15 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TartışmaEditöre Mektup ŞAHİN KOÇAK'A CEVAP Gerçeği çıplak olarak dile getirmek gerek Rober Edgerton'un dediği gibi, toplumsal zaaflarımızı yok etmek, toplumsal hastalıklarımızı tedavi etmek istiyorsak, gerçek ne kadar acı, ne kadar hislerimizi incitici veya bize hicap verici olursa olsun onu en çıplak şekilde söylemek mecburiyetindeyiz. lkemizin kıymetli bilim insanlarından, muhterem dostum Prof. Dr. Şahin Koçak 25 Şubat 2006 tarihli ve 988 sayılı Cumhuriyet Bilim Teknik'deki "İktidar aracından iktidar alternatifine" başlıklı yazısında bilimin toplumdaki yeri ve bunun yüceltilmesi gerektiği konusunda benimle aynı fikirde olduğunu söyledikten sonra, bazı konularda yanlış fikirler oluşturabilecek vurgular yaptığımı söyleyerek, sözü, Everest hakkında yazdığım yazımdaki bir söze getirip bunu okumaktan "hicap duyduğunu" bildiriyor. Koçak'ın hicabının nedenini anlayamadım. Everest hakkındaki yazım, o yüce dağa 1956 senesine kadar bir isim bile vermeyi düşünememiş olan insanların verdikleri ismi, yalnız o dağı değil, tüm Hindistan'ı bir baştan bir başa, yaşamları bahasına, büyük bir hassasiyetle ölçerek insan bilgisine yalnız Hint yarımadasının ve dağlarının boyutları hakkında değil, tüm gezegenimizin jeolojik davranışı hakkında ölümsüz katkılar yapan kişilerin verdikleri Sir George Everest'in adının önüne çıkartılmasına karşı duyduğum tepkimin bir ifadesiydi. Ü SRİNİVASA RAMANUJAN Değer yargılarımın 20. yüzyılın rölativist tarih ve sosyoloji zırvalıklarıyla sulanmamasına çok özen göstermeye çalışıyorum. Koçak Nepal'i bilmediğini söylüyor. Ben Nepal'de bulunmakla kalmadım, Nepal'i de içeren Himalaya Dağları ve Tibet hakkında araştırma yaptım, o bölgelerin jeolojik ve coğrafi literatürünü okudum, keşif tarihçesiyle ve kültürüyle ilgilendim. Eğer Koçak, bahsettiğim ve ilkel diye sıfatlandırdığım insanlar arasında Everest muadili bir bilim insanı tanıyorsa, bize söylesin. Ciddî bir eleştiri "aklımdan geçirebiliyorum"larla desteklenemez. Bu bağlamda verdiği matematikçi Srinivasa Ramanujan örneği çok çarpıcıdır: Acaba George Shoobridge Carr'ın kitabı olmasaydı, Ramanujan Ramanujan olabilir miydi? Cambridge'e gitmek için dini duygularıyla yaptığı mücadeleye ne demeli? Ramanujan bir dâhiydi. Onun örneği, dâhinin saklanmasının ne kadar güç olduğunun çok güzel bir isbatıdır. Bir dağı bırakın ölçmeyi, ona bir isim bile vermeyi düşünemeyen insanlara "ilkel" demem Koçak'a hicap duydurduysa (bu aşağılama değil yalnızca bir tesbittir), bu tesbitin yanlış olduğuna inanıyorsa, buyursun aksini isbat etsin. İlkeli görüp ilkel demezsek ne onu ilkellikten kurtarabiliriz, ne de dünyamızda gelişmeyi, bilimi hedefleyen değerleri koruyabiliriz. Koçak benim bilimi gereğinden fazla güzelhattâ Polyannavari bir şekilde sunduğumu söylüyor. Sonra da kendi konusu olan matematik tarihinden ne hikmetse isim vermeden Newton ve Leibniz arasındaki çekişmeye atfen bilim tarihinde pek çok çirkin öncelik didişmesinin olduğunu hatırlatıyor. Sanırım muhterem dostum görüşemediğimiz yıllar süresince benim aynı zamanda bir bilim tarihçisi olduğumu unutmuş. Ben kendisine çok daha korkunç örnekler verebilirim: MarshCope didişmesi, tarafları erken bir ölüme götürdüğü bile sanılan MojsisovicsBittner didişmesi ... NewtonLeibniz didişmesi kimin doğru bir iş yaptığı konusunda değildir, yalnızca doğru olan bir şeyi kimin önce bulduğu tartışmasıdır. Dolayısıyla öncelik tartışmalarından bahsederek Koçak benim iddiamla ilgisiz bir konuyu gündeme getirmiştir. Halbuki benim şimdi verdiğim örnekler direkt yanlışlama teşebbüslerinin inanılması güç bir kişisel hasmaniyet yarattığı durumlardır. YANLIŞI BULMAK BİLİMCİYİ SEVİNDİRİR Koçak, bilimin güzelliğini anlatırken bunları ve daha nicelerini bilmediğimi mi sanıyor? Buna rağmen benim bilim hakkında çizdiğim tablo hem bilim tarihi hem de benim kişisel deneyimimle uyum içindedir. Meşhur olmuş istisnalar dışında, bilimde bulunan yanlış, hem yanlışın sahibini hem de bulanı sevindirir. Bu konuda Koçak'a "Bau und Bild Österreichs" adlı eserin önsözünü okumasını tavsiye ederim1. Orada büyük jeolog Eduard Su ess, jeoloji tarihinin en dogmatik bilinen karakterlerinden iki örnek vererek, onların nasıl sıra kendi yerlerine bir kişinin atanmasına gelince, kendilerine en çok diklenen öğrencilerini tavsiye ettiklerini söyler, "çünkü" diye devam eder Suess, bu büyük insanlar "kendi yargılarını kendi oluşturabilen bağımsız düşünürlerin sonunda doğruya varacaklarına inanmışlardır." Amaç kendilerinin haklı olması değil, gerçeğin bulunabilmesidir. Benim otuz yılı geçen bilimsel yaşamımda yanlışı çıkarıldığı zaman küsen tek bir bilim insanına rastlamamam herhalde tesadüf olamaz. Tam tersine, İhsan Ke tin'e Bursa'daki Uludağ'ın yapısı hakkında yayımladıklarının yanlış olduğunu isbat ettiğim zaman duyduğu sevinci bugün bile aynı berraklıkla hatırlamaktayım. Ketin bana bu buluşumu yayınlamamı söylediydi. "Hayır Hocam" dediydim. "Siz yayımlarsanız daha da inandırıcı olur." Ve Ketin benim dediğimi yaparak yanlışını anlatan enfes bir makale yayımladıydı (hem de kendi onuruna yapılan bir sempozyumda!). 1892 yılında Suess İsviçreli meslekdaşı Albert Heim'i ziyaret ettiği sırada kendisine Glarus kantonunun yapısı hakkındaki yanılgısını göstermişti. Heim bunu yayımlamasını istediğinde Suess büyük bir cömertlikle, "Hayır sevgili dostum" demişti. "Burası sizin arazinizdir. Haklı olduğum kanısındaysanız, bunu siz yayımlayınız." Heim denileni yapmıştır. Arkadaşım Aral Okay, benim daha önce Eski Tetis'in kalıntısı sandığım bir okyanus kalıntısının yaşının Yeni Tetis kalıntısı olduğunu gösterecek kadar genç olduğunu isbat edince ne kadar sevindiğimi anlatamam. Bir yanlıştan kurtulmuş, üzerinde düşüneceğimiz yeni bir sorun ortaya çıkmıştı. Bu örnekleri çoğaltabilirim. Ama benim gördüğüm bilim, içinde çirkinliklerin, gündelik yaşamdan bildiğimiz itişkakışların, minimum olduğu bir insan faaliyetidir. Zaten ben de bu nedenle bilimi bir yaşam tarzı olarak tercih ettim. Koçak'ın fikirleri, belki de ömrünün büyük bir kesimini bilim dışı bir toplum içinde geçirmesinden kaynaklanmaktadır. ATATÜRK VE ORDU Şimdi gelelim Atatürk'ün orduya verdiği göreve. Koçak yazısında Silahlı Kuvvetleri destansı (yani masal türü) ifadelerle yücelttiğimi yazmış. Kendisi ordumuzu ne kadar tanır bilemem. Ben en azından Hava Kuvvetlerimizi kendi ailem kadar tanıdığım kanaatindeyim. Ordumuz konusunda tek bir gerçek dışı söz veya abartılı ifade kullanmadığıma ise eminim. Bakın 1931'de Atatürk ne demiş: "Türk milleti tehlikelere karşı elinde kılıç yürümeye hazır bulunan kahraman çocuklarına derin güven beslemiştir. Ve bu güveni daima besleyecektir. Bundan sonra da Türk milletinin yüce idealinin gerçekleşmesi için kahraman asker evlâtları hep önde gidecektir." Türk milletinin Atatürk'e göre yüce ideali neydi? "Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak!" Burada Atatürk asker evlâtlarının en önde gitmesini istiyordu (ki öyle de olmaktadır). Aynı yıl bakın ne demiş: "Türk Milleti ordusunu çok sever, onu kendi idealinin koruyucusu telâkki eder." Bu işi ordu nasıl yapar? "Kumandan yaratan demektir" (1932). Koçak Atatürk'ün orduya aklı ve bilimi koruma görevini verdiğinden emin olmadığını yazıyor. Bir eleştiri yazısında emin olmadan karşı bir fikri ileri sürmenin ne faydası olabilir diye düşünülebilir. Ancak işte bu noktada Koçak'ın bana yönelttiği eleştirisinin en temel zafiyeti ortaya çıkmaktadır. Koçak'ın yazısında görülen bu zafiyet, kanımca bugün tüm sosyal bilim tartışmalarında karşımıza çıkan ve Robert E. Edgerton'un 1982'de yayımlanan "Hasta Toplumlar" başlıklı önemli eserinde döne döne vurguladığı bir zafiyettir. Koçak, kendisini tanıdığım kadarıyla, iyi bir insandır. Kendine has "iyilik" kavramı dışında gördükleri onu üzmekte, hattâ yaralamaktadır. Ezik gördüğü bir topluma "ilkel" denilmesi onda hicap hissi uyandırmaktadır. Bilimin toplumun diğer faaliyetinin çok üzerine yüceltilmesi belki içinden gelen bir eşitlik duygusunu incitmektedir. Bir silâhlı gücün aklı korumak için görevlendirilmesi yazısından anladığım romantik görüşle bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, emin olmasa bile, ona itiraz etmek istemekte, ordunun yerine gençliği koymayı yeğlemektedir. Halbuki Atatürk o görevi yalnız orduya değil, tabii ki hem gençliğe hem de tüm vatandaşlarına vermiştir. Rober Edgerton'un dediği gibi, toplumsal zaaflarımızı yok etmek, toplumsal hastalıklarımızı tedavi etmek istiyorsak, gerçek ne kadar acı, ne kadar hislerimizi incitici veya bize hicap verici olursa olsun onu en çıplak şekilde söylemek mecburiyetindeyiz. Koçak unutmasın: Bugün Türkiye'yi ilkelliği savunanlar yönetiyor. Onlarla mücadele ancak ilkelliği iyi tanımakla, aklı savunmakla olur. Burada söylediklerim dışında ben de Kocak'la temelde aynı düşünce ve ümitleri taşıdığımı vurgulamalıyım: Bilim iktidara alternatif olmalıdır! Bu konuda Orhan Bursalı'nın yazısının önemine de zaten daha önce işaret etmiştim. A. M. C. Şengör 1 Suess,1903, Bau und Bild Österreichs'de ss. XXIIIXXIV; Viyana 990/20 11 Mart 2006
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle