09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 19 OCAK 2021 SALI [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Boğaziçi ve rektör? E. PROF. R. ÖMÜR AKYÜZ Medyada Boğaziçi Üniversitesi’ndeki (BÜ) rektör sorunuyla ilgili kimi yanlışlar göründüğünden geçmişin önemli öğelerini özetliyorum. 1750 No’lu Üniversite Yasası rektörlerin üniversite içinden ve öğretim üyelerince seçilmesini öngörürken “12 Eylül”ün çıkardığı 2547 No’lu yasanın 13. maddesi rektör belirlenmesini Prof. Doğramacı başkanlığındaki(1) YÖK’ten başlatıyordu. YÖK üniversitenin öğretim üyesi olma gereğini içermeyenbelli niteliklerde dört profesör belirleyerek, birisinin beş yıl süreyle atanması için cumhurbaşkanına sunuyordu. BÜ’ye, böylece 1982 yılında dışarıdan bir kişi atandı. Buna, dönemin koşullarının etkisiyle ciddi bir tepki gösterilememişti (rektör “türban(2)” yasağı için uyardığında akademisyenler, “polis değiliz” demişlerdi). İkinci atanma süresinin sonlarına doğru BÜ’de yasanın doğurduğu sıkıntılar fakültelerin akademik genel kurullarında tartışılmaya başlandı. 2016’ya kadar sürdü Her fakülte bunun üzerine ilgili öğeleri saptamak üzere 34 temsilci seçti, tüm fakültelerin temsilcileri “Fakültelerarası Kurul” adıyla bir araya gelerek bu önerilere dayanan yeni bir yasa önerisi hazırladı. Ancak rektörün üçüncü kez atanması yaklaştığından, önce bunu önlemek amacıyla rektör belirleme maddesine üniversitenin katkısını basitçe sağlayacak ve fakültelerin akademik genel kurullarının onayladığı düzenleme şöyle: Üniversitenin 1750 No’lu Üniversite Yasası rektörlerin üniversite içinden ve öğretim üyelerince seçilmesini öngörürken “12 Eylül”ün çıkardığı 2547 No’lu yasanın 13. maddesi rektör belirlenmesini YÖK’ten başlatıyordu. Yeni atama ile tamamen 12 Eylül uygulamalarına dönülmüş oldu. resmi olmayan tüm akademisyenleri toplanarak, aralarından dört aday (BÜ’de okumuş olmaları düşünülmedi) seçip, bunları cumhurbaşkanına önermesi için YÖK’e, başbakana ve diğer ilgililere sunacaktı. Süreç 26 Mayıs 1992 günü 195 öğretim üyesinden 149’unun katılmııyla gerçekleştirilerek adaylar belirlendi. Ertesi gün ise süreci öğrenen Doğramacı için yeni bir usul ilan etti. Kuracağı heyetler, üniversitelerde görüşmeler yapacaktı. Bu hiç ilgi görmedi. Bu arada “Fakültelerarası Kurul”dan bir grup Başbakan Demirel ile görüşmeye gitti. Görüşme olumlu geçmişti. 7 Temmuz 1992’de 13. madde değiştirildi: Üniversitelerin kendi öğretim üyeleri altı aday adayı seçerek YÖK’e gönderecek, YÖK arasından üç aday belirleyerek cumhurbaşkanına gönderecekti (bunun üzerine Doğramacı YÖK Başkanlığı’nı bıraktı). BÜ’nün resmi aday seçiminde en çok oy alan Prof. Üstün Ergüder, BÜ’nün götürdüğü düzenin ilk rektörü oldu(3). Bu yöntem, 2012’de rektörlüğe birinci sıradan atanan Prof. Gülay Barbarosoğlu’nun, ikinci dönemi için büyük farkla birinci sırada seçildiği 2016’ya kadar sürdü(4). 12 Eylül uygulaması Atanması beklenirken 13. madde bir KHK ile değiştirilip ilk şekline sokuldu ve rektörlüğe 1986 BÜ EE Mühendisliği mezunu, 1995’ten beri BÜ’de akademisyenlik ve rektör yardımcılığı yapan Prof. Mehmed Özkan ablası AKP milletvekili olduğu için mi? atandı. Seçime uyulmaması yüzünden protestolar yapılmışsa da BÜ öğretim üyesi ve mezunu olduğu için dönemi boyunca sorun yaşanmadı (mezuniyet törenlerinde öğrenciler protesto pankartları taşıdılarsa da durumu olgunlukla karşıladı) ve görevi, üniversitenin alışılmış işleyişinde hiçbir sıkıntıya yol açılmadan sürdürdü. İkinci dönem için de atanması beklenirken/ umulurken mevcut “sürpriz” ile karşılaşıldı ve böylece tam 12 Eylül darbesinin uygulamasına dönüldü. Kısa yazmaya çalıştığımdan pek ayrıntı eklemedim. O sıralardaki üniversite sorunlarıyla ilgili etkinlikler için Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinin 4 Nisan 1992 264. sayısına ve Cumhuriyet’in 25 Şubat ve 29 Mart sayılarına bakılabilir. 1 1980’de BÜ ilk fahri doktorasını verdiği Doğramacı, mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada rektör seçimine üniversitelerdeki bahçıvan ve görevlilerin bile katılmaları gerektiğini söylemişti. 2 Döneminde Senato, BÜ’de akademisyen olmak isteyen BÜ mezunlarının başka bir akademik ya da bilimsel bir kurumda en az iki yıl çalışmış olması koşulunu karara bağlamıştı. 3 Arada bizi çok onurlandıran durum 2004’te birinci sıradan atanan Prof. Ayşe Soysal’ın, 2008’de ikinci olduğu halde rektörlüğe atanacağını söyleyen Cumhurbaşkanı’na sırayı bozmak istemediğini açıkça söyleyerek birinci Prof. Kadri Özçaldıran’ın rektörlüğünü sağlamasıydı. 4 Basında da geçti: SÖZCÜ, Sultan Uçar, 8 Ocak, Necati Doğru, 9 Ocak 2021. GÖRÜNÜRLÜK KÖRLÜĞÜ PROF. DR. PINAR AYDIN Günümüzde yaygın olarak kullanılmaya başlanan, bilgisayar başında çevrimiçi toplantı programları iki veya daha fazla kişinin ses ve görüntüyle bağlantı kurmasına izin vererek eğitim için ve iş görüşmeleri için gerekli olan sanal toplantı ortamlarını sağlamaktadır. Katılımcılar istedikleri zaman, kendilerini görünürgörünmez veya seslisessiz kılabilmekte, gerektiğinde de yönetici tarafından görünmez veya sessiz konuma alınabilmektedir. Derin değişim Özellikle Covid19 salgını başlayalı bu uygulamaları kullanırken çoğu kişi arka planda birbirinin özel hayatına göz gezdirmeye başlamış durumda; oturma odaları, kütüphaneler, çalışma odaları, bazı durumlarda yatak odaları ve hatta banyolar artık özel yaşam alanı olmaktan çıkmış, sanal dünyanın sosyal alanı halini almıştır. Diğer bir deyişle salgına hapsolmak paradoksal bir şekilde kişiselözel görünürlüğü artırmıştır. Ancak bu görünürlük yeni bir körlüğe neden oldu. İnsanlar birbirini görür ama kimin kime baktığını göremez duruma geldi. Konuşan doğrudan ekranın üstündeki kameraya baksa ekYüz yüze, göz göze bakışma ve bağlantı kurma olanağını engelleyen çevrimiçi medyanın kullanımı toplumlar içinde ve insanlar arasında güvenin bozulmasına yol açacak mıdır? randa yüzü görülenlere bakmamış ve gözlerini onlardan kaçırmış, ayıp ediyormuş duygusuna kapılıyor. Gözlerini onlara dikse, bu sefer de bakılanlar kendilerine bakıldığını anlamıyor, çünkü kamera ekranın biraz üstünde yer alıyor. Dolayısıyla bakışlar ekrandan izlenemiyor; gözler buluşamıyor artık. Ekrankamera arasındaki birkaç santimetrelik mesafe yüzünden “Öteki”nin bakışları algılanmaz, alınmaz ve kabul edilip geri döndürülmez oldu. Büyük iletişim sorunu Bu durum insan iletişiminin önemli bir yönünün eksik kalmasına yol açmaya başladı. Sanal toplantılarda herkes bir diğeriyle ilişkileri düzenleyen jest ve mimiklere başvurmadan kendisini incelenmeye sunar oldu. Görenler göz göze gelerek başkalarıyla iletişim kurarken, görme engelliler insan sesinin kaynağını ve yönünü ekolokasyon kullanarak kendilerine kimin hitap ettiğini algılar. Ama sanal ortamda gözü görse de görmese de kimsenin yön bulma yöntemlerini kullanmasına imkân yok. Artık gözü görsün görmesin herkes bir tür “bakar körlük” dünyasında zaman geçiriyor; görünürlük körlüğü yaşamı başladı. Bu yeni körlük biçiminin, insanlık için gelecekteki etkilerinin ne olacağı zaman içinde görülecektir. Yüz yüze, göz göze bakışma ve bağlantı kurma olanağını engelleyen çevrimiçi medyanın kullanımı toplumlar içinde ve insanlar arasında güvenin bozulmasına yol açacak mıdır? Gerçeği görmek ve duyguları anlamak için değil dokunma, görme veya belli bir yönden gelen ılık nefes içeren ses olmadan sanal yaşamak “Yeni Normal”in tanımına girecek midir? J. Cameron’un 2009 yapımı Avatar adlı filminde insanların kendileri yerine suretleri olan Avatar’larını kullanarak yaşadıkları sanal bir dünya anlatılmaktadır (1). Bu fikir, sanallığın istenen bir sonucu olarak “görünürlük körlüğü” sağladığı için sanal oyunlarda ve yabancı dil eğitiminde zaten epeydir kullanıma girmiş durumdadır (2). Eğitime veya oyuna katılan kişi isterse kendisi yerine suretini (Avatar’ını), deyim yerindeyse ekrana sürmekte ve bilinçli olarak “görünürlük körlüğü” pelerinine sarılıp görünmez olmaktadır. “Yeni Normal”in suretler mecrasında, gözler ekrandan ayrılmalı ki insanlık hepten “görünmez” olmasın! 1 Avatar Yönetmen ve Senarist: J. Cameron, Oyuncular: S. Worthington, S. Weaver, 162dk, 2009. https://www.imdb.com/title/ tt0499549/?ref=fnaltt2) 2 Falloon G: Using avatars and virtual environments in learning: What do they have to offer? January 2010 British Journal of Educational Technology 41(1). DOI: 10.1111/j.14678535.2009.00991.x ‘Askıda aşı’ ve 65 yaş üstü için öneriler Sevgili okurlarım, COVID19 aşısının Çin’den de olsa getirilmiş ve ücretsiz olarak herkese yapılmaya başlanmış olması, çok gecikmiş olmakla birlikte olumlu bir adımdır. Fakat ilk parti olarak getirilen 3 milyon doz, iki kez yapılacağı için 1.5 milyon kişiye yetecek kadardır. Yani sayıları bir milyonu aşkın olan sağlık personeline ancak yetebilir. Onlardan arta kalan olursa da çok yaşlı ve kronik hastalığı olan, yaşlı bakımevlerinde toplu halde yaşayan vatandaşlarımızın bir kısmına yapılacaktır. Çin aşısının arkasının ne zaman geleceği de belli değildir; çünkü bu kullanılan parti bile ilan edilenden neredeyse bir ay sonra getirilebildi. Ne yazık ki iktidar aşı bağlantılarını, maliyetlerini, yapılan anlaşmaların koşullarını şeffaf olarak halkla paylaşmamaktadır. Aşı konusundaki önemli sorunlardan biri de üretimin, yani arzın sınırlı olması ve kullanım izni verilmiş olan bütün aşıların satış bağlantılarının şimdiden yapılmış olmasıdır. Ne yazık ki iktidar, zamanında bu bağlantıları yapma fırsatını kullanamamıştır. Sonuç olarak, halkımızın çoğunluğuna devletin ücretsiz olarak aşı sağlayabilmesi planı şu anda belirsizliklerle doludur. Hem elde aşı yoktur, hem aşıların zamanında temini kuşkuludur hem de sadece Çin aşısına, yani tek kaynağa olan bağımlılık ülkenin manevra kabiliyetini sınırlamaktadır. Üstelik maske dağıtımında yaşanan olumsuzluklar da iktidarın aşı temini ve dağıtımı becerisi hakkında kuşkular yaratmıştır. Bu nedenle benim önerim, aynen maske olayındaki nihai çözüm gibi, devletin ücretsiz aşı programına ek olarak, uluslararası kullanım izni almış olan aşıların ithalat ve satışının da serbest bırakılmasıdır. Serbest piyasa koşullarına göre yapılacak ithalat ve satış için, aynen maske olayında olduğu gibi azami fiyat belirlemeleri yapılabilir. Gelir ve servet eşitsizliklerinden doğacak olan adaletsizlikler de bu konuda yapılacak bağışlara izin verilmesi ve “askıda ekmek”, “askıda fatura” uygulamaları gibi “askıda aşı” uygulamasının da teşvik edilmesiyle aşılabilir. HHH Sevgili okurlarım, COVID19 salgını sırasındaki yaşanan en önemli sorunlardan biri de 65 yaş ve üstü nüfusa getirilen sınırlama ve kısıtlamalardır. Bu nüfusun korunması için yaşlı insanlarımızın, sadece günde üç saat dışarı çıkma izni verilerek ev hapsine alınması ve toplu taşıma araçlarından yararlanmalarının engellenmesi, tam bir işkenceye dönüşmüş durumdadır. Oysa yaşlılarımızı korumak onları eve hapsederek olmaz. Çünkü ev hapsi onların hem sağlıklarını hem de genel olarak yaşamlarını olumsuz olarak etkilemektedir. Bu nüfusun korunması yasaklarla değil, özel imtiyazlarla sağlanabilir. Örneğin ABD’de bazı yerlerde süpermarketler sabahları 79 arasında sadece yaşlı nüfusa tahsis edilmiş, onların dışındakilere kapatılmıştır. Bu konuda bir başka sorun, devletin bütün sağlık hizmetlerinin, internet üzerinden, edevlet ve cep telefonları aracılığıyla yapılmasıdır. Oysa bu konuda Hacettepe Üniversitesi elemanlarınca yapılan bir araştırma, 65 yaş ve üstü nüfus arasında akıllı telefona sahip olan katılımcıların oranının sadece yüzde 51.4 olduğunu göstermiştir. Daha vahim bir sonuca göre, 65 Yaş ve Üstü Bireylerin yüzde 56’sının internet bağlantısı bulunmadığı saptanmıştır. Araştırmaya göre katılımcıların yüzde 65’i son üç ayda internet kullanmadığını belirtmiştir. Yani nüfusun yaklaşık yarısı internet ve akıllı telefon kullanmamaktadır. Bu sonuçlardan da anlaşıldığına göre, akıllı telefonlar aracılığıyla internet üzerinden, gerek edevlet şifresi gerek HES kodu gibi uygulamaların kullanılması gerekse aşı önceliği haberlerinin alınması, 65 yaş ve üstü nüfus tarafından hiç de kolay ve yaygın değildir. Bu nedenle 65 yaş ve üstüne ilişkin önlemlerin, sınırlama ve kısıtlama olarak değil, özel olanaklar tanınarak uygulanmaları ve internet ya da akıllı telefonlardan daha başka yöntemler kullanılarak bu nüfusa iletilmeleri gerekmektedir. 40 kitaptan oluşan “Bütün Yazıları” dizisinin ilk 5 kitabı DAYANIŞMA Basın İlan Kurumu’nun belgel haberler neden yle Cumhur yet Gazetes ’ne uyguladığı resm lan kısıtlamasını kınıyoruz. Basın özgürlüğünü yok sayan kararı protesto ed yoruz. Haber alma özgürlüğümüz ç n C’ n yanındayız. ÖZEL İZMİR AMERİKAN KOLEJİ 78 MEZUNLARINDAN BİR GRUP C DAYANIŞMA İLANLARINIZ İÇİN İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ İSTANBUL : 0212 343 72 74 ANKARA : 0312 442 30 50 İZMİR : 0232 441 12 20 Email : [email protected] Savcı oluyorlar, yargıç oluyorlar, mimar oluyorlar, mühendis oluyorlar, bakanlıklarda daire başkanı ve genel müdür oluyorlar. Bir tek eksikleri imam hatip okulunu bitirenlerin Harp Okullarına kayıt olamamaları... Bu eksiği de bu gidişle nasıl olsa giderirler. Uğur Mumcu Cumhuriyet, 11 Haziran 1987, Tersini Düşnelim (Laiklik Ruhuna Fatiha, syf. 272) Laiklik Ruhuna Fatiha 6. Baskı, 344 syf. Haram Düzeni 12. Baskı 232 syf. Ata’m İzindeyiz 15. Baskı 326 syf. Hukuk Devlet Aşiret 11. Baskı 344 syf. Sevr mi Lozan mı? 5. Baskı 384 syf.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle