Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tl P Kanser tedavisinde yeni seçenekler aranıyor Uygulanan tedavi yöntemlerinin yalnızca yaşamı uzatmayı amaçladığı, ancak uzatılan sürenln yaşanılır olmaktan çıktığı bellrtlliyor. Bazı tedaviler hastaya "kabir azabı" çektirlyor. Yan etkiler, bazen hastalığın kendisinden de önemli boyutlara ulaşıyor. lmanya'nın güvenilir haber dergılerinden Der Spiegel geçen aylarda kanser tedavisi üstüne genış kapsamlı bir inceleme yayımladı. Derginin fikirlerine başvurduğu tedavi uzmanları, kanser tedavisinde artık bazı şeylerın değışmesı gerektiğine kanaat getırmıştı. Uzmanların ileri sürdüğü görüşler genelde olumsuzdu. Oysa daha yirmi yıl kadar önce, kanser tedavisinde sitostatik ilaçların devreye girmesi bu alanda yeni bir dönemi müjdeliyordu. Hücrelerin çoğalmasını durduran bu yeni ilaç grubunun bir kusuru vardı: Kanserli ve sağlıklı hücreler arasında net bir ayrım yapamıyordu. Dolayısıyla sitostatik kullanımında tehlikeli bir ikilemle karşı karşıya kalınıyordu: Yanlış tedaviler hastaya ıstırap veriyor A Söz konusu ilaçlar düşük dozda kullanıldığında hem etkisiz kalıyorlar hem de kanserli hücrelerin direnç sağlamasına neden oluyorlardı. Sitostatikler yüksek dozda kullanıldığında ise çok sayıda sağlıklı hücrenin ölümü, bağışıklık mekanizmasının bozulması ve hastanın yaşamını tehdit eden ciddı yan etkılerın görülmesı anlamını taşıyordu. Hekimlerin kimi zaman "körlemesine" yürüttüğü sitostatik tedavisi hastaya geri kalan yaşamını da zehir etmekteydi. Kanser tedavisinde geçmışın çaresızlıği yerıni yoğun bir sitostatik kemoterapisine ve acıların birkaç ay daha uzamasına bırakmıştı. Uzmanların günümüzdeki kanser tedavisine itirazı tam da bu noktada başlıyordu: Eğertedavinin amacı yalnızca yaşamı uzatmaya değll, aynı zamanda kalan süreyl yaşanılır kılmaya yönelik olursa, hastaların gerek bedensel gerekse ruhsal sıkıntılarında kayda değer bir rahatlama sağlanacaktı. Kanser de belki bir gün ötekı kronik hastalıklar gıbi uzun süre birlikte yaşanabilecek bir hastalık durumuna gelecekti. Oysa cerrahlıçınKemoterapi üçgeni, kanserli hastalara, kesik organlar kalıcı hasar ve gıderek sönen yaşama arzusu ile dolu bir tedavi seçeneği sunmaktaydı. Üstelik bu yöntemlerin bir tanesinin aşın kullanımı, küçük bir doz hatası, hastalığın en az kendisi kadar öldürücü olabiliyordu. Hamburg Tıp Fakültesı kadın hastalıkları uzmanlarından Prof. Thomsen iki yıl önce uluslararası bir kongrede şunları söylüyordu: "Kanserli hastaların yaşamını sadece birkaç hafta uzatmak uğruna pahalı ve tüketlcl bir tedavlye başvurulmasını insancıl bulmuyorum. Bu süreyl hastanın rahat bir ortamda ıstırap duymadan geçirmeslnin daha doğru olacağı kanısındayım." Gerçekten bu görüş giderek daha fazla sayıda yandaş toplamaya başlamıştı. Aşırı miktarda kemoterapı ve ılaç kombinasyonlarının ölmekte olan hastadan çok, bu pahalı ilaçları üreten ilaç endüstrisine yaradığı söyleniyordu Oysa şımdıye dek onkologlar (kanser uzmanları) arasında kanser hücrelerinı yok etme veya çoğalmalannı durdurma konusunda "her yolun mübah olduğu" inancı yaygındı. Bir özeleştiri yapmanın vakti gelip çatmıştı sonunda; daha ölçülü bir tümör tedavisi isteniyordu. "Amansız hastalık" neacıdır ki "amansız" bir tedavi tarzını da son yıllarda beraberinde getirmişti. Üstelik istatistiklere bakılacak olursa kimi kanser türleri dışında sltostatiklerln beklenen basarıyı sağlayamadığı ortaya çıkmıştı. Yoğun tedavi çabalarına karşın 8O'lı yılların sonunda kanser tedavisinde erışilen nokta, gerçekten umut kırıcıydı. Mart ayındaki son Amerika kongresinde belirtildiği gibi, en sık rastlanan on iki kanser türünün tedavisinde onkologlann beklentileri gerçekleşmemiş, sağlanan llerleme mlnimal düzeyde kalmıştı. Kanser tedavisinde "supraradlkal cerrahi girlşimlerln" (kanserli doku ve organların çevıedekı sağlıklı dokunun bir kısmıyla birlikte alınması) yıldızı soneli çok olmuştu. "Cerrahi maksimalizm" tümörle savaşımda hemen hiçbir dalda umulanı vermemişti. Radyoterapi de yeterli ve güvenilir olmaktan uzak bir tedavi tarzıydı. Yüksek doz radyoterapi aynen kemoterapi gibi, ciddi yan etkilere yol açıyordu. Derken, onkolojinin üçüncü bacağı kemoterapi (ilaç tedavisi) hızla ön plana çıkmaya başladı. Kemoterapi özellikle tümör hücrelerinin vücudun dört bir yanına yayıldığı durumlarda başvurulan bir kimyasal silahtı. Hormonlar ve sitostatikler tümörün doludizgin büyümesini engelliyordu. Ne var ki söz konusu kimyasal silah, tümör hücreleri ile sağlıklı hücreler arasında bir fark gözetmiyordu. Saç dökülmesi, mukoza iltihaplan, infeksiyonlar, bulantı, kusma gibi yan etkiler hastalığın esas bellrtllerlnl iklncl plana Itecek denli rahatsız edici olabiliyordu. Geçen on yılda çok sayıda etkin hücre zehirinin, yani sitostatığin keşfı ve kimi kanser türlerınde kemoterapinin çarpıcı başansı, Zürih'li onkolog Martz'ın dediği gibi bir "sitostatik aşırı tüketimine" yol açmıştı. Kimi zaman hastanın genel durumunu kötüleştirmek pahasına sitostatik kullanıldığı ve sonuçta hekimlerin sadece "tümörün radyolojik göruntüsünde küçülme sağlandığını" söyleyebildikleri garip bir tedavi tarzı ortaya çıkmıştı. Kemoterapinin başarıyla uygulandığı kanser türleri arasında lösemiler sayılabilir. özellikle çocuk lösemılerinde ke^ moterapı ile tam remisyon, yani kanserli hücrelerin tümüyle ortadan kaldırılması mümkün. llerlemiş vakalarda Martz'a göre, sitostatik ve hormonların hastaların % 4 kadarına yararı oluyor. Cerrahlar ve radyologlann elinden bir şey gelmediği durumlarda, tahminlere göre kemoterapinin iyileştirme şansı % 5'ten daha az. Nümberg'li onkolog Gallmeıer, yerel ışın tedavisi ve ılımlı bir kemoterapiyi toksitesi yüksek ilaç kombinasyonlarına tercih ettığini söylüyor. Hamburg Tıp Fakültesi uzmanlarından Prof. Thomsen bir kongrede şunları söylüyordu "Kanserli hastaların yaşamını sadece birkaç hafta uzatmak uğruna pahalı ve tüketicl bir tedavlye başvurulmasını insancıl bulmuyorum. Bu sureyı hastanın rahat bir ortamda ızdırap duymadan geçırmesının daha doğru olacağı kanısındayım" Yanlış tedaviler Onkologlann blzzat saptadığı yanlış tedavi stratejlleri şunlar: • Flerlemiş kanserler hiç umut olma dığı bilınse dahi, yoğun bir tedavi görüyor. Oysa bu tür hastaların acılarını dindirici bir destek tedavisi görmeleri daha uygun. • Sitostatik ya da hormonların tümör üzerindeki etkisi yeteri kadar dikkatle izlenmiyor. Yanıt alınmasa bile tedavi sürdürülüyor. • Kanser tedavisinde belirli şablonlar oluşmuş durumda. Bir tümör tanısı konulduğunda hastanın genel durumu, ne kadar yaşayacağı göz önüne alınmaksızın yoğun bir tedaviye başlanıyor. TümörA TedaviB türünden "yemak tarlfi" yaklaşımı uygulanıyor. Onkologlar kanser tedavisinin henüz oldukça deneysel bir karakterde olduğunu ve tedavi konseptınin de her an hızlı bir değişime uğrayabileceğini vurguluyorlar. Günümüzde optimal tedavi olarak nitelenen birçok ilacın, yarın gereksiz bir fazlalık durumuna düşmesi mümkün. Sitostatiklerin ise kullanım sınırlarını zorladığı her uzmanın görüş birligi halinde olduğu bir nokta. Medical Tribune "kimyasal kanser avının bir platoya eriştiğini, bundan sonra düşüşe geçeceğini" yazmakta. Sitostatikler genel olarak, hızlı gelişen tümörlerde başarılı olurken yavaş büyüyenlerde pek etkili olamıyor. Yeni ilaçlarda daha öncelerine oranla ölümü aylar, hatta kimi zaman yıllarca geciktirmek mümkün oluyordu, ancak kazanılan sürenin kime ne yarar sağladığı konusunda herkes ıvimser değildi. Londralı radyolog Brinkley, Britsh Medical Journal adlı tıp dergısinde bunu gayet açık bir biçimde belırtiyordu: "Eger hastanın tedaviyle kazandığı zaman acı, bağımlılık ve umutsuzluk sonucunda bir 'kabir azabına' dönüşüyorsa ve bu durum özellikle tedavlnin sonuçlarından kaynaklanıyorsa bu süre gercek bir kazanç sayılamaz." New York'lu psikolog Holland tarafından yapılan bir araştırma, tedavi sırasında ya da sonrasında, her iki kan