24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

I ) 1 (• , , w , ' j . , , oldugunu kim bilebilirdi ki? Bızim büyük zahmetlerle bedenımize sürdüğümüzü suaygırları terleriyle birlikte salgılıyor. Güneş yanıklarından koruyan bu biyolojik vücut losyonunun antibakteriyel etkisi de var. Efsanelerde suaygırının kan salgılayarak terlediğinden söz edilir. Burada bir değil iki hata var. Çünkü su aygırının gözeneklerinden sızan ne kan ne de terdir. Bu salgı güneşten koruyan ve antibiyotik etkisi gösteren iki pigmentin bir karışımı. Japon araştırmacılar bu sıvıyı cesur bir girişim sayesinde inceleme fırsatını buldular. Tokyo hayvanat bahçesindeki bir suaygırının yüzünü ve sırtını süngerle ovan bilim adamlarının bu tehlikeli girişimi son derece ilginç bir sonuç verdi. Tokyo Ec7acılık Üniversitesi'nden Kimiko Hashimoto, Nature dergisine, su aygırı terinde biri turuncu diğeriyse kırmızı olmak üzere iki pigmentin bulunduğunu açıkladı. Kimyasal analizler sonucunda bu karışımın aslında önce renksiz olduğu ama birkaç dakika içinde kızardığını ve daha sonra da kahverengine dönüşerek kızılötesi ışınlardan koruduğu ortaya çıktı. Kırmızı pigment ayrıca anti biyotik gibi etkiyerek Pseudomonas aeruginosa ve Klebsiella pneumoniae gibi hastalık etkenlerinin üremesine engellemekte. Ve söz konusu salgı ter olmamasına rağmen beden sıcaklığını da ayarlıyor. Vücut losyonunun su aygırları için çok pratik bir işlevi var. Gerçi kalın bir post da işlerine yarayabilirdi ama su aygırları geceleri çok fazla yedikleri için gün içinde tüm zamanlarını suyun içinde geviş getirerek geçirirler. Salgının antibakteriyel etkisi ise hayvanlann dövüş sırasında yaralandıkları için çok işe yarıyor. Su aygırı losyonunun insanlar arasında moda haline gelmesi biraz şüpheli. Çünkü araştırmacılara göre pigmentler kalıcı değil. Ayrıca renkler de çamurdaki bilinmeyen faktörlerle kalıcılığını korumakta. Ve bilim adamları salgının çok kötü koktuğunu söylüyorlar. la ilgili araştırma yazısı BMC Medıcine dergisinde yayımlandı. Araştırmacılar 2002 Temmuz ve Ağustos aylarında, Belgrad ve Laplje Selo'daki acil servislerde yatan 562 hastayla anket yapmışlar. Hastalara travmatik olaylar yaşayıp yaşamadıkları, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğuyla (TSSB) ilgili semptomların ne derecede sürdüğü sorulmuş. Anket sonuçlarına göre hastalann %50'sinde depresyon, sekizde birinde ise TSSB. %12'ük kesimde ise her iki ZümrüttenAkisler A.M. Celal Şengör Büyük dShi François Truffaut'nun aziz hatırasına 26 Mayıs Çarşamba akşamı CNBCe kanalı tüm seyircilerine unutulmaz, enfes birgöz vezekâziyafeti çekti, sinemanın ne yazık ki çok erken kaybettiğimiz büyük dehâsı François Truffaufnun (19321984) 1970yılında çektiğiL'EnfantSauvage'ını (Vahşi Çocuk) ekrana getirdi. ödülalmış bu muhteşem filmi ilk kez lise yıllarımda As Sineması'nda görmüştüm. Beni o denli etkilemişti ki, bilim adamı olmak konusundaki nihaî kararı diyebilirim ki bu filmi gördükten sonra verdim. Film gerçek bir öyküyü işler: 1798 yılında bir ormanda vahşi bir çocuğun bulunduğu haberi Paris'e ulaşır. Zamanının bilim başkenti Paris'in aralarında büyük zoolog, paleontolog vejeolog Cuvier'nin de bulunduğu öndegelen biyolog ve tabipleri, derhal çocuğun Paris'e getirilmesine önayak olurlar. Çocuk önce sıkı bir muayeneden geçirilir ve en uygun yer olarak sağır ve dilsizler okuluna yerieştirilir. Ancak genç bir araştırmacı olan Dr. Itard, burada çocuğa faydalı bir eğitim verilemeyeceğine karar verir. Okuldaki tecrübeli doktorlar çocuğun geri zekâlı olabileceğini savunurlar. Belki de anormal olduğu için terkedilmiştir. Dr. Itard buna itiraz eder, çocuğun gırtlağındaki bıçak kesiğine işaret ederek çocuğun öldürülmek istenmiş oldugunu, tesadüfen, belki yara üzerine yaprakların gelmiş olması sonucu hayatta kalabildiğini savunur. Çocuk belki de istenmeyen, gayrimeşru bir yavrudur. . . Dr. Itard çocuğu bizzat eğitmeye karar verir; otoritelerin izni ve devletin, evindeki bakıcı kadın Madame GuĞrin'e 150 Frank'lık ek bir bakım parası vermeyi kabul etmesi üzerine çocuk Dr. Itard'ın Paris'in hemen civarındaki kır evine taşınır. Burada Dr. Itard, çocuğu uygarlığa alıştırmak için bir seri eğitim süreci başlatır. Bazıları başarılı olur, bazılarını yarı yolda bırakmak zorunda kalır. Dokuz ay sonunda çocuk belirli birgelişme kaydeder ve Dr. Itard bunu bakana bildirir; çocuğa Vharfine gösterdiği duyarlılık nedeniyle Victor adı verilir. Filmin beni daha lise yıllarımda büyüleyen tarafı, Truffaut tarafından canlandırılan Dr. Itard'ın sönmeyen merakı ve araştırma disiplini ve onlarla atbaşı giden ve onlar tarafından ateşlenen insana duyduğu müthiş sevgi ve saygı olmuştu. Dr. Itard, Victor'un vahşi halini büyürken alamadığı eğitimin eksikliğine bağlıyor, belli bir zekâ düzeyjnde oldugunu ispat ettiği çocuğun mutlaka uygarlığa kazandırılabileceğine inanıyor. Bu inançla gece gündüz hem kendisi çalışıyor, hem de küçük Victor'u çalıştırıyor. Bazan çalışma temposuna Victor isyan ediyor, bakıcı Madam GuĞrin'in şefkatli kucağında tekrar sakinleşiyor; bazan bizzat Madam GuĞrin doktorun uyguladığı tempoyu eleştiriyor. Dr. Itard araştırmanın her adımında tuttuğu notları her akşam düzenliyor, temize çekiyor. Bunuyaparken sürekliyeni varsayımlar geliştiriyor, yeni deneyler düşünüyor. Filmin sonuna doğru Victor kaçıyor, büyüdüğü ormana gidiyor. Ama artık medeniyeti tatmıştır: Küçük vahşi, henüz konuşamasa bile sonunda kendiliğinden Dr. Itard'ın evine geri geliyor, Madam GuĞrin'in şefkatli kollarına sarılıyor, doktora başını okşatıyor. Filmin son sözleri Dr. Itard'ın ve içinde yaşadığı aydınlanma yüzyılının, bilimin şahlandığı o yüzakı dönemin, insana ve onun zekâsına ve aklına olan sınırsız güvenini dile getiriyor: "Victor biraz dinlensin Madam GuĞrin; sonra egzersizlere devam edeceğiz!" Truffaut'nun Dr. Itard'ın tutumunu onayladığı mı yoksa eleştirdiği mi epey bir tartışma konusu olmuştur. Ben bu tartışmayı yirminci yüzyılm ikinci yarısına damgasını vuran bilim ve uygarlık düşmanı fikirlerin pek hazin bir ürünü olarak görüyorum. (Bu hazin ürün, ne yazık ki filmin Cumhuriyet'in 26 Mayıs tarihli nüshasının televizyon sayfasındaki takdimine de karışmıştır!) Truffaut'nun bizzat oynadığı Itard'ın yüzünde son sahnede gördüğümüz o engin mutluluk hissi, Madam GuĞrin'in Victor'u kimin getirdiği sorusuna "kimse getirmedi, kendi başına döndü" cevabını verirken sergilediği derin tatmin hissi, dâhi yönefmenin kendinden ikiyüzyıl önceyaşamış olan vatandaşıyla aynı fikir ve hisleri paylaştığının en güzel belgeleridir. Zaten öyle olmasaydı L 'Enfant Sauvage bambaşka bir film, Truffaut da bambaşka bir insan olurdu. Nouvelle Vague (Yeni Dalga) akımının en güzel filmlerinden biri olan bu muhteşem eser insanın belleğinde kendine bir ömürlükyer ediniyor. Yalnız konu, dekor, çekim değil, her oyuncu ve hele Victor'u canladıran JeanPierre Cargol ayrı ayrı muhteşem. Bilhassa Truva felâketine katlandıktan hemen sonra bu şaheseri seyretmek, fevkalâde lezzetsiz bir şeyi kazayla ağzına kaçıran bir insanın lezîz bir şerbeîie damağını ve dilini temizlemesine benzer bir etki yapıyor seyirci üzerinde. lyi ki vardın Aydınlanma Yüzyılı, iyi ki vardın onun çocuğu Truffaut! İnsana inanan yüzyılm izleri Sırbistan'da savaşın psikolojik etkileri sürüyor Sırbistan'ın NATO birlikleri taratından bombalanmasından uzun yıllar sonra bile insanlar hâlâ psikolojik sorunlar yaşıyor. Amerikalı ve Sırp doktorları larafından gerçekleştirilen kapsamlı araştırmanın sonuçlarına göre özellikle de kenar semtlerde yaşayan insanlarda savaşın izleri daha kalıcı olmuş. Konuy rahatsızlığın semptomları devam etmekte. Gerçi araştırma, acıl servislerde daha çok bu tür bozuklukları bulunan hastalar tedavi gördüğünden Sırbistan'daki psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkış sıklığı için abartılı bir sonuç veriyor ama, inceleme en azından insanlarda savaştan uzun yıllar sonra bile psikolojik rahatsızlıkların sürdüğünü göstermesi açısından önem taşımakta diyor araştırmaya kalılan bilim adamlarından VVİIIİam Fernandez. Çok ağır travmatik olaylardan sonra da meydana gelebilen TSSB'nın başlıca belirtileri, travmatik olayla ilgili anıların sık sık hatırlanması, rüyalardan korkma ve aşırı heyecan olarak bilinmekte. İLKV'SESİ ,:,,«. Fuji Dağı'nın gîzi aydınlandı Honshu adasında bulunan 3776 m yiiksekliğindeki Fuji yanardağı, Japonya'nın en önemli sembollerinden biridir. Komitake, KoFuji ve Shin Fuji volkanlarından oluşan bu yanardağ, içinde bulunduğu bölgeye göre çok heybetli ve yüksek, Kyoto Üniversitesi bilim adamları Fuji dağının, yüksekliğini, derinlerinde bulunan yarığa borçlu oldugunu buldular. Adaları tektonik bir levha sınırı üzerinde yer alması yüzünden Japonlar, yanardağlar ve depremlerle yaşamaya alışmışlardır. Tüm Japonya ada kavisinin kaynağı, geniş bir dalma batma bölgesinde doğu Asya kıtasal levhanın altına dalan tektonik levha sınırıdır. Bu jeolojik hareketler sırasında eriyen kayaçlar etkin volkanizmayla yüzeye ulaşarak, adalar ve Fuji dağı gibi yanardağlar oluşturur. Ne var ki Fuji dağı 100.000 yıl içinde 10.000 kilometreküplük malzemeyle beslenir ki bu malzeme dalan ve eriyen levhaların üretebileceğinden dört mislidir. Koki Aizawa ve arkadaşları şimdi magma kütlelerinin daha altta bulunan yer mantosundan.bu dalma batma bölgesındeki bir yarığı aşarak doğrudan doğruya yüzeye ulaşabildiklerini sanıyorlar. Bu teoriyi destekleyecek kanıtlardan biri Fuji dağının kayaç türüdür. Taşlaşan kütlelerin bileşiği orta Okyanus sırtlarında aralıksız olarak ortaya çıkan kayaçlara benzıyor. Ve bu magma kütlelerinin kaynağı da daha alttaki yer mantosudur. Bu ilginç yarığın sebebi birbirine yakın iki kıtasal levhanın iki milyon yıl arayla çarpışmasına bağlanmakta. Aizavva bu tahminle Fuji'deki olağandışı etkinliğin de açıklanabileceğini sanıyor. Uzmanlar 1707 yılında son kez püsküren yanardağı, uyuyan volkan olarak sınıflandırmışlardı. Ancak dağın hangi tarihte yeniden etkinleşeceğini şimdilik hiç kimse bilmiyor. 899/5 12 Haziran 2004 ONAYMIELEŞTİRİMİ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle