Uzay Fiziği Enstitüsü'nden Mats Holmström, bu yüzden ne göllerin ne de akarsuların bulunmadığını söylüyor. Dünyamızın üzerinde yüksek seviyelerde meydana gelen şimşekler, koruyucu ozon tabakasının yenilenmesini sağlar. Gerçi Venüs üzerindeki şimşeklerle de yüksek enerji boşalmakta ancak Venüs Express ölçümlerinden anlaşıldığı üzere komşu gezegende dünyamıza kıyasla yarı yarıya daha az şimşek çakıyor. Şimşeklerin Venüs atmosferinde ne gibi kimyasal reaksiyonlara yol açtığı henüz araştırılmadı. Bilindiği kadarıyla gündüz yüzünden gece yüzüne doğru esen hava akımı, Venüs'ün gece yüzünün çabuk soğumamasını sağlı Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1082/5 14 Aralık 2007 boyunu aştıktan sonra bu gruptan ayrılıyor ve aralarında rekabet ederek kendi haremlerini kurmak için çalışıyorlardı. Gruptan ayrılmak, aynı zamanda leopar veya sırtlan saldırılarına maruz kalmak demekti. Bilim insanlarının bu tahminleri, erkek kemikleri üzerinde daha çok görülen çizik izleriyle kanıtlanmış. Diğer incelemelerle, Paranthropus robustus ve diğer öncü insanların sosyal davranışları açıklanmaya çalışılacak. Araştırmacılar çeşitli öncü insan türlerinin de günümüzdeki goril, şempanze, orangutan ve Bonobo maymunları gibi birbirlerinden farklı davrandıklarını sanıyorlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle