21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 [email protected] 13 TEMMUZ 2020 PAZARTESİ EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERHAN EREN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yığılan Basarısızlıklara Örtü: Ayasofya Hamlesi Ayasofya hamlesi pek başarılı olmayacak çünkü AKP’nin oy kayıplarının nedeni artık yapısal YALIN ALPAY SIYASET BILIMCI / YAZAR Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Temmuz’da bütün kanallardan aynı anda yayımlanan Ayasofya açıklaması sırasında son zamanlarda hiç olmadığı kadar moralsiz görünüyordu. Oysa Türkiye’de seküler kesim ile mütedeyyin ve muhafazakâr kesim arasındaki gerilimde, önemli bir simgesel yeri olan Ayasofya’yı 65 yıl sonunda yeniden cami kılan lider rolünü üstlendiği bu hitabında Erdoğan’ın, son derece kendisinden emin, başarısından gurur duyan, son derece moralli olması beklenirdi. Aynı konuda iki zıt tavır var Bir diğer ikircikli durum da, Erdoğan’ın Ayasofya’nın ibadete açılması konusunda bir yıl içerisinde taban tabana zıt bir fikre gelmesiydi. Daha geçen yıl Ayasofya’nın yeniden cami işlevine kavuşması gündeme getirildiğinde, “Önce karşısındaki Sultanahmet’i doldurun, provokasyonlara gelmeyiz” diyerek meseleye son derece olumsuz bakmış ve net duruş sergilemişti. Bugün gelinen noktada ise Erdoğan, geçen yılki açıklamasının tam zıddı bir eylem gerçekleştirdi. Erdoğan’ın böylesi tutumları Türk siyaseti için yeni değil, Cumhurbaşkanı siyasi kariyeri boyunca pek çok kez bugün A dediğine yarın B dedi. Burada yeni olan AKP’nin ilk kez Türkiye’yi kimlik politikasına sıkıştırma gayretlerinin etkisiz kalmasından endişe duyması. Erdoğan’ın moralsizliği de buradan kaynaklanıyor. Ayasofya hamlesinin temel motivasyonu, Erdoğan’ın otoriter döneminde sıkça başvurduğu kimlik politikalarıyla konsolide edebildiği kitleyi, bugün gelinen noktada aşırı derecede bozulmuş makro ekonomik dengeler yüzünden artık teskin edemiyor oluşu. Erdoğan için bu kitleyi konsolide etmek görece kolaydı. Bu kesim, zaten ekonomik yoksulluğa alışkın olmasından ötürü, büyük kazanç hırsları taşımıyordu. Minik yardımlarla gönülleri alınabiliyor, onlara seçkinler karşısında özgüven kazandıran, kendileri gibi görünen, davranan liderleri sayesinde modernitenin onları horgören bakışından kurtuldukları hissettiriliyordu. Bu maddi bir kazanımın çok ötesinde bir kabul görme ve manevi rahatlamaydı, kendi kimlikleri aşağılanmıyor, aksine seçkinler yerden yere vuruluyor, görece az eğitimli olmak, halk bilgeliği şeklinde adlandırılarak muteber sayılıyordu. Fakat son ekonomik baş aşağı gidiş, artık bu kitlenin de eskisinden daha güvencesiz ve yoksul olmasına yol açtı. Artık İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun önündeki insanlar televizyon röportajlarında avazları çıktığınca yakınıyorlar. Ceplerinden yalnızca bir iki madeni para çıkıyor, çok büyük ihtimalle hiçbir sonuç alamayacaklarını bildikleri halde, son umut olarak işçi kurumuna herhangi bir toplu taşıma aracına dahi binemedikleri için, her gün kilometrelerce yolu yürüyerek geldiklerini, sıra beklediklerini söylüyorlar. Kendi seçmeni de sorguluyor Bu ekonomik kötüleşmeyi Covid19 salgını da destekleyince, ekonomik kriz bundan böyle lafla savuşturulamaz oldu. Hükümetin ekonomiye ilişkin istatistikleri, toplumun yalnızca seçkinleri için değil, diğer kesimleri için de inandırıcılığını kaybetti. Uzun süredir kullanılan “beka” meşrulaştırması artık işe yaramıyor. Yeni krizde suç FETÖ’ye de atılamıyor, ekonomik son darboğaz CHP’nin tek parti yönetimine de bağlanamıyor. Yanlış Suriye siyaseti yüzünden Türkiye’ye gelen göçmenler, halihazırdaki bir parça kırıntı işleri de çok daha düşük ücretlere razı olarak alıyor. AKP seçmeni işsiz, servetsiz, gelirsiz, en kötüsü de umutsuz ve bu durumdan ilk kez AKP hükümetini sorumlu tutmaya eğilimli. İstanbul ve Ankara’nın yitirilmesi, seçmenlerinin AKP’ye çektiği ilk önemli ihtar. Erdoğan, yeni seçimde bu ihtarın artık daha büyük bir cezaya evrilmesinden çekiniyor ve bunda da haklı. Üst üste bu kadar yenilgi arasında AKP’ye yeni bir başarı öyküsü gerektiği için, Erdoğan en risksiz, en kolay ve en sansasyonel hamleye karar verdi: Ayasofya’nın ibadete açılması. Kolay, çünkü Erdoğan’ın bu kararı önünde durabilecek bir mekanizma yok, sansasyonel çünkü 1935’ten bu yana mütedeyyin ve muhafazakâr kesim bunu bağrında simgesel bir anlamda büyük bir düş olarak saklıyor. İstenen etkiyi yaratmaz Erdoğan şimdi gerçekleştirmesi pek kolay olan bu hamleyle hem tarihi bir başarı öyküsü inşa edebilecek: “65 yıl sonra Ayasofya’yı Batı’nın (ve Batıcıların) elinden geri alarak yeniden Müslümanların hizmetine verdi” övgülerini alarak, kendisini tarihi bir yaranın şifacısı olarak pozisyonlayacak hem de hali hazırdaki ekonomik krizi, ilerleyen günlerde “Batı bize Ayasofya’yı, onların kalplerini söküp aldık, cami yaptık diye düşman oldu, ekonomimize operasyon çektiler, o yüzden kriz var” diyerek, suçu Batıya atmak için bir meşrulaştırma elde edecek. Bu hamleyi, AKP’nin eriyen oyları karşısında giderek çaresiz kalarak, tabanın bir kısmının da DEVA ve Gelecek Partisi’ne kaçmaması adına böyle kolay bir kahramanlığa soyunması olarak okumak mümkün. Bundan böyle Erdoğan adına başarı ve kahramanlık öyküleri yazmak için daha çok ekonomik kazanım gerekiyor. Ayasofya hamlesi pek başarılı olmayacak, çünkü oy kayıplarının nedeni artık yapısal. AKP ve Erdoğan da bunun farkında olduğu için, moraller bozuk. Umuyorum ki en yakın zamanda içine düşülen bu ekonomik girdaptan kurtuluruz ve işler yeniden tüm Türkiye için daha iyi bir hale gelir. Meslek Odaları Özerk Kalmalıdır DOĞAN HASOL DR. Y. MÜH. (MIMAR) İktidar, meslek odaları ve barolara ilişkin olarak yeni kararlar ve yasal düzenlemeler yapmak eğiliminde. Bu kuruluşlar anayasada da yeri olan, kamu kurumu niteliğinde, tüzelkişiliğe sahip özerk kuruluşlardır. Görevleri, mesleğin ilkelerini ve doğrularını belirlemek ve onların doğru uygulanmasını sağlamaktır. Eleştirileri, iktidarların hoşuna gitmese de bu, onların normal kamusal görevidir. Ne var ki çoğu kez, politika yapmakla suçlanırlar. Demokrasilerde meslek ve sivil toplum kuruluşlarının ciddi bir yeri vardır. Buna karşın, zaman zaman kimi iktidarların eğiliminin, bu özerk kuruluşların seslerini kısmak ve yönetimlerine müdahale etmek şeklinde olduğu görülmektedir. Tepkilerin hedefinde Bu kurumlar, iktidarların yanlış girişimlerini ortaya koyduklarında tepkilere hedef olmuşlardır. Bu tür tepkiler ve susturma önlemleri, geçmiş dönemlerde de görülmüştür. İlginç bir örnek verelim: Mühendis ve mimarların odalarını bünyesinde toplayan birlik, TMMOB, 1954’te 6235 sayılı yasa ile kurulmuştur. Beş yıl sonra 1959’da çıkarılan 7303 sayılı yasa ile Mühendis ve Mimar Odaları’nın merkezlerinin Ankara’da olması zorunlu hale getirilmiştir. Yapılan değişiklikte amaç, me mur mimar ve mühendislerin çoğunlukta olduğu Ankara’da odaları kolayca denetim altında tutabilmektir. Bu yasa değişikliği öncesinde yaşanmış ibretlik bir öykü vardır. Şöyle: 1956’da Başbakan Adnan Menderes’in tutkusuyla İstanbul’da başlatılan imar hareketleri herhangi bir plan, program düzeni olmaksızın yalnızca Başbakan’ın kararları doğrultusunda doludizgin sürmektedir. Başbakan, çevresindeki bazı kişilerin “Siz doğuştan mimarsınız” deyişlerine kanmış olmalı... Bu tuhaf durum karşısında Mimarlar Odası, Başbakan’a gönderdiği nazik bir yazıyla, çalışmalara yardımcı olmayı önerir. Menderes’in yanıtı ancak aylar sonra, o tarihte iktidar partisi milletvekili olan, İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin kurucusu ve Oda’nın 1 No’lu üyesi Prof. Emin Onat aracılığıyla dolaylı ve sözlü olarak alınabilir: “Karışmasınlar Oda’yı kapatırım!” Sonuçta, plansız, hesapsız imar harcamaları ülkenin mali kaynaklarını tüketince 1958’de Cumhuriyet tarihinin en büyük devalüasyonu gelmiş ve dolar bir anda 2.80’den 9 TL’ye sıçramıştır. 1960 yılında DP iktidarının çöküşünde demokrasi dışı davranışların yanında, ekonomik çöküşün de payı vardır. Yıllar sonra 12 Eylül 1980 askeri yönetimi döneminde de yeni bir müdahale gündeme gelmiş, memur mimarların ve mühendislerin odalara kaydolma zorunluluğu kaldırılmıştır. Sonraki dönemlerde de odaların, gelir kaynaklarını kısmak amacıyla, inşaat ruhsat projelerinden odanın mesleki denetim süreci kaldırılır. Özdenetim kuruluşları Kısacası, kimi iktidarlar özellikle de işlerin kötü gittiği zor dönemlerinde bahaneler üretip meslek odalarının kendilerini engelledikleri şeklinde söylemlerle demokrasi dışı yollara başvurabiliyorlar. Son günlerde yaşadıklarımızı da bu kapsamda yorumlamak yanlış olmaz. Özetlersek, meslek odaları meslek ilkelerinin belirlenip korunması bakımından özdenetim kuruluşlarıdır. O nedenle de demokratik yaşam ve yönetimin vazgeçilmezidir. Mimarlar Odası’nın çeşitli kademelerinde görev almış deneyimli bir mimar olarak, her zaman söylediğimi burada bir kez daha aktarmak isterim: “Odamızın özerk kalması mesleğimizin ve ülke mimarlığının güvencesidir.” Bu böyle biline!.. Cumhuriyet’in ele avuca sığmaz, haberleriyle gündem yaratan ve genç yaşlarında birçok ödüle layık görülen iki genç kadın muhabiri Hazal Ocak ve Seyhan Avşar’ın kitapları birbiri ardına çıktı. Hazal 10 yıl, Seyhan 5 yıl önce gazetemizin stajyer muhabirlerindendi, şimdi alanlarının en iyileri!.. Hazal Ocak, “İhanet”i (Cumhuriyet Kitapla rı) yazdı. İstanbul’a karşı işlenen rant suçlarını!.. Tarih: 21 Temmuz 1995... Yer: Çamlıca Tepesi... Erdoğan, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı... Çamlıca Sosyal Tesisleri, Turing’den İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredilirken şunları söylüyor: “Bir daha Çamlıca Tepesi’nde içki kokusu duymayacaksınız. Burada yabancı menşeli alkollü ve alkolsüz içkimeşrubat satışına izin verilmeyecek.” Hazal Ocak’ın “İhanet” kitabı önüme geldiğinde, kitabın ilk haberi birden beni gülümsetti. Şöyle bir arşivi karıştırdım, biraz önce alıntıladığım haberi 25 yıl önce yazmışım. 23 Temmuz 1995’te gazetemiz Cumhuriyet’in yazıişleri, haberi “Çamlıca tesisleri Refahlaştırıldı” başlığıyla vermiş... Tıpkı Ayasofya gibi!.. O yıllarda 4 yaşında olan Hazal Ocak’ın ilk İBB manşetini okuyorum... Şöyle yazıyor Ocak: “İlk hafta meclise bir teklif geleceğini duydum. Teklif Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘İstanbul’un her yerinden görülecek’ talimatıyla Çamlıca Tepesi’ne yaptırılan Çamlıca Camisi’ne özel bir tünel yapılmasına ilişkindi. Teklifin ayrıntılarına ulaştım ve ‘3 kilometrelik tünelin’ güzergâhının, Libadiye kavşağı ile Çamlıca Tepesi’ndeki cami arasında olacağını öğrendim. Bu tünele ilişkin yaptığım haber 14 Kasım 2014 tarihinde manşet oldu.” “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” sözleriyle bu kentin Türk siyasetindeki önemini anlatan Erdoğan’ın da bir dönem başkanlığını yaptığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nin arka sıraları nelere tanıklık etmedi ki… Rant tartışmalarına, büyük kavgalara, gürültülere, lobi faaliyetlerine, komisyon kapılarında bekleyenlere ve en sonunda meclis toplantılarında 5 saniye süren oylamalara... İhanet’te “hangi kıyak, hangi siyasiye kadar ulaşıyor” tüm ayrıntılarıyla okuyacaksınız. İstanbul halkının paraları nerelere harcandı, bir belediye nasıl batırıldı? Kalem kalem öğreneceksiniz. İstanbul’a parsel parsel nasıl ihanet edildi? Örnekleriyle göreceksiniz... H 2016 yılı Türkiye’nin tarihine kara bir leke olarak geçti. Önce Ensar Vakfı’nda 45 çocuğa tecavüz edildi, sonrasında Aladağ’da 11 kız çocuğu yanarak can verdi. Oldukça tartışma yaratan bu skandalların etkisi sürerken bir sabah “REZİLSİNİZ” manşetiyle Cumhuriyet, Türkiye’yi sarstı. Seyhan Avşar’ın kaleme aldığı “REZİLSİNİZ” (A7 Kitap) kitabının ilk işaret fişeği olan haber, yazıişleri toplantısında önümüze geldiğinde manşeti değil, “manşete ne başlık atacağımızı” düşünüyorduk. Belgeleri inceliyor, insanı kahreden detayları okuyorduk. Ve o başlıkta karar kıldık: “REZİLSİNİZ!..” Seyhan Avşar’ın FIKIHDER’deki cinsel istismar haberiyle toplum olarak öfkelendik, bir kez daha vicdanlarımız kanadı. Haber büyük yankı yarattı, Seyhan Avşar devamını getirdi. Bu kitap, gazete sayfalarında sınırlı bir şekilde anlatılan o büyük haberin tüm ayrıntılarını kapsıyor. H İçinizden diyebilirsiniz... “Geçen hafta bu ülkede Ayasofya bahane edilerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk hedef alınırken; CHP içinde atama tartışması yaşanırken, kurultay yaklaşırken; tüm il barolarının karşı çıkmasına rağmen ‘çoklu baro’ yasası Meclis’te AKP ve MHP oylarıyla kabul edildiği sırada yer yerinden oynamazken; dış politikada büyük bir çıkmaz yaşanırken; Sakarya’da yıllardır patlayan havai fişek fabrikasının patronu para kazanacak diye insanlarımız göz göre göre ölürken iki genç muhabirin kitaplarını yazmanın zamanı mı?” Evet... Tam da zamanı!.. Ne zamanki bu ülkede tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenler kalmaz; çocuklarımız din kisvesi altında istismara uğramaz, işte o gün bu ülke “nefes” alır. Sıcak gündemin ağırlığında boğulmadan, bizler yolsuzluğun olmadığı bir ülke için gazetecilik yapmaya devam edeceğiz. Bu ülkenin çocukları, gençleri bizler için “tarikatların, müritlerin, şıhların, dinci yobazların” ellerine bırakılmayacak kadar değerli! Onları Atatürk’ün aydınlanmacı devrimiyle büyütmek, akıldan ve bilimden yana eğitmek hepimizin “boynunun borcu...” İktidarıyla, muhalefetiyle bu böyle biline!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle