19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 [email protected] 3 HAZİRAN 2020 ÇARŞAMBA EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERHAN EREN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Büyük Usta’ya selam... METIN PEKER KARIKATÜRCÜLER DERNEĞI BAŞKANI Beden bu dünyadan çekip gittiğinde, o bedenle bedenlenmiş yaratıcılık, yetenek, var oluş ve söz dimdik ayakta durur, günbegün büyür. Nâzım Hikmet, o bildik deyişle, Türkçenin ve şiirin büyük, bilge ve bükülmez çınarını anımsamanın, bedensel göçmüşlüğün acısıyla değil ama hüznü ve lirik tınılarıyla anımsanın iklimi içerisindeyiz. Yıkıcı, haşin rüzgârlara bir yaşam boyu göğüs germeler, hapishanelerde yıllarca volta ve şiir yaratmak için atılmış adımlar, yine zorunlu bir sürgünle nihayete erdi. “Bu hasret bizim” demişti Nâzım Hikmet. O hasret, emeğin hakkını almasına dönük bir hasretti, aynı zamanda özgürlüğün yurdun dört tarafında her türden insan tarafından bir gül olarak yakalara takılmasına dönük bir hasretti. Aşka, eşitliğe, dayanışmaya ve direnmeye duyulan hasretti. Şairin o hasreti dinmedi, sürüyor. Çünkü eşitsizlik yurdun üstüne bir kara duman gibi çökmüş, özgürlük bir ıslık olarak bile çalınacak olmaktan uzağa itilmiş. İşte sanat ve onun asi çocuğu karikatür, bu buz kesen atmosferde emekten yana, özgürlük türküleri için, özgürlük çizgilerinden yana, onurlu ve tutarlı yürüyüşünü sürdürmektedir. Bu yürüyüşü daha önce hayatlarını ortaya koyarak sürdürenlere bir saygıdır aynı zamanda sanatın ve özelinde karikatürün inancı. Türkçeyi gönendiren şair Nâzım Hikmet! Bugün Türkçe kıvrak, bü kümlü ve daha şense bunda onun şi irsel hazinesinin büyük rolü yok mu? Elbette var. O dilin ola nakları içinde düşünürken çiz gilerin adanmış neferleri elbet te Nâzım Hikmet’in dil kıvıl cımlarıyla tutuşanlar, onun “Ahbapça, kardeşçe konu şulan dilim...” diye nitelen dirdiği Türkçeye baktı lar ve onunla gönendi ler. Çünkü dil, toplu mu, ilişkileri oluştu ran, ona esneklik ve iv me kazandıran güçlü bir Pawel Stanczyk etmendir. Bugün, basitlik kulvarlarında cehalet sergileyerek Nâzım Hikmet’e laf saydıran “sanatçılar”, ona saldırdıkları sözcüklerin, onun dilinin prangaya vurulamayan kuvvetinin bir yan sızıntısı olarak geldiğini bilmezler. Olsun, böyleleri de var ve olacak. Hüner, güce yaslanmak değil, insanca bir birikime yaslanmak ve hak bilinen yoldan şaşmamaktır. Tutku olmadan sanat olmaz “Bir ressamın yalnızca resim yapma tutkusu değil aynı zamanda resmettiği insanlara dair de tutkusu olmalı” demişti, güçlü öngörülerin sahibi, sosyolog Emile Durkheim. Aslında, salt ressamın değil, bilimum sanat dallarının insana dair tutkusundan bah setmemiz mümkün. Çünkü tutku olmadan sanat olmaz, hayat hiç olmaz. Tutkunun sihirli, yaratmaya ayarlı saati sayesindedir ki, dünyayı yaşanabilir, içinde var olunabilir bir kıvama doğru götürülmek için sanat büyük bir uğraş vermektedir. Aksi halde dünya aşırı tek boyutlu, yavan bir yer olmanın ötesine geçemezdi. Hayatın içinden sanatı çekip alırsak geriye ne kalır? Sıradanlık, korku, çekişme, açgözlülük, kibir, hırs, işin özü kendini bilmezlik... Hayatı soluklandıran sanat, daima övgüyü, sevgiyi, anımsamayı ve değerbilirliği hak etmektedir. Onun haksızlıklar, yıkılışlar, yokluklar, çaresizlikler, güçsüzlükler sofrasına oturma kudretine sahip olması onun bu yıkıl maz kavrayış ve direncinden ileri gelir. Bunu daha bir ileri görüşlülükle birleştirme noktasında kendisine hayatın iyileştirilmesi, toplumun iyileştirilmesi misyonunu biçer. Burada, yenilikçi güçlerin devrimci düşünceleriyle birleşen bir damar vardır, bu damarı yorulmak bilmez bir kararlılıkla karikatür de sahiplenir. İdealleri şiirle metaforlaştı “Giderayak işlerim var bitirilecek, / giderayak. / Ceylanı kurtardım avcının elinden / ama daha baygın yatar ayılamadı. / Kopardım portakalı dalından / ama kabuğu soyulamadı. / Oldum yıldızlarla haşır neşir / ama sayısı bir tamam sayılamadı. /Kuyudan çektim suyu /ama bardaklara konulamadı.” Nâzım Hikmet, peşinde koştuğu idealleri, metaforlar eşliğinde böyle şiirleştiriyordu. Ama bu ideallerin yarım kalışı, yarım bırakılışı dünyanın ahvali ile bağlantılı idi. Sanat, bu ideali sürdürüp tamamlamaya adanmışların safındadır. Nâzım Hikmet’in şiirlerinin safındadır. Çünkü, hayatı güzelleştirmek için sorgulamak, sorgulamak için düşünmek, düşünmek için sanatın kışkırtıcı diline gereksinim vardır ve hep olacaktır da. Bu yüzden Nâzım Hikmet’e selam her daim yürürlükte olacaktır. Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal’in sineması Evin ekmek derdi... Çocukların üstü başı... Belimi büken yokluk.” ‘Çalıntı senaryolara bile...’ Yaşar Kemal, can dostu Orhan Kemal için tam da bu konuda şunları söyler: “Senaryocular, en pespaye, aşağılık Avrupa romanlarından çaldıkları senaryoları Yeşilçam’da 5 bine okuturken, Orhan ancak 500 lira alabilir alın teri, gözünün nuru o hikâyelere... Çünkü Yeşilçam esnafı, polisin, hükümetin Orhan’ı sevmediğini bilir, çünkü Yeşilçam esnafı, Orhan’ın o gün öğleyin evinde çocuklarının ekmek beklediğini bilir.” OLCAY BAĞIR GAZETECİ/YAZAR Memlekete doldu makine, doldu makine. İşsizlik çoğaldı. Makine insanı yerinden, ekmeğinden etti. Köylerden şehre ırgat akını var. Görmüyor musunuz, memleket dilenciyle doldu. Bu kadar dilenciyi ne zaman gördük? Köylerden şehre akın var ana! Şehir işçisinin dirliği de bozuldu. Fabrikaların önüne git bak. Boy boy, çeşit çeşit babayiğitler, ana kuzuları. Onların da artlarında besledikleri boğazlar var, onların da çoluk çocukları, babaları, anaları var. Herkes ekmek peşinde koşuyor!” (Eskici ve Oğulları, Sf. 112) Orhan Kemal’in romanları ve öyküleri, dönemine tanıklık eder. Sosyal hayat, eserlerinde olduğu gibi yansır. Roman kahramanlarının ağzından tarihe not düşer, tıpkı yukarıda yapılan alıntı gibi. “Betonunda bile ot biten bereketli Çukurova toprakları”nda doğmuştur Orhan Kemal ve askerdeyken Nâzım Hikmet ve Gorki okuyor diye 5 yıl ağır hapse mahkum olur. Tesadüfe bakın ki, genç Orhan Kemal, Bursa’da yatarken Nâzım bu hapishaneye nakledilir. O dönem Orhan Kemal’in adı edebiyat dünyasında duyulmamıştır. Za ten düzyazı değil, şiir yazıyordur. Nâzım, şiirlerini beğenmediği bu genç edebiyatçıyı düzyazıya yönlendirir, öykü ve roman yazması için teşvik eder onu. Orhan Kemal ve sinema Pek bilinmez ama Orhan Kemal sinemamızın önemli senaristlerindendir de. Bugün birçok iletişim fakültesinde onun yazdığı senaryo yazım tekniği kitabı okutulur. Yeşilçam’a takma adla sayısız senaryo yazmıştır ancak bunlardan dişe dokunur paralar kazanamaz usta. Bir gün Yeşilçam Sokağı’nda Attilâ İlhan’la karşılaşırlar. İlhan da o yıllar Yeşilçam’a Ali Kaptanoğlu imzasıyla senaryolar yazıyordur. “Yahu Orhan Abi” der Attilâ İlhan, “Şu yapımcılara bu kadar ucuz senaryo verme. Geçenlerde bir filmci benden senaryo istedi, konuyu anlattı, anlaştık, her şey tamam. ‘Kaç para istersin’ dedi. ‘Üç bin’ dedim. ‘Nee üç bin mi? Biz koskoca Orhan Kemal’e beş yüz liraya yazdırıyoruz. Üstelik peşin de değil, ver eline senedini... Yok arkadaş seninle çalışamayız’ dedi. Yahu Orhan Abi, beş yüze senaryo yazılır mı?” “Biliyorum oğlum biliyorum” der usta, “bu p.zevenklere bu paraya senaryo yazılmaz ama... Zaruret işte... Nâzım Hikmet ve sinema Peki ya Nâzım? Onun da sinemamıza büyük katkıları olmuştur. Sinema üzerine yazılar yazan Nâzım, sahici bulmadığı Hollywood sinemasına karşıdır. Tiyatro ve sinemamızın ilk dönemine damga vuran Muhsin Ertuğrul’un İpek Film için çektiği “Bir Millet Uyanıyor” filminde Nâzım, reji asistanı ve seslendirme yönetmeni olur. 1933 yapımı “Karım Beni Aldatırsa” filminin senaryosunu yazan usta, o dönem “sakıncalı” olarak görüldüğü ve yasaklı olduğu için “Mümtaz Osman” takma adını kullanır bu filmde, ki daha sonra birçok filmde bu takma adı kullanacaktır. 1933’te çekilen yedi filmin beşinde senarist olarak Nâzım’ın imzası vardır. Elbette, Mümtaz Osman adıyla... Yine 1933 yapımı “Düğün Gecesi / Kanlı Nigar” filmi ise Nâzım’ın hem yazdığı hem de yönettiği bir film olarak sinema tarihimize geçer. 1937 yılında ise “Güneşe Doğru” filmiyle yine senaryosunu yazdığı filmin yönetmen koltuğunda oturur. Mümtaz Osman adıyla onlarca senaryo yazan Nâzım Hikmet, Ercüment Er adıyla da üretmeye devam eder. Yani sadece edebiyatımıza değil, sinema dünyamıza da büyük emekleri vardır Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal’in. Ölüm yıldönümlerinde onları anmak istedik. 2 Haziran Orhan Kemal’in, 3 Haziran Nâzım’ın ölüm yıldönümü... Kültür dünyamızın bu iki güneşi her daim içimizi ısıtacak ve bizi aydınlatacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle