22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Öğrenme ve Beyin Beyne dayalı öğrenme üzerine Biitün öğrenmeler bir şekilde beyinle bağlantılı olduğuna göre "beyne dayalı" öğrenmenin ne anlama geldiği merak edilebilir. Beynedayalı öğrenme, beynin yapısı ve işlevine dayalı öğrenme anlayışıdır. Beynedayalı öğrenme, sinirbilim araştırmalarıyla beynin nasıl çalıştığını anlayarak, öğrenmeyi en iist düzeye çıkarmakla ilgilidir. Bu anlayışa göre, beynin normal çalışması engellenmezse, öğrenme olur. Beyne dayalı öğrenme "herkes öğrenir" görüşünü savunur. Filiz Eyüboğlu (*) ^ocuklar öğrenmelerinde ne kadar desteklenirlerse ve stimule edilir'lerse beyinlerine daha çok nöral bagftntı bagîant oluşacaktır ki bu yaşam için beynin daha iyi işlev görmesi anlamına gelmektedir (NEA Today, 1997). Beynedayalı öğrenme, izlenecek bir reçete sunmaz; ancak, beyin hakkındaki bulguları kullanarak, daha çok öğrenene erişebiliriz. Kısaca, beyine dayalı öğrenme, beyni anlayarak ve onun yapı ve işlevlerinin aklımızda bulundurarak öğrenmeyi düzenlemedir (Jensen, 2000). şık organdır. Yaklaşık olarak yüz milyar hücreden meydana gelmektedir. Yeni bilgiler öğrendiğimizde ve yaşantılar edindiğimizde beyin hücrelerimiz arasında oluşan bağlantı sayılarının ise bilinen evrendeki atom sayısından daha fazla bir sayıya kadar değişebileceği tahmin edilmek tedir. Bu sayılar beynimizin teorik kapasitesini göstermektedir. İki bin seneden beri beynin nasıl çalıştığına ilişkin modeller geliştirilmiştir. 1900'ların ortasına kadar beynin bir şehrin telefon santralına benzediği düşünülmüştür. Telefon santralı benzetiminden Lashley ve Hebb'in çalışmalarıyla (Nörofizyolojik kuram) vazgeçilmiştir. 1970'lerde sağ ve sol beyin kavramlarına ağırlık verilmiş, daha sonra Paul McClean "üçlü beyin " kavramını ortaya atmıştır. 1980'lerden itibaren otopsi ve deneylerin yanı sıra beyinle ilgili ölçme yapan pek çok araç ve tekniğin keşfı ve kullanımıyla da (MRI, fMRI, PET) beynin yapısı ve çalışmasıyla ilgili pek çok araştırma yapılmış ve gelişmeler elde edilmiştir. Beyne dayalı öğrenme bu sinirbilimi araştırmalarına dayanan ve tüm beyni bir biitün olarak gören öğrenme anlayışıdır. Ktkin nöronlar binlerce sinaptik bağlantıyla diğer nöronlara bağlıdır. Buna göre birbirine bağlı inanılmaz çok sayıda ağın varlığı söz konusudur. Nöronlar hem diğer nöronlardan sinyaller alırlar hem de bu sinyalleri işleyerek diğer nöronlara, sinaps adı verilen çok ince boşluklar boyunca iletirler. Bir sinir hücresi, diğer sinir hücrelerinden mesaj aldığında mesajdaki elektrik yükünün miktarına göre bunu başka sinir hücrelerine geçirip geçirmemeye karar verir. Gelen bilginin anlamı açık değilse veya bağlantılanacak yer yoksa bilgi (elektriksel sinyal) geçirilmez. Konuştuğumuz, hareket ettiğimiz, düşündüğümüz, vb. her anda on binlerce nöron arasında elektriksel ve kimyasal iletişim meydana gelmektedir (VVeiss & Palombo, 2000). Bilimadamları yirmi ile seksen yaş arasında her sene on sekiz milyon nöron kaybettiğimizi tahmin etmektedirler (Jensen, 2000). Bazılarına göreyse on iki yaşından itibaren hücreler kaybedilmeye BEYNE DAYALI ÖĞRENMENİN TEMEL İLKESİ Beyin hayatta kalabilmek için tasarlanmıştır; formal eğitim için değil. Bunun anlanıı, beynin hayatta kalabilmek için öğrenmeye çalıştığıdır. Sevgisiz bir ailede hüyümekte olan veya aşağılanmış, istismara uğramış bir çocukla çok iyi koşullarda yetişmiş bir çocuğun 'hayatta kalmak" için gereksindikleri şeyler çok farklıdır. İlki, hayatta kalabilmek için sevgi ve ilgiye gereksinim duyarken diğeri daha farklı ve üst düzey gereksinimler peşindedir. İşle bu nedenle, öğrenenin gereksinmelerine göre öğretimin düzenlenmesi gereği vardır. Jensen (2000), 1950'lerde ortaya çıkan Skinner ve VVatson'un davranışçı yaklaşımlarının elli yıl sonra bile ısrarla kullanıldığını; mutlu, düşünebilen, başkalarına değer veren insanlar yetiştirmeye çaiışmak yerine; hala en yüksek sınav sonuçlarını almayı başarmada ısrar edildiğini, ancak insanların fare olmadığını söylemekledir. İnsanlar pek çok değişik ruh durumu içinde, çok değişik koşullarda olabilirler. Buna göre, Jensen, "her öğrenene aynı basit ödülceza sistemi uygulanarak öğrenme nasıl sağlanabilir?" diye sormaktadır. Doğadaki biyolojik mecburiyet basittir: Hiçbir zekâ veya yetenek uygun ortam sağlanmadıkça veya sağlanana kadar gelişmez, ortaya çıkmaz. başlanır. Esasen bu çok önemli bir tartışma değildir; çünkü hücrelerden birazını kaybediyor bile olsak hücreler arasındaki bağlantılar öğrenme yoluyla oluşturulmaktadır. ÖĞRENMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER Baski: Renate Caine'e göre yaşadığımız baskının azlığı çokluğu öğrenmeyi etkiler. Yoğun baskı altındayken, fızyolojik olarak bilgi, talamus ve amigdaladan serebelluma giden yolu izler. Bu durumlarda, ezberleme yapılabilir ancak yaratıcı düşünce kaybolabilir. Duygu: Beynin merkezinde yer alan badem biçimindeki amigdala duygularla en ilgili bölüm olarak görünmektedir. Duygular, öğrenmedeki birincil katalizörlerdir (Wolfe 2001). Uygun duygular karar vernıe sürecinde çok büyük hız kazandırırlar. Duyguların fazlasıysa iyi düşünmeye engeldir. Biobilişsel devirler ("biocognitive cycles"): Öğrenme performansımız, biyojik ritimlerimizden çok büyük ölçüde etkilenmektedir (Brevver ve Campell, 1991; Koulack, 1997, Rossi ve Nimmons 1991). Bu ritimler temel olarak hipotalamus ve SCN ("supra chiasmatic nucleus") ve beyin epifızi ile; ve ayrıca genlerimiz, güneş ışığından ne kadar yararlandığımız ve diğer çevresel faktörlerle düzenlenirler. Genellikle "human circadian rhythm" ayın dönüş süresi olan yirmi beş saate yakındır. Oysa dünyanın dönüş süresi olan yirmi dört saat bir günü oluşturmaktadır. Bir günün 24 saat olmasıyla vücut ritmimizin 25 saat olması öğrenen olarak verimliliğimizin her gün 1 saat kadar ileri gitmesine neden olmaktadır. Örneğin bugün saat 15'de en verimli zama BEYİN BENZERSİZDİR Biliminsanları, parmak izi gibi beynin de benzersiz ("unique") olduğunu doğrulamışlardır. Beyinlerin değişkenliği genetik ve çevresel etkilere bağlıdır. Deneyimlerimiz, yaşantılarımız sonucu oluşan beyin hücreleri arasındaki bağlantılar, kişisel bilişsel haritalarımızı meydana getirir. Hepimizin düşünme ve algılamayla ilgili haritalarımız çok farklıdır ve bunlar zaman içinde de değişiklikler gösterir. Bu haritalar ya da sinirsel ağlar birbiriyle konuştuğu zaman öğrenme gerçekleşir. Ağlar birbirine ne kadar bağlıysa kişi öğrenmeden o kadar fazla anlam çıkarır. Beyin benzersiz olduğu gibi, kendi hızında gelişen bir organdır. Her beynin gelişim zaman çizelgesi farklıdır; bazıları altı yaşında okumayı öğrenir, bazıları üç yaşında. Bu bakımdan belirli yaş seviyelerine göre hazırlanmış eğitim öğretim programları uygun değildir. Aslında beynin çok büyük bir kapasitesi vardır, eğer olanaklar, ortamlar hazırlanırsa ve öğretmen çok esnekse. Glen Dolman (1965) üç yaşındakilere okuma öğretilebildiğini göstermiştir. Öte yandan, temel iyi oluşturulamazsa, tipik bir öğrenen hayal kırıklığı yaşar ve aptal olduğunu sonucuna vararak öğrenmekten vazgeçer. BEYİNLE İLGİLİ YENİ BİLGİLER Beyin, sahip olduğumuz en karma 920/16 6 Kasım 2004
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle