10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 6 OCAK 2020 PAZARTESİ TASARIM: İLKNUR FİLİZ DİZİ Ayrıntılar Yalandan tartışmalar, sahte kahramanlar! Haber kanalları arasında en çok izlenen yapımlar katılımcıların ağzından salyalar akıtarak yaptıkları tartışmalar. Dizi izlemeyen yurttaşlarımız bu tartışmalara bakıyor. Verilere göre, laik kesim (ne demekse o) bu tür tartışmaların takipçisiymiş. Çok bağırılan, hiçbir fikrin bütünlüklü ele alınamadığı, sözlerin havada uçuştuğu ve kendi tabanına kahramanlık sergilemek için fırsat yaratan kanaatçilerin (önderi demiyorum, bu tarif daha uygun) gösteri yaptıkları arenadır buraları. Herhangi etik ölçüt konulmaz bu ortamda. Bilimdışı olmak tercih sebebi de olabilir. Sağlıktan tarihe her alanda yozlaşmanın belgesidir bu yapımlar. AKP Türkiyesi böyle bir yerdir. Cehaletin, bencilliğin kutsandığı, gösterişin, şatafatın el üstünde tutulduğu ve içeriksiz konuşmaların geviş getirir gibi yinelendiği yerdir. Acıklı. Gerici, cemaatçi, cehaletinin ayırdında olmayan biriyle tartışmaya tutuşmak beyhudedir. Bir dönem bu türden yapımlarda görev aldığımda şöyle düşünürdüm: “Her yan işgal altında, yanımdaki yandaşlar sayesinde ses duyurma olanağı bulur da, hiç değilse bir yaraya merhem olurum!” Ergenekon, Balyoz türü davaların azgın biçimde yürütüldüğü, basın yoluyla hakikatin gölgelendiği günlerdi. Elden geldiğince ses olduk. O dönem asgari de olsa bir ölçü koymaya çabalıyorduk. Ya şimdi? Ortam iyice bayağılaştı. Kalabalık ortamda sıra ya gelmez tartışmacıya ya da geldiğinde sıkça sözü kesilir, izleyen şehvet benzeri bir haz duyar ama herhangi bir düşünsel sonuç edinmesi imkânsızdır. Üstelik dengeli dağılım da yoktur. Her zaman iktidar borazanı olan sayısı çoktur. Bu veriler bize ne söylüyor? Toplumun okuryazar (!) kesiminin ciddi bir düşünsel arayışı yoktur. Ekranda kavga izlemek duygularını tatmin etmektedir. Başka türlü söylersek, AKP iktidarına itiraz eden (hatta isyan ettiğini söyleyen) insanlar günlük konulardan habersiz, güdüleriyle davranmaktadır. Benim “malumatfuruşluk çağı” dediğim dönem budur, sorun derindir. Geçen hafta süren sığ “Kemalizm” tartışması bunun tipik örneğidir. Siyasal İslamcı AKP’ye sürekli düşman gerekmektedir. İktidarı uzun sürdüğü için başa dönüp eski düşmanları yeniden gündeme getirmek zorundadır AKP. Artık gerçekliği olmayan bu çatışmadan medet ummaktadır iktidar. Bu yapay tartışmalar ucuz kahraman yaratmaya ve hakikati gölgelemeye yarıyor. “Kemalizm”e küfür edenler bu süreçte dilediklerini elde ettiler. Düşünün, Cumhuriyet devrimi “ezanın özgür okunması” üzerinden tartışılıyor. Bu başlı başına dinselliğin yaşamın her alanında egemen olduğunu gösteriyor. Kimse de “yahu ne diyorsun, laiklik bitmiş, sosyal devlet çökmüş, hukuk ayaklar altındayken sen ne diyorsun birader” diye sormuyor, soramıyor. Sözde muhalif uyanığın biri, “Düzene küfür etmek yerine sivil topluma katılalım” diye buyuruyor. Tam sorun budur. “Sivil toplumcu” liberal tezler AKP’nin ekmeğine yağ sürer. Yakın tarih önümüzde! Liberalizm nedir? On zengin için kurulan düzeni sorgulatmadan, ha bire yoksulun sırtında tepinmek demektir. “Seksen milyon kişi sekiz milyon üniversiteliyi beslemek zorunda mıdır” diye soran eblehliktir. Diyeceğim, her açıdan AKP amacına ulaşmıştır. Özü tartıştırmadan, sanal gündemle toplumu derin uykuya yatırmış, NeoOsmanlıcı düşlerinin peşinden hepimizi sürüklemektedir. “İttifaklar” arasındaki farkı bulmakta güçlük çekiyorum çoğu zaman. Arasında iktisadi fark olmayan iki bloktan birine mahkum olmak acıklıdır. İki “ittifak” da azgın milliyetçi, dinci, liberaldir. Bu ittifaklara dışarıdan destek veren de (doğal ortaklar) aynı açmazın parçasıdır. Salı günleri çoktan hükmünü yitirmiş Meclis kürsüsünden retorik konuşma yapmak dışında, topluma “öz”e dair hiçbir önerisi yoktur muhalefetin de! Üstelik her AKP karşıtına (geçmiş suçlarını hemen unutarak) göz kırpmaktadır muhalif ittifakçılar. Davutoğlu, Babacan, Gül gibi isimleri bile arasına almaya hazır yapıdan söz ediyoruz. Mezhepçi AKP, son numarasını İhvan sevdasıyla Libya’da savaşın tarafı olarak gösterdi. Muhalefetin cılız, önemsiz söylenmelerini tınmadı bile. RTE’den yeni tür Atatürkçü, antiemperyalist çıkarmaya çalışan fırsatçılar düşünsün diyeceğim de, kazın ayağı öyle değil. Hep birlikte yuvarlanıyoruz uçuruma. Doludizgin ideolojisinin gereğini yapıyor AKP. Buna safça (hatta ahmakça), adına “uzlaşı” denen boş sözlerle karşı çıkılamaz. Düzene karşı net, keskin, temelden itiraz etmek, direnç göstermek gerekir. Hâlâ bir laik Cumhuriyet (Mustafa Kemal’in kurduğu) varmış gibi davrananlar ya pek iyi niyetli, ya da görevlidirler. Diyeceğim, bir üniversite öğrencisi yiyeceği bir lokma ekmek bulamadığı için, kendini geleceksiz sayarak intihar ediyorsa, o ülkede olağan koşullarda yer yerinden oynardı. Dünyanın en kadim kentlerinden birinin (İstanbul) coğrafyası birinin keyfiyle değişiyorsa ve kıyamet kopmuyorsa düşünmek gerekir. Elbette savaş için kalkan elleri de akla kazımak gerekir. Bunların tümü AKP’nin eseridir, doğru. Peki, ama bu düzene koltuk değneği olanlara ne demeli? Susalım mı, kör mü olalım onlar koltuklarında rahat etsin diye? ‘ESKI TATAR MAHALLESI’ VE TATAR ŞOFÖRÜN TÜRKIYE SEVGISI Öykü kahramanı gibiAyrıntılar Ayrıntılar Dünden bugüne TATARİSTAN 3ATAOL BEHRAMOĞLU Eski Tatar Mahallesi, Kazan’a yolu düşen bir yolcunun mutlaka gezip görmesi gereken tarihi mekânların başında geliyor. Bu satırları yazarken Kazan’ı ne kadar az görebildiğimi, gözlemlerimin ne kadar yetersiz olduğunu düşünüyorum. Bunun bir nedeni zamanın sınırlı oluşu ise bir ötekisi kısa sürede pek çok şeyi birden görme isteği nedeniyle izlenimlerin birbiri üstüne yığılmış olması... Örneğin “Eski Tatar Mahallesi” (Staraya Tatarskaya Sloboda), 16. yüzyıldan günümüze ulaşan geleneksel Tatar mimarisi, lokantalarındaki geleneksel Tatar yemekleri, yanı başındaki görkemli Kaban Gölü, ilginç ve özgün tarihi ile başlı başına bir röportaj konusudur. Zaten Kazan’a yolu düşen bir yolcunun mutlaka gezip görmesi gereken mekânların başında geliyor. Bu tarihsel ortamda bir nebze de olsa yaşayıp başta “uç puçnak” (üç köşeli) adlı Tatar böreği olmak üzere Tatar mutfağının lezzetlerini tatmayı, Tataristan’da başından beri ev sahip liğimizi yapan “Lobaçevski Akademik Lisesi” direktörü Tatyana Bespolova Hanım’a ve arkadaşlarına borçluyuz. Türkiye yolculuğu Dört günlük Tataristan yolculuğunun izlenimlerini, bu ülkenin ve bu dilin iki büyük çağdaş şairinin şiirlerine ve anılarına saygıyla tamamlamadan önce bir Tatar şoförün Türkiye sevgisinden de söz etmeliyim... Gezilerin ve müze ziyaretlerinin hemen hepsinde bana eşlik eden Aygül’le Gorki Müzesi’ne gitmek üzere bindiğimiz taksinin yaşlıca şoförü, keçi sakalı ve takkesiyle pek de sohbet edilebilecek birine benzemiyordu... Fakat Türk olduğumu öğrenince bir roman, en azından bir öykü kahramanıyla karşılaşmış gibi olduk. Öykünün konusu ise gençliğindeki bir Türkiye yolculuğuydu. İş bulmak için geldiği İstanbul’da iş bulup bulamadığı, bulduysa ne iş yaptığı aklımda kalmamış ya da öykünün bu yanı bende iz bırakmamış... Fakat onun hiç unutamadığı ve bize de defalarca tekrarladığı şey, kime başvurup kimden bir şey istediyse hemen “Karnın aç mı” diye sorulup önüne bir sofra kurul Tukay Müzesi’nde hatıra fotoğrafı muş olmasıydı... Bu konukseverliği hiç ama hiç unutamamıştı... Unutamadığı bir şey de, İstanbul’u arşınlarken Boğaz’ın Marmara’yla Karadeniz’in kesiştiği noktasına yolunun düşmesi, böylece de aynı günde iki denizde birden yüzmesiydi... Keçi sakallı, takkeli, bu sıradan görünümlü halk insanındaki macera duygusuna, yıllar önceki öyküsünü anlatırken de yaşama sevincine ve heyecanına hayran olmamak elde değildi... Bu arada yolu kaçırmış, bir hayli de uzatmıştı... Fakat hedefe ulaştığımızda, ısrarımıza rağmen normal taksi ücretini bile kabul ettiremedik. TATAR ŞİİRİNİN TEMSİLCİLERİ: TUKAY VE CELIL İKI BÜYÜK ÇAĞDAŞ ŞAIR Kazan Kremlin girişinde Musa Celil anıtı. Abdullah Tukay (18861913) ve Musa Celil (19061944), biri 27 yaşında tüberkülozdan, öteki 38 yaşında bir Nazi zindanında kurşuna dizilerek yaşamdan ayrılmış iki büyük Tatar şairi. Çağdaş Tatar şiirinin iki büyük temsilcisi. Musa Celil ve şiiri hakkında yıllar öncesinden bilgim vardı. Bir şiirini de Rusçadan çevirip “Kardeş Türküler”de yayımlamıştım. Köy kökenli Musa Celil inanmış bir komünist, eylemci bir devrim adamı. Aynı zamanda Tatar operasının kurulmasında büyük emek sahibi, çok yönlü bir sanat adamı. Medrese öğrenimi, sonrasında da Moskova Devlet Üniversitesi’nde edebiyat eğitimi görmüş. 26 Haziran 1942’de Almanlarla savaşta esir düşmüş, 25 Ağustos 1945’te 12 direnişçiyle cezaevinde kurşuna dizilmiş. Tutsaklık yıllarında kaleme alarak iki defterde topladığı şiirleri, emanet ettiği arkadaşlarınca, ölümünden sonra zindandan çıkarılıp ülkesine ulaştırılabilmiş. Şairin toplam 115 şiirinin bulunduğu bu iki defter, şiirlerin yazıldığı cezaevinin adıyla Moabit Defterleri diye biliniyor. Musa Celil’in başyapıtı sayılan bu şiirler toplamına Lenin Edebiyat Ödülü verilmiş. Kendisi de “Sovyetler Birliği Kahramanı” unvanını taşıyor. Mütevazı müze ev Gezdiğimiz iki odalı mütevazı müze ev, Musa Celil’in eşi ve kızıyla yaşadıkları evleri. Müzede, aralarında bir konser vermek için gelen çocukların da bulunduğu bir topluluğa, konuk Türk şairi olarak, Musa Celil’le ilgili Yaşamdan genç yaşta mek en doğrusu... ayrılan şairlere biraz da gıpta ettiğimi gizleyemem. Puşkin, Lermontov, Rimbaud, bizim Tatar şiirinin Puşkin’i! 27 yaşında ölen bu genç adam, modern Tatar şiirinin “baba”sı sayılıyor... Orhan Veli gibi... Puşkin, Rus şiiri için neyse, Tukay da Tatar şiiri için tam olarak öy duygularımı, düşüncelerimi anlattım. le... Bunda bir abartı var mı, bilemem. Fakat Musa Celil gibi bir köylü çocu Hep genç kalacaklar Halkın içinden çıkan, hem şair hem ödünsüzce devrimci bu yaratıcı insanlar bana hep sevgili kardeşim Metin Demirtaş’ı anımsatır... Daha önce yine bir faşist idam mangası önünde ya ğu olan, onun gibi medrese eğitimi almış, buna karşılık şiir sanatı alanında çok daha erken yaşlarında bilgi sahibi olmuş Abdullah Tukay’ın yetenek basamaklarını hızla çıktığı bir gerçek. O da toplumsal sorunlara yabancı olmayan, yurtsever, romantik bir şair. şamına son verilen Bulgar şairi, bir emekçi olan Tukay’ın şiiri hakkında bilgim yoktu. Tataristan Vaptsarov’da da onun çizgilerini görmüş, bunu kendisine de söylemişim. Musa Celil’in, sanatla, emekle ve devrimci eylemle yoğrulmuş yaşamı da, mütevazı evini gezerken bana yolculuğu öncesinde internette bulduğum birkaç şiirini, kimi yerde orijinallerine de göz atarak Rusçadan çevirdim... “Muhteşem” sözcüğüyle tanımlanmayı hak eden Tukay yine emekçi, şair ve sarsılmaz devrimci Metin’i öz Abdullah Tukay müzesinde yaptığım konuşmada bu şiirlerden bi lemle anımsattı... Ve Abdullah Tukay... Yaşamdan genç yaşta ayrılan şairlere biraz da gıpta ettiğimi gizleyemem... Puşkin, Lermontov, Rimbaud, bizim Orhan Veli gibi... Çünkü onlar hep genç kalacaklar... rini de okudum... Dört günlük Tataristan yolculuğu programı yine Kazan Belediyesi Balo Salonu’nda düzenlenen Puşkin balosuyla sona erdi... Tatarıyla, Rusuyla, tarihiyle, bugünüyle, bu güzel, bu kardeş ül Çelişik bir konu... Yaşlanmak da kötü bir şey değil belki... Ama şair san keye, en içten sevgimle... ki genç ölmeli, hep genç kalmalı... Yine de şair ya da değil, kimse genç yaşta ayrılmasın yaşamdan... Bunu dile Sau bul Tatarstan! (Hoşça kal Tataristan) AŞK Yağmursuz yaşamaz çiçekler ve otlar, Esin yoksa şair ne yapar? Bu herkesin bildiği bir gerçektir Byron’u, Lermontov’u, Puşkin’i esinleyen güzelliktir Senin göz kamaştıran dişlerin yazdırdı bana bu şiiri, Denizin incisinden geri kalır mı dizenin incisi? Aşkın keskisi kesip biçmezse yüreğimizi O yürek bir kas yumrusundan başka nedir ki? Bütün dost şairlerin ben en gerisindeyim, Şakla aşkın kırbacı, şakla acımasızca, ben de ilerleyeyim. Eksik olsun hükümdarlık, benim bir beklentim olamaz ondan, Aşkın kölesi olmak yeğdir dünyaya egemen olmaktan. Oh, nasıl da tatlı bu ıstırap, acıları bu gizli ateşin, Anlayacağı şey değil bu hiç kimsenin. Hayır! Hiçbir âşık boy ölçüşemez benimle Yüz kez güçlüdür benim aşkım, Ferhad’ın Şirin’e aşkından bile. Abdullah TUKAY Türkçesi: Ataol Behramoğlu KİMİ KEZ Kimi kez öyle sertleşiyor ki gönül, Zedelenmiyor hiçbir şeyle. Varsın buzdan soğuk essin ölüm rüzgârı, İncitemez tek bir yaprağımı bile. Göz gururlu bir bakışla parlıyor yeniden. Ve dünyanın ıvır zıvırından ırak Yükseliyor içimde o sınırsız arzu: Yazmak, durmaksızın, yazmak!.. Varsın sayılı olsun dakikalarım, Mezarım kazılmış ve cellat beklemede! Her şeye hazırım, fakat hâlâ İhtiyacım var ak kâğıda ve kara mürekkebe! Musa CELİL Türkçesi: Ataol Behramoğlu BİTTİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle