Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TEKN I K DENİZLERİMİZ DOSYASI Bİ L İ M YAYIN Japonlar denizden uranyum kazanıyor Ön arıtma kirlenmeyi önleyebilir mi? Marmara'ya temiz bir deniz diyebllir miyiz? ön arıtma gerçek bir arıtma mıdır? Artüz ve ODTÜ hocalarına soru Mustafa İnan D enizlerdeki su, dünyada mevcut en büyük uranyum rezervini oluşturuyor. 4 milyar ton. Ne var ki, bu kıymetli maden yaklaşık bir buçuk milyar kilometre küp sıvı içlnde eriyik haldedir. Başka bir deyimle litrede 3 nanogram ya da bir gramın milyarda birkaçı. Bu demektir ki, 1 kilo uranyum çıkarmayı ümit edebilmek için binlerce milyar litre deniz suyunu işlemden geçirmek gerek. " Bu zorluklar Japonların cesaretini kırmadı. Ülkelerinde uranyum bulunmadığına, deniz ise kendileri için ikinci bir ülke olduğunu göre başka çareleri yoktu. Karşılaşılan ilkgüçlük; "emici" görevi görecek harika maddeyi keşfetmekten ibaretti. Doğaldır ki, kimyasal tepkimeler kullanmak, ısı ya da pH derecesi ile oynamak, kullanılacak deniz suyunun devasa miktan yü7.ünden söz konusu olamazdı. ideal madde, suda eriyen ya da fiyatı çok yüksek bir madde olmamalı, ayrıca büyük miktarlarda ve kolaylıkla temin edilebilmeli idi. Bunların yanında maddenin kuvvetli ayırıcı gücünden başka, işlemin ileri aşamasında uranyurndan kolaylıkla ayrışması da gerekiyordu. Çeşitli deneylerden sonra Japonlar, asit ile titan oksitin uygun bir karışımını tanecikler halinde kullanmaya karar verdiler. Tokyo'nun güneybatısında kurulan deneysel bir pilot fabrika, geçen yazdan bu yana yöntemin uygulanabilirliğini kanıtladı. İlk aşama, uranyum zerreciklerinin saptanmasından ibarettir. Bu amaçla, emici madde taneciklerı 90 m2'lik sığ bir yatağa yayıimakta ve yataktan saatte 2000 m 3 deniz suyu geçirilmektedir. Programlanan miktar 100 mikrogramı aşkın uranyumla doyduktan sonra ikinci aşamada uranyum kloridrik asit banyosunda ayrıştırılır. Emici madde yıkamadan geçirilir ve çevrime geri gönderilir. Litrede 20 mikrogram uranyum yüklenen kloridrik asit ise işlemin son aşamasına yöneltilir. Bu esnada uranyum içeriği, başlangıçta deniz suyundaki yoğunluğunun yaklaşık 10.000 katına ulaşmıştır. Son aşamada eriyik, iyon değiştirici çeşitli reçine katmanlarından geçırilerek arıtılmakta ve uranyum tenörü bir kez daha 100 kat artarak litrede 2.8 miligrama yükselmektedir. Bu aşamada bileşimin uranyum tenörü artık yeryüzünden çıkartılan uranyum cevherleriyle kıyaslanabilir düzeye ulaşmıştır. (Sclenc* «i VI») D deniz ve çevre sorunlarına olan merakım BilimTeknik ekinde sayın Artüz ve Sayın ODTÜ hocalarının yayınlarını yakınen izlememe sebep oldu. Sizlerden arzum, benlm ve bu yayın dizisini izleyenler açısından bazı önemli noktaların açıklığa kavuşturulması. Bu amaçla hazırlamış olduğum bazı scruları BilimTeknik eki aracılığı ile sayın Artüz ve sayın ODTÜ hocalarına yöneltmek istiyorum. Sorular: Marmara denizi son 30 yılda kirlenmemiş ve oksijen miktannda herhangi bir değişme olmamış mıdır? Buna ait ne gibi bilimsel kanıtlar vardır? Olmamış ise, Marmara denizinde balıkların büyük çapta azalması, kırmızı lekelerve Marmara denizinin rengindeki belirgin kahverenglleşme ne ile açıklanabilir? ileri sürülen iddialara göre Boğaz girişinde, Boğazın degişik noktalarında ve Boğaziçi'nin Karaderıiz çıkışındaki eşikte (Artüz) veya boğazın Marmara yönündeki girişi ile kısmen Boğaziçi'nde alt ve üst suların karıştığı ileri sürüimektedir. Benim sormak istediğim husus, halen yürütülmekte olan kanalizasyon projelerine göre istanbul kentinin ana deşarjları Kadıköy ve Sarayburnu'ndan olacağına göre alt akıntıdaki artıkların kısmen de olsa su yüzüne çıkmayacağı nasıl açıklanabilir. Bu pis suların Marmara'yı etkilemeyoceği nasıl düşünülebılır? Yurt dışında, özellikle Avrupa ülkelerinde öğrendiğim kadarı ile tüm artıklar bir arıtma yapılmadan ortama bırakılmamaktadır. Halen Kadıköy ve Sarayburnu deşarjlarında bir arıtma söz konusu mudur? On arıtma diye tariflenen usul gerçekten arıtma mıdır ve oluşacak kirlenmeyi ne derece önleyebilir? Yayın ve rapor arasında ne gibi bir fark vardır? Citasyon index nedir? Nereden temin edilebilir? Denizlerimiz dosyasında sözü edilen yayınlar nereden temin edilebilir? ödemeli olarak elde etmek mümkün müdür? Her türtü tartışmanın dışında, basitçe bir anlatımla (EVET veya HAYIR) Marmara son 30 yılda giderek kirlenmemekte midir ve şu anda Marmara'ya temiz bir deniz diyebilir miyiz? Bu sorularıma sayın Artüz ve sayın ODTÜ hocalarından cevap alabilirsem memnun olacağımı ve Denizlerimiz Dosyası ile tartışmaları ilgi ile izlediglmi arz ederim. Mahmet Levant NUcldlyeköylst. Hangi yaklaşım doğru? Yılmaz Idil "Denizler Dosyası" sütunu hayli ateşli bir arenaya döndü. Çevrecilerin yaklaşımı iki türlü: 1) Çevre kırlilığı insan sağlığını bozuyor. Çıkarlarımıza aykırı. 2) Çevre kirliliği doğayı bozuyor. Biz doğanın "efendisi" değil, "parça"sıyız. Çevreyi kirletince, kendimizi bir kanserli hücreye dönüştürüyoruz. Bu, insanı insan eden bütün kutsal değerlere aykırı. Kanımca, çevre mücadelesine önder olacak ilke, ikinci sav olmalı. Birinci sav, spekülasyona açık. Birinci sava göre, kirlilikleri "biryerlereatmak" olası. "Uygar Alman", ülkesinin çöpünü bize satarken "birinci ilke"ye göre davranıyor. Oysa, bu sav geçersiz. Birinci savın içinde ikinci yer alamaz. Ama, ikinci sav, birinciye de karşılık olacak biçimde kapsamlı. Doğru olan odur. Konu, sanırım, Sayın Artüz'ün bir endişesi dolayısıyla gündemde: özsoy ve Ünlüata'nın savlarını, İstanbul kanalizasyon atıklarını, Karadeniz'e gidip ölü dip sularına karışacak biçimde dip akıntısına verme projesine "bilimsel dayanak" olarak öne çıkarmalarından çekiniyor. Doğrusu ciddi bir endişe. Çünkü, atık maddelerden biri ve en tehlıkelısi deterjan! Bu atık, ancak "yok edilene dek kalabileceği ve kaçamayacağı" bir rezervuarda saklanmalı. Bu Doğu'daki bütün atıklar gibi. Oysa, dev bir pislik rezervuarı gibi düşünülen Karadeniz'in dip suları böyle bir yer değil! Gerek dökülen akarsular, gerekse dünyanın dönme olayından doğan akıntılar nedeni ile en sakin dip bölgelerinde bile Karadeniz'de "mutlak hareketsiz" bir yer olamaz. Kaldı ki, özellikle deterjan, suyu daha akıcı ve nüfuz edici hale getiren bir madde olduğu için, hızlı biçimde denizin her yanına dağılır, ve içinde erittiği bütün organik atıkları da yayar. Bu, bütün "yavaş ve sinsi" tehlikeler gibi, en fazla korkulması gereken beladır. "Yaşama karşı sorumluluk" savı, çevrecinin baş dayanağı olmalıdır. Bu açıdan bakınca, Sayın Artüz'ün yaklaşımı yakın ve sıcak geliyor. Ayrıntılar ne olursa olsun, önemli bir tehlike var ortada. iç denizler ve hatta okyanuslar, ölümcül bir tehlike ile karşı karşıya. Boğaz akıntıları birbirlerine ne oranda bulaşırsa bulaşsın (mutlaka bulaşırlar türbulans bölgesinde). Pis sular nasıl bir akıntı yönü izlerse izlesin, eninde sonunda, yok edilemez bir kirlilik azar azar bütün sulara az çok eşit biçimde yayılacaktır. Kirlilik kalıcı ise bu karışmanın uzun ya da kısa sürede Qlup olmayacağını tartışmak gereksizdir. D DÜzeltme: 59. sayımızda yayımlaran "Derın Suda Aerasyon" yazısında, (CH2), (CHJ olacaktır. Ayrıca, 3 cm 2 yuzeylı iki milyon kabarcık (60) değil, 600 m 2 edecektir. Buna bağlı olarak 60 x 60 x 24 hesabını da 600 x 60 x 24 864 bin m 3 olarak düzeltlr, okurlardan özür dllerlz. İTÜ, istanbul, 1987. Üikemizde ünlü bilim adamlarımızı geniş kitlelere tanıtmaya pek çaba harcanmaz. Kimi zaman belirli bilim adamlannın çalışmaları sonucu gazete ya da dergi sayfalarıhda tanıtıldıklarına rastlansa da bu kişileri geniş bir bilimsel perspektiften değerlendirip yaşamöyküleriyle okurlara ve gelecek kuşaklara sunma geleneği bizde yerleşmemiştir. Kısacası, bilim adamlarına ilişkin biyografi ve otobiyografi çalışmaları ülkemizde pek nadirdir. Mustafa İnan, bu bakımdan önemli bir istisna oluşturmakta. İTÜ'de inşaat mühendisliği profesörü olarak pek çok mühendis ve bilim adamı yetiştirmiş bu bilim adamımız, Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının Romanı'nın konusunu oluşturduğu gibi İTÜ'nün Prof. Dr. Mustafa inan: Konferansları, Makaleleri ve Konuşmaları adlı yapıtında da anılmış bulunmakta. Bir posta memurunun oğlu olarak başladığı yaşamında bilime olduğu kadar kültür yaşamımıza da önemli katkılarda bulunmuş bu degerli bilim adamının anısına, 19411967 yılları arasında öğretim üyeliğinde bulunduğu İTÜ tarafından yayımlanan bu yapıt, Prof. İnan'ın bilimsel ve düşünsel alandaki geniş ufkunu göstermesi bakımından da önemli bir derleme. Belirli bir alanda uzmanlaşmış ve bilimsel çalışmalarını bu konuda yoğunlaştırmış oisa da bilim adamının, yaşamın her yönüyle doğrudan ve yakından ilgilenmesi gerektiğini vurgulayan Prof. inan'ın bu yâpıtta ele alınan görüşleri bugün de geçerli ve genç kuşaklara ışık tutacak nitelikte. YOK'ten sonra kendi uzmanlık alanlarında bile açık tartışmalara girmekten kaçınan öğretim üyelerinin üniversitelere egemen olduğu bir dönemde, Prof. inan'ın çok geniş bir alanda tartışmalara öncülük edip Öneriler getirmiş olması, bugünün okuru açısından da önemli. Bu yapıtın, değerli bir bilim adamımızı anmanın ötesinde, bilimin ve bilim adamlarının ülkemizde de yeterince tanttılması gerektiği konusunda zamanlı bir uyarı niteliği taşıdığı da söylenebilir.D Y A B A N C I Y A Y I N The War of Invention Quy Hartcup. Braasey's 1988. 226 s. The Invisible Universe Revealed Mega Molecules Gerrtt Verschuur. SpringerVerlag. 1988. 262 s. HansGeorg Elias. Springer Verlag. 1988. 202 s. 14