11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 7 OCAK 2020 SALI [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER LIBYA VE RISKLER Türkiye’nin bütüncül bir Akdeniz ve Karadeniz ile Ortadoğu stratejisinin yokluğu risk yaratmaktadır. Ya da böyle bir strateji varsa bile, biri diğeriyle uyumsuz adımları içinde barındırmakta, sürdürülebilmesi zorluklar içermektedir. AHMET YAVUZ Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin TBMM’de karar alındı. Kamuoyu da ikiye bölündü. Taraflardan her birinin haklı gerekçeleri var. Asker göndermeyi savunanların önemli bir gerekçesi var: Sarraj başkanlığındaki Ulusal Uzlaşı Hükümeti (UUH) ile imzalanan deniz yetki alanlarına ilişkin mutabakatın hayata geçirilmesini sağlamak. Gerçekten de UUH yenilirse adı geçen mutabakatın çöp olacağı aşikârdır. Öyle anlaşılıyor ki, söz konusu mutabakat, askeri boyutuyla verilen bir sözün karşılığında imzalanmıştır. Yoksa iç savaş ortamında kimsenin deniz yetki alanlarıyla ilgilenmesini beklenmez. Zannımca haksız olmayan diğer gerekçe, sahada olmanın avantaja çevrilmek istenmesidir. Herkesin pay kapmaya çalıştığı bir ortamda Türkiye’nin olmamasını ileri sürmek makul değildir. İki nedenle: Petrol bağımlılığını azaltmak, bunun için daha ucuz bir pazar bulmak. Daha da önemlisi 2011’de büyük paralar bırakan firmaların alacaklarının tahsilini kolaylaştırıcı adımları atmaktır. Karşıt argümanlar Karşı çıkanların yerinde bulduğum taleplerine gelince... İç savaşta taraf olmak yerine iki tarafla da bağ kurmayı önermek haklı bir taleptir. Ancak deniz yetki alanı anlaşması TBMM’ce değerli bulunarak, askeri işbirliğini öngören mutabakat ile birlikte onandığında ardından gelecek teskerenin Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin olacağı açıktı. İçsel tutarlılık açısından karşı çıkmak da zor olacaktı. Karşı çıkanların haklı kaygılarından bir diğeri, denizaşırı bir Görsel OdaTV’den alınmıştır. ülkeye asker göndermenin ve o gücü savaş koşullarında ayakta tutmanın zorluklarıdır. Zayiat riski yüksek olabilir. AKP’nin son dönemde attığı adımların daha ziyade sert gücü kullanma eğilimi taşıması bir başka eleştiri konusu oldu. Haksız değiller. Diplomasiyle yol almak daha az maliyet getirir. Askeri gücü kullanmanın sınırları vardır. Aynı zamanda askeri güçle ekonomik güç arasındaki korelasyon bozulmamalıdır. Erdoğan’ın İhvancı yaklaşımını Libya’da da sürdürdüğü dile getirildi. Evet, bu yaklaşım özellikle Mısır ve Suriye’de ülkenin başına bela oldu. Bu doğru. Ama Libya’da kim İhvancı, kim değil? Cevabı var mı, bilmiyorum. Sanıyorum nüfusun kahir ekseriyeti ortaçağda yaşamayı sürdürüyor. Libya’da uygun bir cepheleşme içinde yer alınamadığı eleştirileri de haklıdır. Bundan daha ötesi, Karadeniz ve Akdeniz’i içeren büyük stratejinin yokluğundan kaynaklanan sakıncalar vardır. Öte yandan Libya’da tezkereden önce de askerlerimizin bulunduğu bilinmektedir. Bu da sorgulanması gereken önemli bir konudur. Cumhurbaşkanı, TBMM yetkilerini önceden kullanmış gibi duruyor. Meclis’teki görüşmelerde bu konuya temas eden olmamıştır. Ancak tezkerenin çıkması en azından bu varlığın meşruiyet kazanmasını sağlamıştır. Tezkere kabul edildiğine göre bundan sonrasına bakmak gerekir. Riskler neler? Önce risklere temas edelim: 1. UUH savaşı kaybedebilir. Bu, bizim de kaybetmemiz anlamına gelir. Deniz yetki alanları anlaşması geçersiz kalabilir. Dü şük bir olasılık olsa da böyle bir risk var. Zaten teskerenin erkenden çıkarılmasının nedeni bu riski ortadan kaldırmaya yönelik olsa gerek. Eğer Trablus bölgesi gecikmeden takviye edilirse, bu risk tamamen göz ardı edilebilir. 2. Beklenmedik çatışmalara girme durumunda hava desteğinden yoksun kalınması önemli bir zaaf alanıdır. CB’nin plansız Tunus ziyaretinin amacı bu riski bertaraf etmeye yönelikti. Ancak üs edinme talebi kabul görmemişe benziyor. 3. Libya’nın bölünmesi halinde hesaplar suya düşebilir. Bu durumda deniz yetki alanlarına ilişkin anlaşma daha önce emekli Tuğgeneral Nejat Eslen’in yazdığı gibi geçerliliğini kaybedecektir. Çünkü Türkiye ile Libya arasında komşuluk hukuku doğuran kıyı bölgesi Hafter güçlerinin elinde kalacaktır. İşte bu maksatla Libya’nın toprak bütünlüğünü sağlayıcı adımların tamamen UUH’nin başarısına bağlı olmaktan çıkarılması lazımdır. Bu nasıl yapılır? Elbette zor. Ancak başarı için zorunludur. 4. Bölgesel bir savaş çıkması durumu düşük bir olasılık olmakla birlikte dikkatten uzak tutulmamalıdır. TürkiyeSuriye’de, Irak’ta, Kıbrıs’ta bir ordu kadar kuvvet bulundurmaktadır. İç güvenlik harekâtını sürdürmektedir. Doğu Akdeniz’de donanması hazır ve nazırdır. Trablus’u savunmak için asgari takviyeli bir tugay ya da bir tümen kadar bir kuvvet gerekli olabilir. Daha sonra daha çok kuvvet gerekebilir. Bu kadar angajman ve dağınıklık fazladır. Ege’de beklenmedik çatışma durumlarına sürüklenme olasılığı vardır. Bu, bir tuzak demektir. Yeri gelmişken belirtelim. İtalyanlar 1911’de Libya’ya asker çıkardığında donanmamız olmadığı için kuvvet göndermek yerine bir avuç subayla direnişi örgütlemek durumunda kalmıştık. Enver Paşa ve Atatürk onlar arasındaydı. Başarılı da olmuşlardı. Ancak İtalya, bunun cevabını 1912’de On İki Ada’yı işgal ederek vermişti. Libya’ya karşılık bu adaları geri vereceğini belirtmişti. Ardından Balkan Savaşı çıkmış, hem Libya hem de On İki Ada elden çıkmış, On İki Ada’yı iade sözü de havada kalmıştı. (2) Aslında Mustafa Kemal’in Balkanlar’daki gelişmelerden dolayı Libya’da olmaktan mutlu olmadığı da başka bir konudur. (3) Bunu vurgulamak gereği duydum, zira Doğu Akdeniz ve Ege mevcut haliyle her şeye gebedir. 5. Türkiye’nin bütüncül bir Akdeniz ve Karadeniz ile Ortadoğu stratejisinin yokluğu risk yaratmaktadır. Ya da böyle bir strateji varsa bile, biri diğeriyle uyumsuz adımları içinde barındırmakta, sürdürülebilmesi zorluklar içermektedir. Açık bir ittifak cephesi yoktur. Libya’da atılan adım “Mavi Vatan” uğruna diye anlatılmakta ancak Ege’deki 18 ada işgaline çıt çıkarılmamaktadır. Libya’da UUH’nin meşruiyeti dillerde pelesenk olmakta ancak Suriye ve Mısır’da aynı meşruiyete sahip iktidarların esamisi okunmamaktadır. Suriye’de birçok adımın birlikte atıldığı Rusya ile İdlib’te ve Libya’da ayrı düşülmektedir. ABD ile ilişkiler çelişkilerle doludur. AB ile benzerdir. Bu kadar çok ve birbirini kesen fay hattını hayat kaldırmaz. Bunların üstüne bir de anlamsız Kanal İstanbul tartışması eklenmiş ve Karadeniz dengelerini kendi elimizle bozma yoluna girilmiştir. 6. İç savaşın ne zaman ve hangi koşullarda biteceği ise muammadır. Uzadıkça yorucu olacaktır. Umarım risklerin hiçbirine maruz kalınmaz. Görev alacak askerlerimize başarı dileyerek yazıyı bitirelim. (1) Nejat Eslen, Odatv, 29 Aralık 2019. (2) Hazal Pabuççular, Türkiye ve Oniki Ada, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, s. 12 vd. (3) Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, Bilgi Yayınevi, 2. Baskı, s. 118. Savaş kötüdür, iç politikada kullanılması daha da kötüdür Politika ve savaş iç içe geçmiş iki fenomendir: Genellikle askerler, sa işlevsel olabileceğinin en güzel örneğini vermiştir. HHH vaşı, politikanın devamı, onun Erdoğan/AKP iktidarının bir aracı, siyasal hedeflerin Ortadoğu’da, rejimleri ya da ik düşmanlara zorla kabul ettiril tidarları değiştirmek amacıyla, me yöntemi olarak görürler. belirgin bir mezhep çizgisinde Büyük ve güçlü emperya giriştiği, karıştığı savaşlar, em list devletler, ABD’nin son dö peryalistlerin işine yarayan yan nemde yaptığı gibi, bu görüşe lış savaşlardır. uygun bir biçimde, kaba kuv Bu nedenle Suriye’de tam bir vete, zorbalığa dayalı olan sa çıkmazın içine düşülmüştür. vaşı kendi çıkarlarını ve poli Libya’da da, aynı hatanın, üs tikalarını dünyaya dayatmak telik daha uzak, daha zor top için kullanırlar. raklarda ve daha da belirsiz ko İlginç olan nokta, bağımsız şullarda tekrarlanması gündem lığını emperyalist İngiltere’ye dedir. karşı yaptığı savaşla kazanmış İçeride büyük bir destek olan ABD’nin sonradan, bütün kaybına uğradığı son yerel dünyaya kendi çıkarlarını savaş seçimlerde açıkça ortaya çı aracılığıyla dayatma geleneğini kan iktidarın dışarıdaki bu oluşturmuş bulunmasıdır. hamle ile toparlanması ola Hiç kuşkusuz ABD’nin bu naklı değildir; tam tersine za “zorba emperyalist geleneği yıflamayı hızlandıracaktır. nin” oluşturulmasında ve sözde HHH meşrulaştırılmasında, Birinci ve Aynı durum ABD için de söz İkinci Dünya Savaşları, özellikle konusudur: de Hitler’in saldırganlığı önemli İranlı General Kasım bir gerekçe rolü oynamıştır. Süleymani’nin Donald Ne yazık ki, aynı “sözde meş Trump’ın emri ile öldürülme rulaştırma” rolü bu kez, “Ra sinden sonra sosyal medyada dikal Siyasal İslam” adına te Trump’ın eski bir videosu dön rör eylemleri yapan El Kai meye başladı: de ve IŞİD gibi (kuruluşlarında 2011 yılında çekilen videoda ABD’nin desteği ya da parma Trump, Obama’nın seçim ka ğı olan) dinci örgütler tarafından zanmak için İran’a saldıracağını yüklenilmiştir. iddia ediyor. HHH Başkanlık seçimi öncesin Gerekçesi ne olursa olsun, de başlatılan “azledilme” sü bütün saldırı savaşları gay reciyle boğuşan, görevini kay ri meşrudur, cinayettir; sadece betme tehlikesi ile karşı karşı savunma için yapılan savaşlar ya olan ve içeride destek kay meşrudur. beden Trump’ın, başkanlık se Gayri meşru savaşla çimini ikinci kez de kazanmak rın en güzel örnekleri, Birin amacıyla o dönemde Obama ci ve İkinci Dünya Savaşların için ortaya attığı senaryoyu bu da verilmiş olup, zamanımız gün bizzat kendisinin uyguladı da da Ortadoğu’da ve Kuzey ğı söyleniyor. Afrika’da sürdürülmektedir. HHH Buna karşılık, Mareşal Ga Yanlış politikalarla ülkele zi Mustafa Kemal Atatürk’ün rindeki Temel Hak ve Özgür liderliğinde işgalci güçlere ve lükleri ve Ekonomik Refa onların destekçileri olan Ha hı zedeleyen iktidarların, dı life Ordu’su ile dincilerin is şarıda giriştikleri savaşlardan yanlarına karşı yürütülen iç politikada medet ummaları Türkiye’nin İstiklal Savaşı, ta “olmayacak duaya amin” ni rihteki en meşru, ne haklı sa teliğindedir... vaşların başında gelir. Tam tersine böyle savaş Üstelik Kurtuluş Savaşımız sı lar iktidarların içeride daha hız rasında Mustafa Kemal Atatürk, lı yıpranmalarına ve iktidardan dış politikayı, Sovyetler Birli daha çabuk düşmelerine yol ği ile yakınlaşarak, Fransa’yla açar. yumuşak bir atmosferde, İtal SAVUNMA AMAÇLI OLMA ya, Almanya ve İngiltere arasın YAN BÜTÜN SAVAŞLARA HA da ise tem bir virtüöz dehasıyla YIR... yürüterek, dış politikanın bir sa YAŞASIN BARIŞ VE DEMOK vaşın kazanılmasında ne kadar RASİ! Adnan Tanrıverdi’yi kim general yaptı? ALI TARTANOĞLU Adnan Tanrıverdi, emekli tuğgeneral... Şu anda Cumhurbaşkanı’nın savunma başdanışmanı. SADAT adlı bir şirketin kurucusu ve patronu. SADAT, Türkiye’den ziyade Müslüman ülkelerde sivil oluşumlara askeri kontrgerilla, gayri nizami harp eğitimi verdiği iddialarıyla eleştirilmiş, konu CHP milletvekilleri tarafından Meclis’e aksettirilmiş, tartışmalara yol açmıştı. Hele şimdi Libya’ya asker gönderilmesinin gündemde olduğu şartlarda ideal isim... Böyle bir insanın Atatürk’ün Harbiyesi’ni nasıl bitirdiği merak edilmez mi? Kaldı ki Tanrıverdi bu kadarla da kalmamış. İnternetteki bilgilere göre KonyaAkşehir 1944 doğumlu. Liseden sonra 1 yıl İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde zooloji okumuş. 196364 yılında Harbiye’ye girip 1966’da mezun olmuş. O zaman harp okulları iki yıl... 1996’ya kadar 30 yıl orduda çok ilginç kadrolarda görev yapıyor, yaptırılıyor. “Gayri Nizami Harp” kursu görüyor. Yani kontrgerilla kursu... Genelkurmay’a bağlı Özel Harp Dairesi (kamuoyunda “kontrgerilla” diye bilinen, eski ve resmi adıyla, ünlü Seferberlik Tetkik Dairesi...) Başkanlığı, KKTC’de Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı yapıyor. Türk ordusu hiç fark etmemiş mi? “Mehdi gelsin diye ortamı hazırlıyoruz” diyebilen bu adam, tuğgenerallikten ihraç edilmek değil, kadrosuzluktan emekli SADAT, Türkiye’den ziyade Müslüman ülkelerde sivil oluşumlara askeri kontrgerilla, gayri nizami harp eğitimi verdiği iddialarıyla eleştirilmiş, konu CHP milletvekilleri tarafından Meclis’e aksettirilmiş, tartışmalara yol açmıştı. edilinceye kadar, 66’dan 96’ya kadar tam 30 yıl kendisini muhteşem bir şekilde gizlemiş mi? Yani koskoca Türk ordusu bu zatı hiç fark edememiş mi? Ekranlarda sık sık uzman olarak izlediğimiz, eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı, Ergenekon mağduru, emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, bu kişi için ne diyor: “TSK’da görev yaptığı sürede, dini kendi amaçlarına alet eden uygulamalar içinde olmuştur. İstanbul Maltepe’deki Tugay Komutanlığı sırasında kışlanın içine dini sokmuş, kendine orada bir grup yaratamaya çalışmış, kışla içinde toplu namazlar kıldırdığına yönelik bilgiler doğrultusunda kızak bir göreve çekilerek emekli edilmiştir.” Yine ekranlardan iyi tanıdığımız, çoğumuzun takdir ettiği emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, Tanrıverdi için “Atatürk düşmanı, Cumhuriyet düşmanı bir adamla yoluna devam edenler bu ülkeyi bu felaketten kurtaramaz” diyor. Yani TSK bu kişiyi tanıyor, biliyor. Zaten Pekin’in sözlerine göre kendisini gizlememiş! Bir başka nokta... Tunrıverdi, 1944 doğumlu. 1966 Harbiye mezunu. Erdoğan’dan 10 yaş büyük... 1966’da, AKP’nin atası, Erbakan’ın ilk partisi Milli Nizam Partisi bile henüz yok, MNP’nin kuruluşu 1970... Fethullah bile 1966’da emekleme döneminde... Öyle orduya nüfuz etme gücü filan yok! Erbakan’ın koalisyon ortağı olduğu 80’ler, hatta hadi 90’lar Tanrıverdi’nin de orduda önemli görevlerde bulunduğu yıllardı denilebilir. Ama İslamcılar dahil sağ siyasetin, çabası olsa bile orduya nüfuz etme gücü o yıllarda onlarda yine yoktu. Saldıray Berk NATO karşıtıydı Soruyu tekrarlayalım o zaman: Öyleyse bu kişiyi, tanındığı halde 30 yıl Silahlı Kuvvetler içinde tutan kim(ler)di!?!? Bu kişiyi tuğgeneralliğe kadar kim yükseltti? Hem de ta o zaman!.. Üstelik Türk ordusunda generallik o kadar kolay bir iş değil. Harp Okulu’ndan öte Harp Akademisi’ni de bitirmek gerekir. Yetmez!.. Amerika’da bulunmamış, hele NATO karargahında görev yapmamış subay kolay kolay general olamaz. Burada bir de Saldıray Berk örneği var. Tanrıverdi ve Berk olguları birbiriyle çelişen değil, aslında bu yazının tezini doğrulayan olgular. Saldıray Berk, 20072010 arasında karargâhı Erzincan’da bulunan 3. Ordunun komutanı olan bir orgeneral. 2010’da Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’le birlikte bir cemaat kumpası yüzünden Genelkurmay Eğitim Doktrin Komutanlığı’na atandı. 2011’de de emekli edildi. Berk Paşa, düşünceleri, tavrı nedeniyle Cihaner gibi FETÖ’nün hedefindeydi. Yakın gelecekte genelkurmay başkanı olması ihtimalinden çok rahatsız oldukları için o kumpası düzenlemişlerdi. Amaç, Berk’in genelkurmay başkanı olmasını önlemekti. Ama Berk Paşa’nın ilginç başka özellikleri de vardı. 201114 arasının Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ile birlikte Berk Paşa TSK içinde NATO’da görev yapmayan iki subaydan biriydi. Tersine Moskova’da, Baku’da askeri ataşe olarak bulunmuştu. İngilizce değil Rusça biliyordu Ama en önemlisi, bu özellikleriyle bile yeterince rahatsız ettiği NATOABD açısından, bir de açıkça NATOABD karşıtıydı. Tanrıverdi’nin ise belli ki Amerika, NATO, kısaca “emperyalizm” karşıtlığıyla hiç ilgisi yoktu. Ama Amerika’nın da hele o yıllarda İslam tüccarlığıyla bir alıp veremediği yoktu. O yıllarda ABD “yeşil kuşak”, “ılımlı İslam” diyor başka şey demiyordu. Erbakan yok, Erdoğan yok. İsmail Hakkı Pekin’in söylediklerine bakılırsa pekâlâ farkında olunan bu şeriatçı subayların Harbiye’de okumasını, mezun olmasını, Harp Akademisi bitirmesini, general olmasını, kontrgerilla dairesi başkanı olmasını 196696 arasında kim sağladı? Kim izin verdi veya göz yumdu? Demek, TSK içinde o yıllar da Tanrıverdi’nin Müslümanlık pazarlamacılığından rahatsız olanlar var idiyse bile, TSK’de ve daha yükseklerde Amerikancı zihniyet doğrultusunda hiçbir sakınca görmeyenler de vardı ki Tanrıverdi 30 yıl TSK’de barınıp tuğgeneral olabilmişti. Daha önemlisi, bu çelişkili durum TSK içinde, hatta siyaset arenasında, hükümet ve nihayet “devlet” içinde NATOABD yanlıları ile karşıtları arasındaki derinden derine mücadelenin fotoğrafı. Yandaş grup en azından Tanrıverdi’yi tuğgeneralliğe kadar koruyabiliyor, ama karşıt grup da Saldıray Berk’i orgeneralliğe, ordu komutanlığına kadar getiriyor. Necdet Özel de NATO’da görev yapmamışken genelkurmay başkanı olabiliyor, ama aynı nitelikteki Saldıray Berk tasfiye ediliyor. ‘İmam subaylar’ Bu noktada Atatürk’ün oturduğu makamlardan biri olan Genelkurmay Başkanlığı’ndan, yine onun oturduğu Cumhurbaşkanlığı’na zıplatılan Cevdet Sunay’ın 196768’lerde söylediklerini ısrarla, inatla hatırlamak, hiç unutmamak gerekir. Özetle “bugünkü liseler bizim istediğimiz milliyetçi, mukaddesatçı, maneviyatçı gençleri yetiştirmiyor. Biz bu tür gençleri imam hatiplerde yetiştireceğiz...” demişti Sunay! 196768, Tanrıverdi’nin taze teğmenlik yılları... Ve yineleyelim, Erbakan yok, ErdoğanAKP hiç yok! Daha ortada 1968 olayları bile yokken “Cumhurbaşkanı” Cevdet Sunay niye söylemiş ti bu sözleri? Üstelik “üçüncü çoğul şahıs zamiri” kullanıyor, “biz” diyor. Demek bir devlet kararı, bir devlet politikası söz konusu... Uğur Mumcu da sürekli “2000’lerde kaymakamlarımız, valilerimiz, subaylarımız imam hatipli olacak” diyordu. Öldürülmesinden iki gün önceki 22 Ocak tarihli yazısının başlığı “İmam Subaylar” idi. Buyurun, hem de imam hatip mezunu olmayan bir “İMAM SUBAY”: Adnan Tanrıverdi!!! Çünkü 1946’dan itibaren “dindar, devletine milletine bağlı genç” yetiştirme politikasının temelleri atılmaya başlamıştı, Sovyet komünizmi korkusuyla... Devlete itaatin tek yolu olarak da dindarlık, imam hatipli olmak görülüyordu. ‘Devlet politikası’ Bugünkü tablo, 194647 politikalarının, yani “devlet politikası”nın devamından başka şey değil. Cevdet Sunay’ın söyledikleri, bu “devlet politikası”nın ilanıydı. İmam hatip mezunu olsun olmasın, Erdoğan’ın kindardindar gençlik yetiştirme politikasının da öncülü, temeli oldu. SADAT konusunu Meclis’te tartışan CHP milletvekilleri, kendi partilerinin tarihini de, ülke tarihini de bilmiyorlar ne yazık ki!.. Bir de, Erdoğan’ın son “Şehirlerimizi artık geleneksel kolluk güçleriyle koruyamıyoruz. Başka şeyler düşünmek lazım” vecizesi ile bu Tanrıverdi “vakasını” da aynı pencereden görmekte yarar var sanki.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle