17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
BİLİM VE TEKNOLOJİ Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 152 ŞUBAT 2019 CUMARTESİ Çağımızın en yaygın hastalıklarından biri olan Alzheimer’da gelişmeler var Alzheimer için iki yeni umut Alzheimer çağımızın en etkin hastalıklarından biri. Dünyada 50 milyona yakın Alzheimer ve demans hastası bulunuyor ve 2050 yılında bu sayının 152 milyona ulaşacağı öngörülüyor. İşin kötüsü Alzheimer hastalığına neyin sebep olduğunun ve kesin tedavisinin tam olarak bilinmiyor olması. Bilim dünyası var gücü ile bu hastalığa neyin sebep olduğunu bulmaya çalışıyor. Her yeni bulgu ile bu karanlık kapı biraz daha aralanıyor. Geçtiğimiz günlerde iki önemli gelişme oldu. Biri yeni bir kan testi ile hastalığın daha erken teşhis edilmesi umudunun artıyor olması. İkinci gelişme ise yaygın görülen bir dişeti hastalığına yol açan bakteri ile demans (bunama) arasındaki bağlantıya işaret eden yeni bulgulara rastlandı. Araştırmacılar bu bulgular sayesinde, Alzheimer’ı da içeren demans hastaları için yeni tedavi yöntemleri geliştirebilecekler. Yeni bir kan testi Alzheimer’ın tedavisine yönelik yeni ilaçlar beyin hücrelerinin hızlı bozulmasını engelleyebiliyor ama bu demans hastalığı genelde hastanın hafızası zarar gördükten sonra teşhis edilebildiği için bu zararın düzeltil Erken teşhise yönelik yeni bir kan testi ve dişeti hastalığına yol açan bir bakterinin, Alzheimer hastalarının beyinlerinde de görülmesi yeni tedavi yöntemleri için önemli bir gelişme olarak kabul ediliyor mesi pek mümkün olmuyor. Daha başarılı tedavi sonuçları için hastalığın, hissedilebilir ilk semptomlardan önce teşhis edilmesi gerekiyor. Alman Nörodejeneratif Hastalıklar Merkezi (DZNE), Hertie Klinik Beyin Araştırmaları Enstitüsü (HIH) ve Tübingen Üniversitesi Hastanesi’nden bilim insanları kanda bulunan bir proteini, ilk klinik belirtiler ortaya çıkmadan önce hastalığın ilerlemesini izlemek için kullanabileceklerini keşfetti. Çalışma, uluslararası bir araştırma ekibi ile işbirliği içinde gerçekleştirildi ve Nature Medicine dergisinde yayımlandı. Tübingen Üniversitesi’nden Mathias Jucker bu tanının gelecekte kan testleriyle mümkün olabileceğini söylüyor. Jucker ve ekibinin geliştirdiği yeni kan testi, ölmüş sinir hücrelerini ölçüyor. Beyin hücreleri öldüğünde, kalıntıları kanda tespit edilebilir. Jucker, “Ancak normalde, bu tür proteinler kanda hızla bozulur ve bu nedenle nörodejeneratif bir hastalığın belirteçleri olarak çok uygun değildir” diye açıklıyor. “Ancak istisnai bir şekilde bu bozulmaya dirençli olan küçük bir nörofilament parçası var.” Jucker ve meslektaşlarının kan testi, işte bu proteine ?d? ayanıyor. Çalışma, uluslararası bir araştırma işbirliği olan Dominantly Inherited Alzheimer Network’te analiz edilen 405 kişiden alınan verilere ve örneklere dayanıyor. DZNE, HIH ve Tübingen Üniversitesi Hastanesi’ne ek olarak, ABD’de yer alan Washington University School of Medicine in St. Louis ve başka diğer kurumlar da araştırma sürecinde yer alıyor. Alzheimer hastalığının orta yaşta belli gen varyasyonları nedeniyle ortaya çıktığı aileleri araştırıyorlar. Genetik analizler, bir aile üyesinin demans olup olmayacağına ve ne zaman ortaya çıkacağına dair çok kesin tahminlerde bulunuyor. Dişeti ve bakteriler Bir başka araştırmada ise bilim insanları Alzheimer teşhisi konmuş veya bu hastalıktan şüphelenilen canlı veya ölmüş hastalardan alınan beyin dokusu, omurilik sıvısı ve tükürük örneklerini incelediler. Science Advances dergisinde yayımlanan araştırma, kronik dişeti iltihabına yol açan Porphyromonas gingivalis adlı bakterinin Alzheimer hastalarının beyninde de görüldüğünü ortaya koydu. Farelerle yapılan deneylerde, bu bakterinin ağızdan beyne geçebildiği ve salgıladığı zararlı “gingipain” proteininin beyindeki sinir hücrelerini tahrip ettiği görüldü. Bakteri ayrıca amiloid beta üretimini de artırarak amiloid plaklara yol açıyor. Alzheimer hastalarının beyninde bu plaklara rastlanıyor. Araştırmayı yürüten ekip, geliştirdikleri yeni ilacı bu yıl içinde Alzheimer hastalarında denemeye başlayacak. Bu araştırmanın, dişeti iltihabı ile Alzheimer arasındaki bağlantıya dair verileri güçlendirdiği belirtiliyor. Ancak bu hastalığa neden olan bakterinin Alzheimer’in gelişmesinde nasıl bir rol oynadığı henüz net olarak bilinmiyor. Alzheimer hastaları beyin enfeksiyonlarına daha yatkın; dişeti iltihabına yol açan bakteri ve bunların salgıladığı zararlı proteinler Alzheimer’a yol açmak yerine de belki de onun bir sonucu. Derleyen: Özlem Yüzak Buzul altından 40 bin yıllık bitki fosilleri çıktı Kanada’nın Alberta eyaletine bağlı Baffin Adası’nda küresel ısınmaya bağlı olarak eriyen buzul bölgelerinde araştırma yapan bilim insanları 40 bin yıl öncesine ait bitki fosilleri buldu. Colorado Üniversitesi öğretim üyelerinden Simon Pendleton başkanlığındaki bilim heyetinin yaptığı araştırma, “Nature Communications” bilim dergisinde yayımlandı. Saha araştırmasında 48 kadar bitki fosili toplandığı aktarılan makalede, radyokarbon tarihleme usulü ile fosillerden 30’unun 40 bin yıllık olduğunun saptandığı ancak daha ileri bir inceleme ile diğer bitki fosillerinin 115 bin yıllık olduklarının tespit edilebileceği kaydedildi. Pendleton, bulunan fosillerin dik ve köklü bazı bitkilere ait olduğunu, elde edilen bu fosillerle 40 bin yıl önceki iklime dair bilgilere ulaşılmasının mümkün olacağını belirtti. Bölgedeki araştırmanın oldukça hızlı ve düzenli şekilde yapılması gerektiğine dikkat çeken Simon Pendleton: “Bu bitkiler bir kez ortaya çıktığında, rüzgâr veya su tarafından kaldırılıyorlar. Verileri almak için zamana karşı bir tür yarış var çünkü buzullar bir kez gittiğinde ve bitkiler bir kez ortaya çıktığında ulaşamazsanız, onları sonsuza dek kaybedersiniz. Kuzey Kutbu şu anda dünyanın geri kalanından 23 kat hızlı ısınıyor. Bu yüzden doğal olarak buzullar da buna daha hızlı tepki veriyor”dedi. Salyangozlar güneşten korunmak için algleri kullanıyor Bitki ve hayvanların zeki olup olmadığı yönündeki tartışmalar süredursun, türler içinde bulundukları ekosisteme uyum sağlamak için kullandıkları “yaratıcı” yöntemlerle nesillerini devam ettiriyor. Doğada söz konusu yaratıcı yöntemlerin birçok örneğine rastlıyoruz. Lunella coreensis isimli türbanlı salyangozların güneşten korunmak için Pseudocladophora conchopheria türündeki algleri “kullanması” da bunlardan birisi. Diğer salyangozlar, kendilerine alglerden bir ziyafet çekmeyi tercih ederken bu salyangozlar, alglerin türban biçimindeki kabuklarını sarmasına, başka bir deyişle algden bir “ceket” oluşturmasına olanak sağlıyor. Peki ama ne den? Bu salyangozların niçin böyle bir korunmaya ihtiyaç duydukları (veya olanak tanıdıkları) daha önce tam olarak açıklanamamıştı. Ancak Tohoku Üniversitesi deniz biyolojisi bölümünden Osamu Kagawa ve meslektaşı Satoshi Chiba bu fenomeni, gelgitlerin yarattığı sıcaklık değişimleriyle açıkladı. Journal of Zoology’de yayımlanan çalışmaya göre algler, salyangozları sıcaklık değişimlerine karşı korumak için izole ediyor. Salyangozlar bu sayede kayalıklı okyanus kıyılarında hüküm süren zorlu yaşam koşullarının da üstesinden geliyor. Zira laboratuvar ortamında gerçekleştirdikleri lambalı sıcaklık deneylerinde de “alg ceketi” olma yan salyangozların, olanlara göre iki katı kadar daha fazla öldüğünü bulguladılar. “Salyangozlar düzenli olarak sudan çıkıyor ve düşük gelgitlerde güneşe maruz kalıyorlar” diyen Kagawa, düşük gelgit ve yüksek gelgit arasındaki sıcaklık farkının bazen 20°C’den fazla olduğunu ifade ediyor. Kagawa ve meslektaşı, bu eşleşmenin plajın kumlu alanlarına yakın arazilerden ziyade kayalık bölgelerde gerçekleştiğini de belirtiyor. Bu olumlu etkileşim örneğinde karşılıklı fayda (mutualizm) olup olmadığı, başka bir deyişle alglerin salyangozlardan ne gibi bir fayda sağladığı ise henüz bilinmiyor. https://www. newscientist.com/ article/2191791somesnailswearjacketsmadeofalgaetoprotectthemfrom thesun/ https://www. researchgate. net/publication/329600076Snailswearinggreenheatproofsuits thebenefitsofalgaegrowingon theshellsofaintertidalgastropod bilimin merceğinden Şu küresel ısınma ve biz Bir an için işlerin yolunda gittiğini varsayalım. Ev hayatı, iş yaşamı, gelir düzeyi. Mükemmel olmasa da bir şekilde idare ediyorsunuz. Trafik çilesine bile alışmışsınız. Ama katlanamadığınız bir konu var o da hava kirliliği, sürekli kirli havayı solumak, maske ile dolaşmak; kanser, kalp krizi, solunum yolları enfeksiyonu gibi hastalıkların tehdidi altında yaşamak. İşte bu her şeyi bitiriyor ve mutsuzluğunuz katlanarak artıyor. Çin’de bilim insanları halkın 210 milyonu aşkın tweet ve sosyal medya gönderilerini inceleyerek hava kirliliği arttıkça insanların mutsuzluğunun arttığını saptadılar. MIT’de çevre ekonomisti olan Siqis Zheng araştırmanın sonuçlarını Nature Human Behaviour dergisinde yayımladı. Araştırmacılar 144 Çin kentinde insanların sosyal medyadaki paylaşımlarından yola çıkarak bir mutluluk endeksi oluşturdular. Daha sonra mutluluk bulgularını, yetkililer tarafından bildirildiği gibi günlük çapı 2.5 mikrometre veya PM2.5’ten az olan hava partikül seviyeleri ile karşılaştırdılar. Analiz, düşük hava kalitesi ile daha düşük genel ruh hali arasında bir bağlantı olduğunu ortaya koydu. Soluduğumuz hava, küresel ısınmaya bağlı yaşanan iklim değişiklikleri, iklim felaketleri, seller, kuraklık hepsi de yaşamsal. Ve ne yazık ki çoğu da insan eliyle. Çin’deki hızlı sanayileşmenin, hızlı kentleşmenin etkisi ama dünyanın bir çok ülkesi farklı şekillerde bundan muzdarip. 2 milyon Fransız, hükümetini dava etti Geçtiğimiz ay Fransa’da hükümetin iklim değişikliği konusunda yeteri kadar önlem almadığı ve temel hakları ihlal ettiği gerekçesiyle 4 örgüt dava açtı. Dava kısa sürede en büyük imza kampanyalarından birine dönüştü. Notre affaire à tous, Fondation pour la Nature et l’Homme, Greenpeace Fransa ve Oxfam Fransa tarafından Fransız Devleti’ne açılan “Yüzyılın Davası” YouTube kullanıcıları ve bazı Fransız kanaat önderlerinin de desteğiyle, ilk ayın sonunda iki milyon kişinin desteği ile tarihi bir başarı elde etti. Peki, niye milyonlarca Fransız dava açmaktan söz ediyor? Fransa 2015 toplantısına ev sahipliği yapmış olmayı hep bir gurur kaynağı olarak duyurdu. Durmadan lafını etti; büyük bir başarı olarak gösterdi. Ama yapılması gerekenleri, alınması istenen önlemleri almakta gecikti. Değişik menfaat çevrelerinden gelen baskılar bu tür çabaları frenleyip durdurdu. Halk “Yeter artık!” diyor. İmza sahipleri devlete mart ayına kadar mühlet verdiler. Olumlu ve kararlı bir çaba ortaya çıkmazsa konu mahkemeye taşınacak ve dava açılacak. Gözlemciler Fransa’nın tarihinde bu kadar büyük bir toplu girişimin şimdiye kadar yaşanmamış olduğuna dikkat çekiyorlar. İklim değişikliği patronlar kulübü Davos’un da ana gündem maddelerinden biriydi. Aslında herkesin bildiği gerçek iş dünyasının doymak bilmeyen hırsının, kendisinden sonraki nesillere nasıl bir dünya bıraktığını asla düşünmemesinin sonucu bugün ortadaki tablo. Buradan iklim odaklı bir küresel ekonomi politikası oluşturmasının şart olduğu artık anlaşıldı gibi bir sonucu çıkarabilecek miyiz? Hiç sanmam. Ama en azından bir baskı grubunun oluşmaya başlaması önemli. Fransızların yaptığı kısa sürede tüm dünya yayılırsa asıl o zaman radikal bir değişikliğe gidilebilir. Ama ne zaman? Bu arada IPCC raporu uyurgezer adımlarla felakete doğru gidildiğini ısrarla vurguluyor. Özlem Yüzak Kadınlar alerjilere daha mı duyarlı? 4 Yetişkinlik döneminde, kadınların alerji ve besin duyarlılığı ile ilgili sorunlar yaşamaları erkeklere göre daha yüksek bir olasılık. Duyarlılık (tıpta bilinen adıyla intolerans) alerjiden farklı bir durum olmakla birlikte, bu iki kavram araştırmalarda çoğu zaman birlikte ele alınır. ABD’de geçen yıl yayımlanan ve 2.7 milyon kişinin sağlık kayıtlarının gözden geçirildiği bir çalışmada, kadınların yüzde 4.2’sinde besin alerjileri ya da duyarlılığına tanık olunurken, erkeklerde bu oranın yüzde 2.9 olduğu görüldü. Üstelik bu durum yalnızca gluten duyarlılığında meydana gelen artışın bir yansıması da değildi. Gerek erkekler, gerekse kadınlarda en fazla tepki yaratan yiyecek, kabuklu de niz ürünleriydi ve bunun ardından da kimi sebze ve meyveler geliyordu. Kadınlar sağlık ve beslenmelerine erkeklerden daha özen gösterdiklerinden, herhangi bir şeye tepki verip vermediklerini daha kolay fark edebiliyor olabilirler. Ne var ki, alerjilerde biyolojik unsurlar da görünürde etkili oluyor. Hormonların da bir rolü olduğuna neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Çünkü alerjilerde cinsiyet farklılığı ergenlik döneminde yön değiştirir; ergenlikten önce alerjilerden etkilenen erkek çocukların sayısının kızların iki katıdır. Alerjiler yaşa göre farklılık gösterir mi? Erişkinlikte baş gösteren saman nezlesi, bu durumu daha önce yaşamamış olanlara çoğu zaman şaşırtıcı gelebilir. Ne var ki, insanın yaşamı süresince yeni alerjilerin ortaya çıkması gerçekte son derece olası. Kişinin polenlere ya da yerfıstığına daha önce tepki göstermemiş olması, sonrasında da hiç tepki göstermeyeceği anlamına gelmiyor. Alerjilerin bir özelliği de, alerjenlere verilen tepkilerin zaman içinde yavaş yavaş yok olabilmesidir. Ancak erişkinlik dönemine girildikten sonra böyle bir duruma çok daha ender tanık olunur. Çocuklukta yaşanan alerjiler büyük bir olasılıkla büyüdükçe yok olur. ABD’de 40 bini aşkın çocuğun katıldığı bir araştırmada, çocukların yaklaşık yüzde 26’sının genelde 6 yaşına geldiklerinde besin alerjilerinden kurtulduklarına tanık olundu. Alerjik etkileri yok olan bu besinlerin başında yumurta, süt ve soya geliyordu. Çocukların yaklaşık yüzde 20’sinde yerfıstığı alerjisinin yok olduğu da görülüyordu. Küçük çocuklardaalerjilerle ilintili bir cilt rahatsızlığı olan egzamaya tanık olunduğunda, bu durumun çoğu zaman çocukluğun geç bir evresinde yok olduğu ve yerini astıma bıraktığı görülüyor. Bu çocuklar daha sonra ergenlik çağında saman nezlesine yakalanıyorlar ve bunun etkileri de genelde yirmili yaşlarının ortalarına doğru giderek yok oluyor. Alerji belirtilerinin genelde kronolojik bir sırayla birbirini izlediği bu sürece “alerjik yürüyüş” adı veriliyor. Eski alerjilerle ilgili belirtiler belli düzeyde devam ediyor. Britanya Southampton Üniversitesi’nden Syed Hasan Arshad, “Alerji belirtileri çoğu zaman yok olmaz, yalnızca azalır” diyor. Alerji belirtilerinde neden böyle bir gelişmenin yaşandığı henüz bilinmiyor. Arshad, “Bunun neden değiştiğini keşke bilebilseydim. O zaman alerjilere bir çözüm bulabilirdim” diyor. Güney Carolina Alerjik Hastalıklar ve Astım Merkezi uzmanlarından Neil Kao, ilaçlar, hormonlar, kimi tıbbi rahatsızlıklar, duman ve havayı kirleten daha başka unsurlarla karşı karşıya kalınması gibi etmenlerin tümünün de alerji belirtilerinin değişmesinde etkili olabileceğini belirtiyor. Kao, menopoza giren kadınlarda erkeklere kıyasla çok daha yüksek oranlarda görülen alerjilerin giderek azaldığına da dikkat çekiyor. Peki, ya alerjilerin yedi yılda bir değişime uğradığı yönünde sıklıkla dile getirilen görüşe ne demeli? Alerjilerin izlediği süreci önceden kestirmenin pek de kolay olmadığının altını çizen Kao, “İnsanların bağışıklık toleransı düzeyleri yaşamları boyunca kendiliğinden ve doğal olarak dalgalanmalar gösterir. Bu süreç de kişinin genleriyle belirlenir” diyor. Rita Urgan https://www.newscientist.com/article/0allergyexplosionwhatcausesallergiesandhowtoavoidthem C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle