24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TartışmaEditöre Mektup kısmında maalesef daha sonra ortaya çıkacak nörolojik problemlerin takip edilebileceği merkezlerin de geliştirilmesi gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı, bu tür radikal değişikliklere giderken, özel tüp bebek merkezlerinin denetimini nasıl yapmayı düşünmektedir? Bu merkezlerde, bu kadar maliyetli ve doğacak çocuklara bu kadar risk yükleyen kararlar alırken, kâr değil de, hastanın yararının ön plana çıkacağı nasıl garanti edilecektir? Diyelim ki özel tüp bebek merkezleri gerçekten çok sıkı kurallarla, iyi bir şekilde denetlenecekler; sayıları artarak doğacak prematüre bebeklere hangi doktor ve personel, hangi teknik donanımlarla, hangi yenidoğan yoğun bakım servislerinde bakacaklardır? Sağlık Bakanlığının, böylesine önemli ve bir miktar da popülist açıklamalar yaparken, tüm bu sorunlarla nasıl baş edeceğine yönelik projelerini de açıklamasını beklerdik. Doç.Dr. Mehmet Vural Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Neonatoloji Bilim Dalı Türk Pediatri Kurumu, Yönetim Kurulu üyesi UNEPSA (Union of National European Pediatric Societies and Associations) Başkan yardımcısı Kaynaklar: 1.http://www.zaman.com.tr/?bl=kadinaile&alt=&trh=20060125&hn=250199 2. Olivennes F. Perinatal outcome and developmental studies on children born after IVF. Hum Reprod Update 2002; 8: 11728 3. Rufat et al. Task force report on the outcome of pregnancies and children concieved by invitro fertilization (France 19871989) Fertil Steril 1994; 61: 32430 4. Luke B, Keirh LG. The contributions of singletons, twins and triplets to LBW, infant mortality and handicap in the United States. J Reprod Med 1992; 37: 6616 Sulama barajları ne kadar gerekli? Birçok bölgede, aşırı sulama yüzünden yörel tarım ürünlerinin genetik özelliklerini yitiriyorlar. …"Savaşın her an başlayabileceğini seziyorduk ve Ürdün Nehri sularının savaş durumunda kullanımı ile ilgili gizli bir antlaşma gerçekleştirememiştik. Savaşın başladığı saatlerde, ellerimizdeki haritalar, diğer veriler, kâğıt ve kalem ile bir akşam karanlığında her iki taraftan uzmanlar, göğsümüze kadar sular içinde, nehrin ortasında gizlice buluştuk"... Sıradan bir uzman değildi bunları anlatan. Uluslararası boyutta saygınlık kazanmış, İsrailli ünlü bir hidrojeoloji profesörü ile, yaşamımızın yeryüzündeki bir numaralı desteği olan su gereksinimimizden söz ediyorduk. Savaş durumunda bile önceden antlaşmalara gerek duyulan oldukça hassas bir konu. Daha da ilginç olan ise, İsrail gibi su konusunda çok zorlukları olan bir ülkenin sorunlarını konuşuyorduk. meyi asla beceremeyeceğimiz besbelli oluyordu. Nedeni ise çok basit, yasaları delme konusundaki Dünya şampiyonluğumuz.. Gelgelelim, bir de İsrail’e su satmayı düşünüyorduk. Kaldı ki onca kıtlığa rağmen İsrail sahillerinde insanların denizde yüzdükten sonra parasız kullanabilecekleri duşları kendi gözlerimizle görmüştük. Ülkemizde suyun bolluğuna rağmen böylesine kaliteli bir hizmet hiçbir yerde söz konusu olmadığına göre, hoyratça kullanmak ve tüketmek yerine, su tüketiminin cidAma elverdiğince küçük göletlerle yetinmek ve sürekli yeraltı havzalarının yeniden beslenmesi ile sürekli kullanılabilir konumda olmalarının sağlanması, günümüz koşullarında en gerçekçi yöntem olarak biliniyor. Tüm Dünya’da, akiferlerin yeniden beslenmesi ile ilgili konular birçok hidrojeoloji profesörünün en yaygın doktora konusu. Başka bir anlatımla ezberci – kopyacı hidrojeoloji mühendisliği yerine, yaratıcı mühendislik teknolojileri ile ancak sorunları çözebileceğimizin reddedilemez göstergesi. Daha da öte, sulama barajı projeleri hem çok uzun vadeli çalışmalar gerektiriyor hem de yukarıda değinilen günümüz yaklaşım ve yöntemlerinden kat be kat daha pahalı. Birçok bölgede, aşırı sulama yüzünden yörel tarım ürünlerinin genetik özelliklerini yitirdiklerini söyleyen uzmanların sesleri de giderek artıyor. Tüm bunlara bir de politik yatırımlar olarak yapılmış, çok kısa ömürlü sulama barajlarını eklersek sorun daha da vahimleşiyor. Komşumuz ülkelerin asla gözardı edemedikleri böylesine önemli bir sorunumuza yeni yaklaşımlar getirmek için daha fazla bekleyecek zamanımız var mı? Bu günlerde kısa ömürlü bir sulama barajının sularının altında kalma tehlikesi yaşayan ve dünyada bir başka örneği bulunmayan ikibin yıllık Allianoi Termal Kentini düşünürken, hatalarımızı hatırlamanın unutmaktan daha önemli olduğuna inanıyoruz. Ord. Prof. Dr. Asaf Pekdeğer Berlin Freie Üniversitesi Hammaddeler ve Cevre Jeolojisi Kürsü Bsk.; pekdeger@zedat.fuberlin.de Prof. Dr. M. Yılmaz Savaşçın Dokuz Eylül Üniversitesi Jeotermal Enerji Ar. Uyg. Mrkz. Md. yilmaz.savascin@deu.edu.tr BİZ HOYRATÇA TÜKETİRKEN Kuzeydeki küçük Galille Gölü gibi Ürdün Nehrinin suları da yeterli olmayacağı için yeraltı suyundan yararlanıyorlardı. Ülkemizde, özellikle büyük yerleşim merkezleri çevresinde veya endüstrinin yoğun olduğu bölgelerde ve onbeş yirmi yıl gibi çok kısa bir sürede yeraltı sularımızın nasıl hızla ve hoyratça tüketilerek yüzlerce metre derinlere indiğini bildiğimizden, bu duruma şaşırdık: • Yeraltı suyunuzu kaybedebilirsiniz ama! Tehlikeli değil mi? • Bir santim bile aşağıya inmez. Çünkü kontrollü kullanırız. Bir yıl önce ne kadar yağmur yağdı ise o kadarını çekeriz" Üstelik bizim yeraltı suyu yönetmeliklerimiz de oldukça güncel ve ciddi hazırlandıkları halde böylesine önemli bir denetledi denetlenmesi ile nelerin mümkün olabileceği açıkça ortada idi. SULAMADA HATALAR Bir yerde tarımsal sulama konusunda da ayni hataları yapıyoruz. İsrail sulama barajına hemen hemen hiç gereksinim görmemekte, aksine suyu sürekli yeraltında tutarak buharlaşmayı en alt düzeye indirmektedir. Bu yaklaşım sekli diğer birçok bilinçli ülkede de farklı değil ve çok önemli uluslararası projeler ile UNESCO tarafından da destekleniliyor (www.iah.org/recharge/indac.html veya www.asrforum.com adreslerini mutlaka inceleyin) Haliyle bu yaklaşım, sulama barajlarının hiç kullanılmayacağı anlamına gelmiyor. "Yeni üniversite açmada israrın paradoksu"na yanıt S ayın M. Taki Yılmaz, CBT’nin 984’üncü sayısındaki yazısında, 15 ilde üniversite kurma kararlılığını, "ishal salgını" yada "tren kazası" ile özdeşleştirerek, YÖK’nun olumsuz görüşüne aldırılmaksızın 5447 Sayılı Yasanın kabul edilmesine karşı çıkmaktadır. Sayın Yılmaz, bu karşı çıkışına gerekçe olarak da, "altyapı yetersizliğini" öne çıkartmakta ve özellikle de kendisinin görev yaptığı Eğitim Fakülteleri’nin ürünlerinin neden olacağı olumsuzlukları sıralamaktadır. Önce, YÖK, 15 üniversitenin tümünün kurulmasına karşı çıkmamıştır. YÖK Başkanlığı tarafından yapılan 30.11.2005 günlü basın açıklamasında, 16 Eylül 2005 günlü YÖK Genel Kurulu kararına gönderme yapılarak, üniversite kurulması önerilen illerden, asgari yedi kadrolu profesör bulunma koşulunu sağlayan yalnızca dört ilde (Tekirdağ, Düzce, Uşak ve Ordu) üniversite kurulabileceğine karar verildiği bildirilmektedir. YÖK’ün önemsediği asıl düzenleme, yeni kurulacak olan üniversitelere atanacak "kurucu rektörün" önerilme ve atanma yöntemidir. Sayın Yılmaz, YÖK ve bu konuda duyarlı diye tanımladığı çevrelere mal etmeye etmeğe çalıştığı gerekçe, "altyapı yetersizliği"dir. Gerçekte, duyarlı çevre karşı çıkışı da olmamıştır. Bunun yanı sıra YÖK da, "altyapı yetersizliğini" gerekçe kılmamış, tam tersine "üstyapı/yedi kadrolu profesörün varlığı" koşuluna uyduklarını saptadığı 4 üniversitenin kurulabileceğine karar vermiştir. Sayın Yılmaz, yasa tasarısını ve yasayı görmemiş olacak ki, üniversite tüzel kişiliği altında toparlanan yükseköğretim kurumlarının, halen 15 ilde varolan, eğitimöğretim uğraşını sürdüren fakülte, yüksekokul ve meslek yüksekokullarından oluşturulduğunun ayırdına varmamış olmalı. 15 yeni üniversite çatısı altında bir araya gelecek yükseköğretim kurumlarının (fakülte, yüksekokul,meslek yüksekokulu ve enstitü) toplam sayısı 177’dir. Bunların 60’ı fakülte, 21’i yüksekokul, 60’ı meslek yüksekokulu ve 36’sı lisansüstü eğitim enstitüleridir. Bu 177 yükseköğretim kurumunun, 134’ü, 18 Devlet üniversitesine bağlı olarak çalışmakta olan yükseköğretim kurumlarıdır. 15 yeni üniversitede kurulan yükseköğretim kurumlarından 36 enstitüyü bir yana bırakırsak (ki, bunların çoğunun doktora programı açması YÖK’nun kararına bağlıdır), yasa ile kurulan ve yeni diye tanımlanabilecek yükseköğretim kurumları, 7 yeni fakültedir. 15 yeni üniversitenin, enstitüyü dışarıda bırakırsak, 9’unda yeni tek bir fakülte, yüksekokul ve meslek yüksekokulu kurulmamıştır. 6 yeni üniversitede 7 fakülte, yeni olarak varolanlara eklenmiştir. Bu nedenle, Sayın Yılmaz’ın, sanki 15 yeni üniversite988/21 25 Şubat 2006 nin tüm birimleri, yeni baştan kuruluyormuşçasına, tedirgin olması, ülkenin geleceği açısından kuşku ve korkuya kapılmasına gerek yoktur. Bunun için koşul, halen faaliyetini sürdürmekte olan 134 yükseköğretim kurumunda görev yapmakta olan akademik kadrolarının, asgari akademik ölçütlere sahip olmasıdır. Akademik kadrolar, halen bu özelliklere sahip iseler, yeni kurulan üniversitelerin, faaliyette olan bu yükseköğretim kurumlarının akademik düzeyini düşürücü sonuç doğuracağını ileri sürmenin olanağı bulunmamaktadır. Örneğin, Sayın Yılmaz’ın görev yaptığı Ondokuz Mayıs Üniversitesi(OMÜ) Sinop Eğitim Fakültesi’nden vermek isterim. Eğer, bu yeni 15 üniversitenin yanına, Sinop Üniversitesi eklenmiş olsa idi, Sinop Eğitim Fakültesi’nin ve orada görev yapan Sayın Yılmaz’ın akademik düzeyi düşecek miydi? Hükümet ve parlamentonun yaptığı –tüm siyasal partiler 15 yeni üniversitenin kurulmasını desteklemişlerdir, varolan yükseköğretim kurumlarını, rektörlük çatısı altında toplarken, yönetim ve kaynak kullanımı açısından ussal sonuç doğurucu bir yöntemi, üniversitelerin, YÖK’ün önüne geçerek gerçekleştirmiş olmaktadır. Sorun ve çekişme, kurucu rektörlerin, hükümet tarafından önerilmesi noktasındadır. Asıl tehlike de, her kurumu kendi denetimine almayı yaşam biçimine dönüştürmüş olan Hükümetten kaynaklanmaktadır. Prof.Dr. Mustafa Altıntaş
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle