24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İNSAN DAVRANIŞI Afpika katliamları ve insan saldır Ruanda'da Hutular, tutsileri öldürüyor, parça parça ediyor, doğruyor... Barbarlık diz boyu... Insanda saldırganlığın biyolojik, etolojik kökenlerine bir bakış... Murat Biricik* kanyaru ve Kagera'nın suları, önce erkeklerle delikanlıların, sonra korumasız kalan kadınlar ve genç kızların, ardından da bebeklerin cansız parçalanmış gövdelerini taşıdı Burundi'ye, Uganda'ya, Tanzanya'ya. Her yılın nisanında olduğu gibi yine kızıla kesilen ırmakları, bu kez, Ruanda'nın dağlanndan yıkanan kırmızı renkli volkanik toprak değil, insan kaoı boyuyordu. Başsız gövdeler, kollar, bacaklar, kafatasları, Victoria kıyılarına vurmuştu. Balıklardan artakalan parçaları dalgalar taşıyor, kıyıya üşüşen köpeklerin önüne atıyordu. Bir anne, çocuğu hâlâ kamışlardan örülü iplerle sırtına bağlı, cansız yüzüyordu suyun üstünde... insan, başlannın üstünde taşıdıkları su kaplarıyla canlarını komşu ülkelere atmış, açlıktan başka, kolera, tifo, dizanteri, sıtma, zatürree ya da veremle kol kola, yaşamaya çalışıyor. ülkede kan gölü şimdi de kurumuş değil. Azınlık adına eylemler yapan Yurtsever Cephe gerillaları, kin ve nefretle dolu, Hutulannkini aratmayan ölçüde kanlı intikam saldırılarını sürdürüyorlar. A Emirkomuta zincirini kıran Hutu kökenli askerler, soydaşlan sivillerin oluşturduğu çetelerle el ele vsrerek sokakları tutuyor, evlere tek tek giriyor, önlerine çıkan her Tutsi'yi en acımasız yöntemlerle öldürüyorlardı. Interahamvve (topluca saldıranlar) adıyla çevrelerine korku salan, gözü dönmüş, eli kanlı bu gençlerin "bakışları normal insanlannkine benzemiyordu." Içlerinden biri, bir yerde saklanmış Tutsileri gördü mü, boynuna astığı düdüğü çalarak hemen arkadaşlarını oraya çağırıyor, böylece bütün kaçış yolları tutuluyordu. Çete üyeleri, öldürmek için askerler gibi el bombası ya da tüfek gibi "modem" araçlar değil, tornavida, makas, bıçak.. ellerine ne geçerse onu kullanıyorlardı. Çağımızın savaşlarında olduğu gibi uzaktan uzağa da yok etmiyorlardı düşmanlannı. Göğüs göğüse boğuşuyor. ölümcül vuruşu doğrudan doğruya kendi elleriyle yapıyorlardı. öldürmekle de kalmıyor, ölü bedenleri parça parça doğruyorlardı kimi zaman. Kiliseler, hastaneler basılıyor, ambulanslar durduruluyor, yaralılar, sığınmacılar ve hatta yardım ve yataklık ettikleri için Kızılhaç görevlileri, papazlar, kimi zaman canlı canlı yakılarak, tek tek öldürülüyorlardı. Kigali'deki stadyuma sığınan binlercesi içinse ölüm, bombalar ve havantoplarıyla toplu olarak gelmişti. Nazi Almanya'sını anımsatan uygulamalardan bir başkası, kelle avcılarının, listeye alınan aydınları ve önde gelen adlarıtek tek arayıp bulmalarıydı. Soykırımdan önce yaklaşık sekiz milyonluk ülke nüfusunun % 9'unu oluşturan Tutsilerin yarısından çoğu türlü gaddarlıklarla, barbarca yok edildi. Cesetler ya akarsularla göllere taşınıp parçalandığından ya yollarda çürümeye bırakıldıklanndan, ya da buldozerlerin açtığı çukurlara binlercesi topluca bir arada gömüldüğünden, gerçek sayı hiçbir zaman bilinemeyecek. Iki milyon Vahşetin tablosu Hutu Tutsi kabile savaşlarının suçu, bu ülkelerde geleneksel toplum yapısını bozan Belçika sömürgeciliğine yıkılıyorsa da kimileri sorunun bu kolaycı klişe savlarla açıklanamayacağını, çatışmaların köklennin daha derinde olduğunu, "günah keçisi" beyaz adamın Afrika içlerine gelişinden daha önce de kabileler arasında kanlı çatışmaların süregeldiğini belirtiyorlar. Büyük kavgaların sonuncusu, daha geçen yıl komşu ülke Burundi'de patlak vermiş, kimine göre 50.000, kimine göre 200.000 insan canından otmuştu. Olanları yine yalnızca izleyen "uygar" dünya, takvimler yirmi birinci yüzyılı göstermek üzereyken, ortaçağda yaşananlara benzer savaşlara tanıklık ediyor. Göründüğü kadarıyla bu savaşlara "devlet adamları" karar vermiyorlar. Onun için oturup anlaşmayla da kolay kolay kesilmiyor çatışmalar. Politik yanından başka, dinsel ve etnik diye tanımlanabilecek savaşlar günümüzde, söz gelimi Sri Lanka'da, Gürcistan'da, Karabağ'da, BosnaHersek'te, Yemen'de sürüyor. Ülkemiz de ne yazık ki pek öyle "barış içinde" değil. Genelde günlük yaşam sürüp gidiyor belki ama, dağlarda olduğu gibi kentlerde de çeşitli kesimlerden insanlarımız kurşunlara hedef oluyor. Kimin işlediği belli olmayan kıyımları, "faili meçhul" tanımlaması anlatıyor. Tetik çekenlerin kimler olduğu bilinsin ya da bilinmesin, bilinen bir şey var ki, bu cinayetlerin de "faili insan"! », Insandaki şiddet ve saldırganhk üzerine yığınla şey yazıldıysa da konunun yeterince ele alındığı, anlaşıldığı söylenemez; gelecekte de söylenemeyecektir. Binbir boyutu olan insan saldırganlığı, bu sayfalar Sömürgecilik mi suçlu ? Yoksa... Saldırganlığın biyolojisi da daha önce, özellikle toplum ve ruhbilimsel yaklaşımlarla irdelendi. Isterseniz, saldırganlığımızın köklerinin nerelere dayandığına, biraz da biyolojik / etolojik açıdan, şöyle bir bakalım... Insanın insanı öldürmesini haklı çıkarmaya varacak ölçüde tehlikeli bir yaklaşım biçimi, doğada "cinayeflerin son derece olagan olduğu, her gün milyonlarca hayvanın birbirini parçaladığı, yuttuğu yolundadır. Oysa bu "vahşi" tabloda küçük bir ayrıntıyı gözden kaçırmamak, sorunu doğru bir biçimde ortaya koymanın bir önkoşuludur ki, o da pervasızca birbirinin canını alan hayvanlarda av ile avcı rolündekilerin, hemen hiçbir zaman, aynı türden olmamalarıdır. örneğin, toslaşırken birbirine dolanan boynuzlannı kurtaramayan geyikler gibi "kazara" yaralanma ve ölümleri saymazsak, eğer yaşadıkları ortamlardan çekilip alınarak kafeslere tıkılmamışlarsa, hayvanların hiçbir zaman kendi türdeşlerine ölümcül zararlar vemediklerini söylemek, yanlış olmaz. Gerçi, bir yandan çiftleşırken bir yandan da erkeğini yiyen dişi örümcekleri; "düğün uçuşu"ndan dönüşte kovana giremeyip, kapıdaki bekçi "kardeş"lerince sokulup öldürülen erkek balarılarını; yumurtadan ikinci bir "kraliçe" arının çıkması durumunda, kovan halkının da kışkırtmalarıyla bunlardan birinin ötekini mutlaka öldürdüğünü; daha başka türlerde kanlı kavgaların daha kimi örneklerinin görüldüğunü bilıyoruz. Ama, türdeşler zarar görüyor olsa bile, bunların eninde sonunda bir yönden türun kârına olduğu ortaya çıkar. Bu yüzden de, evrim süreci içinde böylesi türlerin "davranış dağarcığı"nda yer etmiş, olağanlaşmış olan "türdeşi öldürme", uzun erimde kendilerine zarardan çok yarar getirir. öte yandan, yırtıcı hayvanları örnek verenlere, onların avlandıktan sonra kurbanlarını yediklerini, bir başka deyişle, genelde yalnızca yemek için öldürdüklerini anımsatmak gerekir. Oysa, her ne kadar homo homini lupus (insan insanın kurdudur) özdeyişi sıkça yineleniyorsa da, hiç olmazsa olağan koşullarda, birinin acıkıp da bir başkasını gerçekten yediği pek duyulmamıştır! Kavga, hayvanlar aleminin genlş bir bölümü için toplumsal yaşamın bir parçasıdır. Yalnız etçillerde değil, otçullarda da türdeşlerin zaman zaman blrbirlerlyle kavgaya tutuştuklan gözlenir. Kavga hemen her zaman rekabetten çıkar. Kavgacılar büyük bir çoğunlukla erkekler; paylaşılamayan belli başlı şeyler ise ya yuvanın kurulacağı toprak parçası (savunak) ya yiyecek ya da çiftleşilecek dişilerdir. Hayvanların kavgası, öyle durup dururken "pat diye" başlamaz. önce, tür içinde özel anlamı olan davranışlarla, rakip uyarılır. Böylece karşıdakinin çekip gitmesi, anlaşmazlık nedeni olan varlık üzerinde hak iddiasında bulunmaktan vazgeçmesi beklenir. Oaha önceden kurulu bir hiyerarşinin bulunması, çoğu kez işleri kolaylaştırır ve daha işin başından, güçlünün dediği olur. Yok eğer karşıdaki uzaklaşmamakla, Kavganın kökeni rekabet 3806
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle