Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TartışmaEditöre Mektup İktidar aracından iktidar alternatifine Şengör bilimin, bazı iktidar odaklarıyla, başka bazı iktidar odaklarına karşı koalisyon arayışlarına girmeden önce, kendisinin çok önemli bir iktidar odağı ve aracı ve ortağı olduğunun farkına varması gerekiyor. Bunun ülkemiz için olduğu kadar, gelişmiş büyük sanayi ülkeleri için de geçerli olduğuna inanıyorum. Uyuyan bir devin uyanması gerekiyor. İktidar aracı ve ortağının, iktidar alternatifi olmaya başladığı an gelmiş miydi? Gerçek bilim toplumu bu yeni sınıfın önderliğinde mi kurulacaktı? Tarım toplumu ve sanayi toplumundan sonra yeni sınıfları ve iktidar yapılarıyla bilim toplumu mu geliyordu? ifadeleri bana gerçek dışı görünüyor. SIRADIŞI AMA İHTİRASLI Ben de bilim insanlarının bu olgunlukta olmalarını ne kadar isterdim. Böyle "ermiş" bilim insanları da mutlaka vardır, ama bilimin pratiği bundan ne yazık ki çok uzaktır. Bilim insanları şüphesiz ki meraklarının güdüsüyle gerçeğin peşinde koşan sıra dışı insanlardır, ama aynı zamanda kanlı canlı, ihtiraslı sıradan insanlardır ve çoğu için gerçeğin bulunması kadar (hatta bazen bundan ziyade), gerçeğin kendileri tarafından bulunması önemlidir. Tarihte en büyükler arasında da birçok örneği görülen, bir keşifle ilgili sonu gelmeyen öncelik kavgaları, bilim tarihinin talihsiz sayfalarını doldurur. Bu nedenle, objektif olan bilim adamı değil, olsa olsa, kendi içinde, sadece akla, gözleme ve deneye dayalı, açık ve karşılıklı denetimi işletmeye çalışan bilim camiasıdır. Bilim içinde çok sert bir rekabet ve bunun zaman içinde yol açtığı iktidar yapıları vardır ve bilim insanlarının ve gruplarının bilimi meslekdaşlarına veya topluma karşı bir iktidar enstrümanı olarak kullandıkları nadir değildir. Üzerlerinde çok büyük bir üretim baskısı olan bilim insanlarının, kafalarını kaldırıp ne olup bittiği hakkında, toplumdaki rolleri ve durumları hakkında şöyle bir düşünmeleri bile kolay olmuyor. İnsanlığın en büyük yaratısı olan bilimin, gereksiz güzelleştirmelere gitmeden, doğru bir çerçeveye oturtulması, sonuçta bilime ve topluma daha fazla hizmet eder. S ayın Celal Şengör’ün çok seçkin bir bilim insanı olarak, kıymetli zamanının bir bölümünü kamuoyunu aydınlatmak için popüler nitelikli, ama belli bir derinliği olan yazılar yazmaya ayırmasını çok önemli buluyorum ve bu tür yazıların ülkemizde bilim geleneğinin oluşmasına katkıda bulunacağına inanıyorum. Ancak bu yazılarda zaman zaman kullanılan üslubun ve tekrar tekrar yapılan bazı vurguların, yanlış kanaatlerin ve yönelimlerin oluşmasına neden olabileceği kaygısını taşıyorum. Bu kaygılarımı birkaç örnek üzerinde ifade etmeye çalışacağım. Sayın Şengör’ün "Everest" yazısında (C.B.T, 28 ocak 2006) şu cümleleri okuyunca hicap duyduğumu hissettim: "Everest’e uzaktan bakıp, ....., onu ilah zanneden ilkellerin hangisinin bu muazzam başarıya (keşif gezilerinde hammallık etmek dışında) beş paralık katkısı olmuştur?" "JeanJacques Rousseau’nun, "asil yabani" fikrinden bir an önce kurtulup önüne gelen ilkeli yüceltmek hastalığından kurtulamazsak, o yabanilerin düzeyinde yaşamak zorunda kalacağız yakında." Sayın Şengör’ün bu insanları bu kadar aşağılamasının nedenlerini anlayamıyorum ve bu bakış açısı bana Amerika’nın Avrupa’lı "fatih"lerinin Kızılderililere bakışını hatırlatıyor. Nepal’i hiç tanımıyorum ama, o ulu dağların eteklerinde cüzzamlılar kadar nice bilge insanların da yaşamakta olduğunu, hatta bunlardan bazılarının cüzzamlı olduğunu, karların geçit vermediği saklı köylerde kimbilir kaç tane henüz hiçbir batılı kulağın duymadığı sihirli dillerin konuşulmakta olduğunu, bu insanların da bizler gibi milyar yıllık biyolojik tecrübeye sahip olduklarını, aralarından birkaçının dün sabah ilk defa gördükleri karlı bir yamacın tarifsiz görüntülerini bugün nasıl olup da o esrarengiz organları sayesinde hatırlayabildiklerini tıpkı bizim gibi bilemediklerini düşündüklerini, belki şu anda orada yaşamakta olan sıska bir çocuğun benzersiz genleri sayesinde 20 yıl kadar sonra Ramanujan’ı hatırlatan akla ziyan bir matematiksel keşif yapacağını, bu çocuk son salgını atlatama mış olsaydı bu keşfin hiçbir zaman yapılmamış olacağını aklımdan geçirebiliyorum. İşaret etmek istediğim bir diğer husus, Sayın Şengör’ün her vesileyle (benim de büyük ölçüde katıldığım bir şekilde) bilimi yüceltmesinin yanında, işi bazen bir "güzelleme" edebiyatına vardırarak, bilimin tartışmaya açık yönlerini gözardı et sak ve bu tartışmaları yapabiliyorsak, bunu Atatürk’e borçlu olduğumuzu bilen ve O’na şükran ve sevgi ile dolu bir insanım. Ama Atatürk, o tarihlerde belki başka seçeneği olmadığından, uygarlığı savunmayı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bir görev olarak vermişti. (Aslında bundan da emin değilim, ben o görevi Türk gençliğine verdiğini sanıyordum, ama şu noktada tartışmak istediğim bu değil.) Atatürk, sanırım bugünlerini görseydi gurur duyacağı Türk bilim camiasının, kurduğu uygarlığı öncelikle kendi gücüyle savunmayıp yardım istemesinden belki de çok hoşnut olmazdı. Bizde henüz yeni yeşeriyorsa da, bilim camiası yaklaşık 200 senedir kendisi bir iktidar aracıdır ve bunun farkında olmaması da kanımca bilimin en büyük sancısıdır. Herşeyi tartışan ve hiçbir tabu, imtiyaz, önyargı tanımayan bilim, sıra kendisini tartışmaya gelince biraz ürkek ve mahcup davranıyor. CİDDİ İKTİDAR ARACI: BİLGİ İktidarın evrimsel tarihini bir yana bırakır ve insanlık tarihinin de sadece tarım devriminden bu yana geçen kısmına bakarsak, esas itibariyle doğal fiziki güç ve varlığın örgütlenmesine dayalı dünyevi siyasaltoplumsal iktidar yapılarıyla, temelde bunu desteklemek için oluşturulduğu anlaşılan dinsel iktidar yapılarını görüyoruz. Bilgi her zaman bir güç olmuşsa da, ciddi bir iktidar aracına dönüşmesi sanayi devriminden sonra Avrupa’da olmuştur. Bu yeni iktidar unsuru, sanayi devrimi öncesinde, aslında çok da istemeden, dinsel iktidarla çatışmış ve onu esastan geçersiz kılmışsa da, toplumsal bir dönüşüm sonucu el değiştiren ve yeni bir yapılanma içinde duruma hâkim olan siyasal iktidar, bilimin dini fazla hırpalamasına izin vermemiş ve kontrolünde tuttuğu ve farklı amaçlarla kullandığı bu güçler arasında bir denge gözetmeyi tercih etmiştir. Çok şematik olarak çizdiğim bu tablonun son sahnesi günümüzde de sürmektedir. İktidar yapılarının analizinin, tarihsel gelişmelerin kavranması için çok önemli olduğunu sanıyorum. Örneğin, çok tartışılan, sanayi devrimine eşlik eden bilimsel ve teknolojik devrimin neden Avrupa’da ortaya çıktığı, neden Osmanlı’da ya da başka yerlerde ortaya çıkmadığı, neden daha önce Avrupa’yı yıldıran bir savaş makinesi olan Osmanlı’nın sanayi devrimini kaçırdığı ve sonra da yetişemediği soruları, şüphesiz karmaşık ve çözümleri üzerinde fikir birliği bulunmayan sorular olmakla birlikte, Avrupa’daki ve Osmanlı’daki iktidar yapılarının karşılaştırılması çok öğretici olabilir. Bunu bilim tarihçilerinden beklemekle birlikte, tartışma katkısı olarak birkaç görüş belirtmek istiyorum. ŞENGÖR VE KURUMLAR Değinmek istediğim son bir husus, Sayın Şengör’ün sıkça siyasi ve askeri kurumlarımıza göndermede bulunması nedeniyle, bilim ve iktidar ilişkileridir. 4 Şubat 2006 tarihli yazısında Sayın Şengör, "Gene geldik Atatürk’e: "Nefsi müdafaa için yapılmayan harp cinayettir" diyen bu büyük insansever, yarattığı o muhteşem Türk Silahlı Kuvvetlerine yurt ve ulus savunması yanında bir görev daha vermişti: Uygarlığı savunmak. Bugünlerde uygarlık düşmanlığı edenler bunu sakın unutmasınlar." diyor, 12 Şubat 2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yazısında da gene Türk Silahlı Kuvvetlerini destansı ifadelerle yüceltiyor. Bunları çok yadırgadığımı belirtmek isterim. Ben de bugün bir ulus olarak var mesi ve Polyanna tabloları çizmesidir. Örneğin 4 Şubat 2006 tarihli yazısındaki, "Bilimde bir insanın yanlışını bulduğunuz, bir mantık hatası yaptığını yakaladığınız veya varsayımının çuvalladığını gösterdiğiniz zaman, onu ve bilimle ilgili herkesi memnun edersiniz. Çünkü, "açığını yakaladığınız" kişinin amacı haklı olmak değil, gerçeği öğrenebilmektir. Gerçekten uzaklaştığını ona göstermek, onu mahcub etmek, küçük düşürmek değil, ona yardımcı olmak demek olacağından, onu memnun eder." ARİSTOKRASİ OLUŞAMADI Bilim Avrupa’da siyasal iktidarın 988/18 25 Şubat 2006