Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
B İ L İ M KÜLTÜR Şiipin bilimsel tanımı Şiirin tanımını yapmanın bir çok güçlüğü ardır. Bunlardan biri de şairlerin kendi aralarında bir türlü anlaşamamasıdır. Vehbı Belgıl smanlı döneminde fikir denınce akla hemen "şıır" gelirdı Kasıde, gazel gibi eli kalem tutmaya başlıyan, şııre sanlırdı Zamanın buyüklerını öven bir kasıde, sevgıliyı öven bir gazel, buluş yapılmışçasına, ilgı odağı yapardı şaırı Şıır sosyal prestıj kaynağı ıdi de Şaır sohbetlere katılır, yapıtları toplantılarda okunurdu Bunlara benzeti yazanlar da bulunurdu Çok başarılı bir şıır herkeste benzeti yazma hevesi uyandırırdı Ikı ornek vereceğım Bırı Bağdatlı Ruhi'nın Terkıb'ı Bend'ı, öburü Süleyman Çelebi'nın Mevlüd"u Ruhi'nın, Süleyman Çelebı'nın bu yapıtları, "benzeti" yazma duygularını kamçılamıştır Ruhi'nın yapıtına en gıızel benzeti 21ya Paşa'nın TerKıb'ı Bend'ı olmuştur Fakat, Çelebı'nin Mevlüdune yaklaşan bir yapıt verilememıştır Tanzımattan sonra da baş köşeyı tutmasını bılmıştır Aydınlarımız, şıırdekı başarılarına göre değerlendıriliyordu Namık Kemal, Hâmide "Sana hltab ıçın adından büyuk kelıme bulamıyorum" demışti Aynı Hamıd'e, "dahı'ı âzam"da denıyordu Dâhı'nin "azamı' olur mu? Oluyormuş işte Bir ınsan ya dahıdır, ya değıldır Bunun azamı, asgarı olmaz Ondukuzuncu yuzyılın sonlannda, Servet'ı Funun döneminde, bu dergı Osmanlı Imparatorluğu'nun her yerlnde büyük ılgı ıle ızlenıyordu Fikret'ın, Cenab'ın bir şıırı fıklr yaşamımızda fırtına kopanyordu "Abes ıle muktebes"ın kafıye olup olamayacağı uzun sure ortalığı karıştırmıştı Bunda "kafıye kulak içindir" dıyenlerle "hayır göz ıçındır" dıyenler çatışıyordu Bugun bıze Incır çeklrdığını doldurmayacak bu tartışma bir dönemın fıkır yaşamının baş uğraşısı olmuştu O zatması ve anlamı karıştırması ıdı Kalem efendısi cumlede vezin ve kafiye tutturmak ıçın kendinı zorlayarak anlamsız uyaklar buluyordu Evlıya Çelebı Alman veya kral demekle yetınmıyor, bunlara sıfatlar eklemeye kendinı mecbur sanıyordu "Alman'ı bııman, Alman'ı bı aman", "Kral'ı dal", 'Rus'u menhus" gıbı Cumlelerı gereksız uzatan, anlamı barıştıran bu usule son verılmesı Tanzımattan 1846'da kararlaştırımışsa da önune geçılememıştır Nâima Tarihi'nın adı kafıyelı ıdı Kâtip Çelebi'nın denızcılıkle ılgılı büyük yapıtının Osmanlıcası da kafıyelı ıdı Mızan'ul Hak'kı da öyle ıdı Evet, vezın,* kafıye ve anlaşılmaz soz kalabalığı uzun sure şıır sanıldı Fıkırı fazla onemsenmedığı ıçın kelımeler uzerınde duruluyordu Nâbı bunu şöyle eleştırıyordu "Anlaşılmaz lafları şilr dıye yutturanlar/Şıır kıtabının sözluk olmadığını bılmelıdır" Evet, şıırın bugune dek doyurucu bir tanımı yapılmamış Bence, yapılmasına da gerek yok Laf kalabalıklarını o tanımlara göre mı şıır veya "değıl" sayacağız? Tanım matematıkte, geometrıde, hukukta gereklı, hatta butun bilimlerde gereklı Tanımsız anlaşma olmaz "Ben ne soylerım, tamburam ne çalar"da aynı anlamdadır Şiır için böyle bir tanıma gerek olmadığını şundan da ^m*bılıyoruz Şiır, yuzyıllar boyunca hep değişıklığe uğramıştır Aruz veznı gitmış, yerıne hece veznı gelmış Sonra o da kalkmış, "serbest vezın" benimsenmıştır Arkasından kafiye (uyak) da gereksız görulmuş Şu göruş tutulmuş "Şıirde önemlı olan anlamdır Vezın ve kafıye, fikrın rahatça söylenmesini önluyor" Derken anlam da görevını yıtırmış Haşlm'ın "Bir gunun sonunda arzu" ve "Ağır ağır çıkacaksın " dıye başlayan ıkı şıırı guzel bir örnektır Şıırde kafa karıştıran başka bir konu var Her kuşağın yalnız kendı şıırlerını beğenmesı, otekılerı dışlaması Buna dışarıdan katılanlar da oluyor Bir zamanlar Hâmid el ustunde ıdı Sonra Fikret ve Yahya Kemal geldı Sonra Faruk Nâfiz. Bugun bunları şaır saymıyor yenı kuşak Şıırın tanımını bu da guçleştırıyor Bu durumda yapılacak şey tanımdan vazgeçıp özellıkten söz etmek daha doğru görunuyor Bız de öyle yapalım Şilrde, önce "özgün" bir fikir görü Kitap adlarında da kafiye yoruz. Tabı olanlarda Sonra, bu fikrin boşa gldecek tarzda açıklanması geliyor. özgun fıkır (orıjinal fıkır), taklit olmayan, başkasından aşırılmamış fikırdir Yuzyıllara meydan okumuş ve hâlâ da okuyan şıırlerın hepsınde buna rastlıyoruz "Sana doyamıyorum" herkesın söyleyeceğı bir sozdur sevgılısıne Ama, "Ben ta senin yanında dahi hasretım sana" sözu kolay soyleneceklerden değıldır "Herkesın gozu devletın başına geçmekte Ama, mutluluk bunda değıl, bir nefeslik sağlıkta " sözu hep söylenmıştir, ve rastgele bir sözdur Ama Kanunı'nın "Halk ıçınde muteber bir nesne yok devlet gıbı/Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gıbı" sözu butun tıp fakultelerının kapısına yazılacak bir ölumsuzluk taşır Gulu sevmeyen yoktur dünyada Bu nedenle, "en çok sevdığım çıçek guldur" sözu hıçbır önem taşımaz Ama, Nedım'ın "Gulum şöyle, gulum boyle demektır yâre mutadım/ senı ey gul sever cânım kı, canane hıtabımsın" sözu özgun bir guzelık taşıyor Boyle dızelere evvelce "mısra'ı ber Cenap Şehabettin, "Elhan'ı şita"sında tıpıde uçuşan karları canlandırmıştı aruzla Yunus Emre bunun guzel örneğını şöyle vermiş "Söz var kese savaşı/Söz var kestıre başı/Söz var ağulu aşı/Bal ile yağ ede bir söz" Orhan Seyfi, aynı şeyı, Gönülden Sesler'ınde çok kez yapmış "Benim gönlum gayet cömert/Her türlu zevkı tad dıyor/Fakat kesem başıma dert/Benıhesaba kat dıyor" Şıırde, gereksiz söz, okuru rahatsız eder Bunu her şair önleyemıyor Yahya Kemal'in Mahmut Kemal için söyledığı şu dizede böyle söz goremedım "Hezar gıpte o devr'ı kadîm efendısıne/ Ne kendı kimseye benzer, ne kımse kendisıne" (O eski zaman efendısıne yuzlerce hayranlık ) Şaır dıye tanınmışlarda da, çok kez, "mısra'ı berceste" söyleyenler çıkmıştır Eskı şıır antolojilerinde bunları "laedrî" dıye adlandırlmak âdet olmuştur En guzel dızeler çok kez bunlardan çıkardı Sayın Buyukelçı Osman Derinsu'nun şu ıkı dörtluğu ne guzeldır "Son menzıle yaklaşmadayız vâde bilinmez/ Takdır'ı ılâhı, bılıriz karşı gelınmez/ Verdıkse eğer halka gönül hüzne gerek yok/ Zıra yazılan alnımıza neyse silınmez" öbur dörtluk ise şöyle "Bir ağır yuk oluyor gıttıkçe/ Yaşanan gunlerımız sanki blze/ Boşa verdik koca bir ömrü yazık/ Her şeyi derd ederek kendımıze" Bunlarda fıkır gereksiz söz yok Bu çok önemlıdır Zıra, Oîvan Edebıyatı'nda tek bir şaır bıle aruz veznını Turkçe'de tama kullanamamıştır Bu yalnız bıze özgü bir kusur değıl Başka dillerde de vardır Fransız edebıyatında Klasık Edebıyatın yerını Romantızm alınca dıl üzerinde eskı tıtızlıkle durulmamıştı Herkes bundan yakınıyordu 19 yuzyılın sonlannda Parnasyenler dıle ve anlama eskı önemını verdıler 1901 yılının Nobel Edebıyat ödulu, buyük olasılıkla bu yuzden, Sully Prudhomme'a venlmiştı (18391907) Şiirin tanımını güçleştlren başka bir konu da şairlerin bırbirlennı hıç sevmemesı Herkes kendısınden başka kımsenin gerçek şaır olmadığı duşuncesınde Şu söz her dönemde söylenmıştir "Şâir geçınenler çoğalıp "şaır" azaldı Yok öyle değıl, şaırın ancak adı kaldı" Ibrahim Alaaddin Gövsa hiçbir zaman şaır sayılmamıştır Ama, bu durum, onun Yahya Kemal'e şoyle sataşmasını önlememıştır "Şaırım der de tufeylı yaşatır gövdesını Dayanıp kohne Nedım artığı uç beş satıra, Senelerden beridır aynı sakız, aynı gevış Seneler var kı doğursun dıye baktık katıra" "Kem söz, kalp akça sahlbıne aittır" sozune göre, bu söz Gövsa'nın kendı şıırlenne daha uygun duşmuyor mu? Adı şaire çıkmamışlarda Şlirde ılk goze çarpan vezin ve kafiye ıdı Bunu başarabılen, şair oluyordu Bu yuzden şiirin tanımı duşunulmemışti "Gulü tarıfe ne hâcet, ne çıçektır bılırız" Şaıre olağanustu ınsan gözuyle bakılıyordu Hâmıd "Şaır odur kı kulağına sesler gelır durmadan" dıyordu (bugunku dılle) Dıvan şaırınının kulağına sesler hep Iran edebıyatından, Hâmıd'in kulağına ıse Batı edebıyatlarından gelıyordu Vezın ve kafıyeye bir de anlaşılmaz söz kalabalığı eklenınce şıır ortaya çıkıyordu Bunun tanımına ne gerek olabılırdı? Ama şıırı sadece vezln ve kafıye ışı saymak yetmıyordu şıırı anlamak ıçın Osmanlıda duzyazıda da kafıye vardı ve buna "sec'ı rabt'ı", "sec'ı mefruk", "sec'ı mutevazı", "sec'ı mutarraf", "sec'ı musarra" gıbı Sec'ı'nın baş kötuluğu lafı gereksız u Şiirin tanımı ceste" (guzel dıze) denırdı Bir şair "Amaç yapıtsa mısra'ı berceste yeter" demıştı Anlamı, tek bir mısra yeterlıdır değıldı, "Bir suru laf yazacağına guzel bir söz soyle, yeter" demektı Buyuk şıııierde orijınal fıkırden sonra en önemlı unsur ustalıkla söylenmiş olmasıdır "Her kaşıkçı kaşık yapar, ama sapını ortaya getıremez" sözu bunun için söylenmiş gıbıdır Sapı ortada olmayan kaşık da ışe yarar, ama keyfe ket vurur Guzel söylemek, ustalıkla soylemek vezınle, kafıye Ile, az sözle, tek hece ıle, veznın anlama uydurulması Ile yapılabılır Tevfık Fikret, "Yağmur"unda, yağmurun sesını, aruz veznının "faulun faulun faulun faul"u ıle vermıştı Nâzım Hlkmet, "Salkım Soğuf'unde, attan duşup kalkamayan atlının kulağına gelen nal seslerını "uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına" dızesınde serbest vezınle hıssettırmıştı Sonuç Güzel söylenmiş dize Başka sorunlar 362 13