Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÇEVRE VE P O L İ T İ K A Artık vatandaş termik santral yapııacak diye Gökova'yı» Aliaga'yı, yeşili vb. kaybetmeye razı değil. Fikret Berkes Mine Kışlalıo^lu Ekonomi ve ekoloji bağdaşamaz mı? Birleşmiş Milletler'in Çevre ve Kalkınma Raporu, OrtakGeleceğimizadı ile 1987'de yayımlandı (2). Brundtland raporu olarak da bilinır. Raporun temel amacı, çevre sorunlarının uzun vadeli çözümleri ile çevreye uygun ekonomik kalkınmanın önkoşullarını incelemek, tüm dünya ülkelerine öneriler getirmekti. Rapora göre, çevreye uygun ekonominin temel koşulu "sürdürüleblllr kalkınma" idi. Bu kavramın beraberinde getirdiği fikirler şu şekilde özetlenebilir: Doğayı tüketmeyen, gelecek kuşakların da kendt gereksinmelerini karşılayabilme olanaklarını ellerinden almayan, ekonomi ile ekosistem arasındaki dengeyi koruyan, ekolojik açıdan sürdürülebilir nitelikte olan ekonomik kalkınma. Aslında, Brundtland raporunda, ekolog ve çevreciler açısından yeni bir şey yoktu. Raporun başlıca önerileri, ekologların yıllardır bildikleri şeylerdi. Ama önemli olan Brundtland raporunun, bu bilgi ve görüşleri ülkelerin ekonomik politikaları sahasına taşımış olması, kalkınma planlarında çevre faktörlerini gündeme getirmesiydi. Ancak Brundtland raporu, sürdürülebilir kalkınmanın nasıl uygulamaya konacağı, ekonomik sistemlerde ne gibi değişmeler gerekeceği gibi konularda fazla bir şey söylemiyordu. Çevre ekonomistleri kolları sıvayıp bu konularda çeşitli yaklaşımlar geliştirmeye başladılar. 1990 haziran ayında VVashington'da toplanan "Sürdürülebilir Kalkınmanın Ekolojik Ekonomisi" konulu kongrede, bu alandaki başlıca fikirler tartışıldı. Bunların arasında özellikle bir yaklaşım, örnek olarak genişçe bir şekilde özetlenmeye değer. Çünkü gelecek kuşakları hesaba katan ve dolayısıyla Brundtland raporunun uygulanmasına yarayacak yöntemler getiriyor. Aynı zamanda, ekonomi ve ekoloji bilimlerini yaratıcı bir şekilde bir araya getiren ve dolayısıyla çevre sorunlarını çözmek için gerekecek bütünsel, disiplinlerarası yaklaşım için güzel bir model oluşturmakta. GSMH, eskiden tartışılmaz bir ölçü iken, şimdi çevre ekonomistleri tarafından revizyona alınmıştır. Çevre ekonomistleri, çevreye zarar veren ya da çevreyi tüketen ekonomik faaliyetlerin, GSMH'nin artı hanesine değil, eksi hanesine eklenmesi gerektiğini savunurlar. örneğin, Endonezya ile ilgili olarak yapılan bir çalışmaya göre, bu ülkenin tükenen petrolü, toprak erozyonu, orman kaybı hesaba katıldığı zaman, 197184 arasında yılda yüzde 7 olarak gösterilen ekonomik büyümenin, aslında yalnızca yüzde 4 olduğu hesaplanmıştır. Boyle çalışmalar diğer ülkelerde de yinelenmekte. Örneğin Dünya Bankası'ndan Herman Daly ve arkadaşları, eski ekonomisinin; çevre ve doğal kaynak kaybı hesaba katıldığı zaman, aslında 1970'ten bu yana büyümediğinı ortaya koydular(3). Bu çalışmalarda çevre ekonomistlerinin kullandıkları temel kavram, "doğal sermaye" fikriydl. Ormanlar, tarım toprakları, balıklar, yaban hayatı, sulak alanlar hep doğal sermaye sayılır. Bir ülkenin ekonomisi, yatırım ve işgücü girdilerinden başka, temelde doğal sermayeye dayanır. Dolayısıyla Anadolu'nun erozyonu, Marmara Denizi'nin kirliHk nedeniyle yitirilmesi gibi kayıplar, aslında doğal sermaye kaybıdır. Ekonomik bilançolar yapılırken, yalnızca üretilen (örneğin) buğdayın hesabı değil, bu üretim işlemi sırasında ortaya çıkan kayıpların da (toprak erozyonu, yeraltı sularının kirlenmesi, tarım ilacı kullanımından doğan zararlar gibi) hesabının tutulması gerekir. Çünkü bu kayıplar, eninde sonunda gelecek kuşaklara ödetilecek olan doğal sermaye kayıplandır. Bu kayıplar hesaba katılmadan gerçekleştirilecek ekonomik büyüme, sürdürülebilir nitelikte değil, kısa vadeli bir aldatmacadır. Tüm ülkelerin buna benzer yeni ekolojikekonomik yaklaşımları hemen uygulayacaklarını kımse beklemiyor. Alışılagelmiş yöntemlerin yerine ekonomistlerin çevre bilimcileri ile birlikte çalışmalarını gerektirecek boyle yaklaşımlar, kısa vadeli ekonomik yararlar peşinde koşan ve çevre sağlığını hesaba katmayan yöneticiler tarafından herhalde yadırganacak. yapılacak diye Gökova'yı, Aliaga'yı, kamlumbağaları gözden çıkarmaya; fabrika yapılacak diye Marmara'yı, Samsun'un yeşilini kaybetmeye razı değil. Kısa vadeli ekonomik görüşlerin uzun vadeli ekolojik maliyeti hakkında, kamuoyunda giderek netleşen bir fikir oluşmakta. Bu gelişmelere göre, yirmi birinci yüzyılda yalnızca Balı'da değil, ülkemizde de ekoloji ile ekonominin birlikte ele alınması şaşırtıcı olmayacaktır. U (1) Bu konularda daha ayrıntılı bilgi için: Kışlalıoğlu, M., Berkes, F., Ç«vre ve Ekolojl (Remzı Kitabevi, İstanbul, 1990). (2) B.M. Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu Raporu. Ortak Geleceğlmiz. (Çeviri, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, Ankara, 1989). (3) Daly. H.E., Cobb, J.B., For the Common Oood. (Beacon Press, Boston, 1989). H em ekonomi, hem ekoloji sözcükleri, eski Yunanca oikos a evcik teriminden gelir. Oysa, çoğumuz ekonomi ile ekolojiyi zıt kardeşler olarak düşünür, ekolojik sağlık ile ekonomik faaliyetlerin uzlaşmaz olduğunu sanırız. Örneğin, Robert Havemann'ın Yarın adlı kitabının eleştirisini yazarken M. AN Kılıçbay, "çevrenin bozulmaması için insanın hiçbir ekonomik üretim yapmaması ve doğal ekosistemin içinde yer alması gerekir," diyor (Cumhurlyet Kttap, 15 haz. 1990). Eğer durum gerçekten boyle olsaydı, sağlıklı bir çevre içinde yaşamak için hiçbir umut yok demek gerekirdi. Ekoloji ve ekonomlyl de gerçekten birbirine karşıt konularla ilgili, aralarında hiçbir diyalog bulunmayan iki bilim dalı olarak nitelemek zorunda kalırdık. Oysa, bu iki alan arasındaki diyalog, bilimsel literatürde en az 20 yıl önceye kadar gider. Bu diyalog, genellikle mikroekonomi konularıyla ilgili olarak "çevre ekonomisi" alt dalı şeklinde ortaya çıkar(1). Çevre ekonomistlerinin üzerinde durokıkları alanlar arasında, kirienmenin topluma ödetilen maliyeti gibi konular bulunur. örneğin, blr PET tipi su şlseslnin maliyeti, yalnızca üreticinin ödediği hammadde ve işçilik bedeli değildir. Kullanıldıktan sonra çöp arabalarında ve çöplüklerde yer işgal ettiği, yol kenarlarına ya da Ege'de bir koyun dibine atıldığı için, PET şişenin bir de topluma ödetilen (sosyal) maliyeti vardır. Dolayısıyla, PET şişelerin neden olduğu çevre kirlenmesi sorununun çözümü için, bu sosyal maliyetin de (diğer maliyetlerin yanı sıra) şişenin fiyatına eklenmesi gerekir. işte bu gerekçe lle F. Almanya gibi piyasa ekonomisinden şaşmayan muhafazakâr Batılı ülkelerde bile PET ve dlğer atılabllir şişelerden yüzde 25 depozltalınır(Cumhuriyet, 12 Ekım 1989). Bu yukarıdaki örnek gibi uygulamalarda, çevre ekonomistleri aslında, ekonomik sistemin temelini değiştirmeye çalışmadan, çoğunlukla "sistemin içinde" çalışırlar. Daha köklü sosyal ve ekonomik değişimler arayan ekolog ve ekonomistlerin çabalarına ise, Ecological Economlcs adlı yeni bir teknik dergide rastlanabilir. Günümüzün neoklasik ekonomisine daha köklü ekolojik eleştirilerin yöneltilmesi; ekoloji ile ekonomi arasındaki alışverişin bellibaşlı çevre sorunlanna uygulanması, ancak son bir iki yılın olayıdır denebilir. Ama artık vatandaş da termik santral Doğal sermaye Ekonomik gelişmenin hemen tüm ülkelerde başlıca ölçüsünün gayrı safi milli hasıla (GSMH) hesapları olduğunu biliriz. Tüm ülkeler, GSMH'lerinin devamlı artmasınaçaba gösterirler. Bir ülkenin tüm üretimi ve hizmetlerinin değerini gösteren