Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ekodilbilim AylakBilgi Atina Tahir M. Ceylan Ekodilbilim ya da Çevredilbilim rum, kavramların içini boşaltıp ya da tersine çevirip dil ve düşünce kirliliği yaratarak doevredilbilim 70’li yıllarda Norveçli top ğayı sömürmeye yönelik yasal değişikliklerin lumdilbilimci Einar Haugen’ın ülkedeşi güzelleştirilmesidir. filozof Arne Naess’in etkisinde kalarak Orman Bakanılığı’nca imar düzenlemedillerin de canlılar gibi bir arada yaşa si diye gösterilen, verimsiz ormanların verimdığını, geliştiğini, birbirine karıştığını ve öl li hale getirilmesi için özel sektörün enerjisidüğünü savlamasıyla ve bu düşüncelerini ni, sermayesini, tecrübesini ve dinamizmini "The Ecology of Language" adı altında dilbi değerlendirmek sözüyle üstü örtülen amaç, lim dünyasına sunmasıyla adını duyurmaya orman vasfını yitirdiği savlanan arazileri başbaşlamıştır. ta olmak üzere tüm ormanları daha çok yağ Ancak kuramsal olarak dizgeleştirilmiş malamaktan başka bir şey değildir. ya da adlandırılmış olmasa da, çevredilbilimi Tabiat Kültür Varlıkları Koruma Bölge düşünsel anlamda W. von Humboldt’a dayan Kurulu'nun imar planı dediği değişiklik ise, dıranlar da vardır (Bak. Makkai 1996: 83). özellikle "Kemal Abi"nin kaçak villalarını ak 80’li yıllarda bu terimi salt mecazi kullanım lamak ve doğal varlıkları kişilere peşkeş çek dan kurtarıp dilçevre sorunlarıyla ilişkilendi mek anlamına gelmektedir. ren kişi ise Alwin Fill olmuştur. Ya da Unakıtan’ın kaçak iki villayı yıkacağını söylemesi, ancak bunun arkasında yeAVRUPA’DAKİ YANKILARI ni imar planına göre (!) dört villa kondurma Çevredilbilim bugün niyetinin olması dil oyunlarıyla örtülmeye çalışılan üniversitelerimizde pek koÇevredilbilim büyük, başka nulaştırılmasa da, Avrubir çevre katliamıpa’da ilgi gördüğü söylenegüçlü, ezici, sıradan na gönderimde bulunbilir. Başta Graz Üniversitemaktadır. olana karşı kendini si’nde (A. Fill) olmak üzere Göstergesel düzeyBielefeld (P. Finke, H. küçük, zayıf, mağdur de çevredilbilimle ilişkiStrohner ve W. Trampe), yukarıdave farklıya adamıştır; lendirilebilecek Odense (J. Chr. Bang ve J. ki çevreci ya da karşıçevDoor), Adelaide (P. Mühlhäreci kimi birimlerin / söyinsanın çevreye usler), Sydney (M. A. K. Hallemlerin yanında şu öbekyararcılık açısından liday) ve Chicago’da (A. ler sayılabilir: Makkai) çevredilbilim merTarla (domatesi), bakmasına karşıdır kezleri kurulması bunu gösköy yumurtası / ekmeği / termektedir. peyniri, çevre dostu / yeFinke (1996: 27) çevredilbilimin 20. ni nesil (motor), küresel ısınma, köpek estetiyüzyılın başından bu yana yapısalcılığa karşı ği, etyemez, sosyal adalet, küreselleşme, mikoluşan ilk ciddi alternatif olduğunu düşün robik silah, ekosistem, egzotik canlı, genetik mektedir. Ancak bunun gerçekten böyle mi çeşitlilik, tezek, kokaryakıt, kentsel atık, kırolduğunu tartışmak gerekir. Fill’e (1996a: 3) sal alan, çevresel kaygı, sağlıklı / çarpık kentgöre ise çevredilbilimin temeli çeşitliliktir; leşme, yeşil kuşak, göç, betonlaşma bundan anlaşılması gereken şey biyolojik türKimi birimler eklendikleri sözcükle birlerde, kültürde ve dilde çeşitliliktir. likte çevreci, karşıçevreci ya da yansız bir kondu, villak kondu, doiçerik yüklenirler: gecek SINIRSIZLIK SORUNU l (yoğurt), katkıs sız (süt), hormons suz (sebğal suz / ineks siz köy (olur mu?), hayÇevredilbilimin ilgi odağı olduğu kadar ze), tavuks sever, ormans sever, neoliberal, neofaşist. kuşkuyla bakılan bir alan olduğunu söyle vans mek de pek yanlış olmaz. Bunun en önemli nedeni, sınırlarının tam çizilememiş olması ANLIK YA DA MODA SÖZCÜKLER dır. Biçimbilgisel düzeyde en çok görülen Çevredilbilimin başyapıtı sayılabilecek durum, biyo ve eko birimlerinin kullanılmaFill’e (1996a: 3) bakılırsa; biyolojik / dilsel sıyla oluşturulan ve çoğu sözlüğe daha gireçeşitlilik, toplumda / beyinde çokdillik, yerli memiş sözcüklerdir: / karma diller, sözbilim, dil değişmesi, dil çaBiyoçeşitlilik, biyodizel, biyosektör, bitışması, dil (lehçelerin, azınlık dillerinin) ölü yoiklim, biyofaşizm, biyoürün, biyoterör, bimü, girişim, toplumdilbilim, diltoplumdü yogüvenlik, biyoTanrı, biyoatık, biyomimaşünce ilişkisi, kadıneşitlikçi (feminist) dilbi ri, biyobanka, biyohukuk; ekookul, ekoetik, lim, kültürlerarasılık, birçok yönüyle göster ekoilke, ekoürün, ekomahalle, ekoyakıt, gebilim, bazı yönleriyle biçimbilim (sözcük ekosu, ekotarım, ekoköy, ekoekonomi, ekoyapımı) çevredilbilimin kapsamına girebilir. turizm, ekoanarşi, ekoyerleşim, Şimdi sadece birkaç örnek vermekle yetineSONUÇ lim. Anlaşılan o ki çevredilbilim büyük, ÖRTMECE OYUNU güçlü, ezici, sıradan olana karşı kendini küSon zamanlarda en çok rastlanılan duYazının devamı 22. sayfada Tahir Balcı (*) Ç Çanakkale Boğazını topal haliyle yüzerek ilk geçenlerden olan ve Atina’da muhteşem bir heykeli bulunan İngiliz Lord Byron’un gayretiyle Yunanistan 1834’te Osmanlıdan bağımsızlık kazandığında Atina’nın nüfusu dört bindi, bugün aynı Atina bin kat büyümüş, AB desteği, olimpiyat ateşi ve kadın belediye başkanının çabasıyla dört milyon nüfuslu temiz bir kent haline gelmiş. Onun şansı Persleri Marathon ovasında askeri bir oyunla yendiğinde parlamıştı. Miltiades MÖ 490’da ordusunun merkezini zayıflatmak pahasına kanatlara yığınak yapıp sayıca üstün düşmanı, askerlerini 1.5 km öteden koşturup göğüs göğüse bir çarpışmayla 7000 kişiyi öldürerek yok etmiş ve zaferi bildirmek üzere 40 km koşan atlet Atina’ya girdiğinde çatlamıştı. Savaştan sonra Atina etraftaki şehirlerden, Perslerden korumak bahanesiyle haraç toplamış ve eski şehrin kutsal mekanlarını işte o paralarla yapmıştı. Bir ilkedir, sömürmedikçe tapınak yapamazsın, sömürdükçe de mecburen yaparsın! Nasıl tarih boyunca dünya dillerine 51 807 kelime vererek Yunanlılar bir dil ihraççısı olmuşsa, o gün de bir güç ihraççısıydılar. ATİNA’DA KAHRAMANI Bizim Truva’yı "taşları götürün de altınları bırakın" diyen padişahlarımız sayesinde kazan, hazinesini yağmalayan sonra da Yunan kızı Sophia ile evlenen, Alman hırsız Schliemann’ın oturduğu yeşil panjurlu ev Atina’da dikkatle korunuyor. Bir yerde kahraman olmuşsanız öteki yerde ya katil ya da hırsız olmuşsunuzdur zaten. Hiçbir sosyal değerin yoktan var olmadığı anlamına gelen "Sosyal Değerin Sakınımı Yasası" diyorum buna ben. Şöhret, bir grup insanın size yaptığı küçük fedakarlıkların toplamıdır! Galata’ya benzeyen ve küçük evlerin yer aldığı Plaka semtinin üstünde Apollon tapınağı yer alıyor. Her biri yedi bin ton gelen mermer sütunlarının içinde amorf halde demir olduğu için sütunlar güneşte kor gibi yanıyor. Bu mermerin alındığı ocak hala açık, fakat sadece tapınağın restorasyonu için mermer verebiliyor. Bir gün bitecek diye korkulan bu gevşek mermer 3,5 cm kadar derinine ışık alıp, şeffaf yapısıyla soğurduğu ışığı geri vererek güneşin batışından sonra da ölgün bir fener gibi ışımaya devam ediyor. Tapınaktaki her taşı ötekine ekleyen demirlerin etrafındaki kurşunu eriterek mermi yapan, bir yerde kurşunu ölülerin mabedinden alıp canlıların bedenine sokan Osmanlılar, Apollon tapınağını cephanelik yapmıştı ve bir Venedik top mermisi cephaneliğe düştüğünde patlamayla sütunlar un ufak olup kalmıştı. Anadolu’dan olduğu kadar İngilizler bu tapınakta da çalmadık arkeolojik buluntu bırakmamış, çaldıklarını da British Museum’a saklamışlardı. İngiliz kurnazlığını burada hırsızlık olarak görüyoruz. Kötülük ve zeka birleşmişse yüz çeşitlidir, karşı güce göre şekil değiştirir; küçüklere hırsız, orta boy güce kurnaz, büyüklere karşı yağcı davranılır. Atina’da demokrasi olduğu için Perikles’in karşısındaki güç büyüktü, o da kendine hırsız denilmesin diye her şehirden aldığı koruma parasını kayda alıp, tapınağı sonra yapmıştı. Tapınağa on harcadıysa, cebine yirmi atmış ve her şey yazılı diye kimse soruşturmamıştı. ZENGİNLİK VE FELSEFE Büyük hırsızlıklar şeffaf hırsızlıklardır nihayet. Hırsızlık sadece yapılırken olmamış, inşaat bittikten sonra Tapınak bankerlik olarak kullanılıp halk soyulmaya devam edilmişti ve halkın soyulmasından zenginler, zenginlerin sofrasından filozoflar yetişmişti. Perikles’in sevgilisi Aspasya’nın sofrasından Sophokles, Euripides, Aristophanes ve Sokrates geçmişti. Nasıl roman aşk, şiir içki isterse, felsefe de sofra istiyordu işte. Ama ben tabi ki Perikles hırsız olmasaydı, Sokrates de filozof olmazdı demiyorum. Sadece zenginliğin de, felsefenin de aynı döneme denk geldiğini söylüyorum. Son gece ağaçlar arasında bir mahzende yemek yedik. İçerde 18. yy da yapılmış, dışı porselen, içi seramik keşkek çanakları, hoşaf tasları, ayran kupaları sergideydi. Bu Çanakkale Agonya bölgesi seramikleri mübadele sırasında getirilmiş, ortalarına sarı kuş, mavi sümbül çizilmişti; çanakların önünden bir süre ayrılamadım. Yunanlılar klarnetle buzuki eşliğinde sade suya tirit biçimde çayda çıra, ben de dizimi vura vura harmandalı oynadım. Herkes bir daha gördü, Anadolu’daki ateş Theselia’daki duygudan fazladır. Oturduk, mousakkakia (musakka) ve dolmades (dolma) le enfiyesi yetersiz bir uzo içtik. Sonrasında da Herbert von Karajan’ın çaldığı, Maria Callas’ın söylediği, Onassis’in Jackie’ye aşık olduğu Odeon’u adımladık. Perikles vebadan ölmüş, Atina şımarıklıktan çökmüştü. Karşıya, tarihte hiç şımarmamış Anadolu’ya baktım; saf bir çocuk gibi uykudan şimdi uyanıyor, Avrupa’nın suları yeni bir uyku için tatlı ve uyuşturucu bir dil gibi kıyılarını yalıyordu. www.crsm.net 988/11 25 Şubat 2006