15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 20 OCAK 2019 PAZAR HABER/Yorum Alacakaranlık kuşağında bir yazar Sade bir yurttaş olarak, minibüslere, taksilere bindiğim, pazarları dolaşmayı sevdiğim için epeydir kendimi bir alacakaranlık kuşağında hissediyorum. Öte yandan 13 Ocak Pazar yazımda türbanın bilimsel kökenini yazdığım için; Sabah, Star ve Yeni Şafak gazetelerinin teşvikiyle inanılmaz bir email ve facebook saldırısına uğradım. Saldırıların edep dışı olmasını bırakın, öylesine su katılmamış bir cehalet ve gaddarlık içeriyordu ki, doğrusu birkaç gün kendimi Afganistan’da çırılçıplak sokakta kalmış da az sonra taşlanacakmış gibi hissettiğimi de söylemeliyim. Neyse atlattım sayılır ama canım da yeni bir yazı yazmak istemiyor. Öyleyse eski bir yazıyı, günümüzde de geçerliliği sürüyor, yeniden paylaşayım: HHH KadıköyKartal arası çalışan bir minibüs, oldukça tenha, ben de yolculardan biriyim. Minibüs, yolda bekleyen, görünüşünden öğrenci olduğu çok belli olan bir çocuğu almadan hızla geçiyor ve hızını alamayıp kırmızı ışıkta da geçiyor. Önde oturan orta yaşlı bir kadın yolcu, “Ne yapıyorsunuz? Hem çocuğu almadınız hem de kırmızı ışıkta geçiyorsunuz, bu kurallara aykırı!” diye söze giriyor. Vay canıma, minibüsün genç sürücüsü zınk diye duruyor, kadına dönüp “Sen hiç kural çiğnemedin mi” sorusunu yapıştırıyor. Kadın yolcu, “Burada benimle ilgili bir durum yok, siz kuralları çiğnediniz!” diye yanıt veriyor. Minibüs olduğu yerden ok gibi fırlıyor ve sürücü “Kurallar çiğnenmek içindir!” diyerek gaza basıyor, minibüsteki herkes şöyle öne doğru kaykılıyor. Sürücü konuşmaya devam ediyor: “Biz bir tek kural tanırız ve de tek kitaba bağlıyız, o da Allah’ın kitabıdır!” Kadın yolcu sinirleniyor, “Kuran’da kırmızı ışık yazmaz!” diye sert bir biçimde yanıt veriyor. Hop minibüs gene zınk diye duruyor, sürücü ön kapıyı açıyor: “Hadi sabah sabah benim kafamı bozma, in aşağı, şu paranı da al!” Kadın yolcu inmiyor ve arkasını dönüp diğer yolculara bakıp sesleniyor. “Benimle karakola gelir misiniz?” Kimseden ses çıkmıyor, kimse karakola gitmeyi, tanık olmayı istemiyor besbelli, arkadan bir başka yolcu kadına sesleniyor: “Arkadaş şimdi karakola gitsek ne olacak, karakoldakiler de adamı kollayacak! Üstelik sen kadınsın, başına başka işler gelir.” Kadın birden “Lanet olsun sizlere” diyerek ağlamaya başlıyor. Artık işe karışmanın zamanı geldi, karakol konusunda ben de diğer yolcular gibi düşündüğümden, kadını usulca kollarından tutup aşağı indiriyorum, birlikte hemen yan taraftaki bir kahvede oturuyoruz. Meslekten ihraç edilmiş bir matematik öğretmeni o. FETÖ terör örgütüyle tek ilişkisi maaşını Bank Asya’dan alması. Kocası da öğretmen, o da ihraç edilmiş aynı suçtan! Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan evime dönüyorum. Şoförle sağdan soldan konuşuyoruz, ansızın genç adam anlatmaya başlıyor. İngilizce ticari bilimleri dördüncü sınıfta bırakmış. “Neden” diye soruyorum, “ya kendimi öldürecektim ya da okulu bırakacaktım!” Zeki bir öğrenciymiş, tek ideali kaymakam olmakmış, babasıyla dini bütün, yardımsever diye Fethullah’ın okullarından birine göndermiş onu, dayı itiraz etmiş, dinletememiş. Orada ağabeylerin hizmetine girmiş, üniversite sınavları sırasında ağabeyler “Sen İngilizce ticari bilimlere gireceksin, daha sonra da Kazakistan’da açılan bir okulun yöneticisi olacaksın” diye bastırmışlar. O ilk 3 bin arasında olmasına rağmen Siyasal’a girememiş, ağabeylerin istediği okula kaydı yapılmış. Ondan sonrası bir kâbus. Dört yılın sonunda bir gece kendini öldürmeyi düşünmüş ama yapamamış, o gün okuldan kaydını sildirmiş ve babaannesinin Karadeniz’deki yayla evine gidip altı ay kimseye bir şey söylemeden orada kalmış. Sonra zaten ağabeyler onu yoldan çıkmış olarak damgalayıp peşini bırakmışlar. Şimdi taksi şoförlüğü yapıyor, tek sevindiği şey, babasının darbe günü onun yüzüne mahcup bir biçimde bakıp, “Senin istikbalini ben mahvettim” demesi olmuş. Vay canına, sağımız solumuz böyle hikâyelerle dolu. Bir zamanlar, benden daha çok komünist olan bir temizlikçi kadın, ağlayarak bana oğlunu yoksulluktan bir tarikat okuluna verdiğini anlatmıştı. Şimdi o çocuk da boşta. Hangi okula nasıl gidecek bilinmiyor. Oğlunun adeta damgalandığını söylüyor bana, “bir kötülük tohumu” gibi... Hiçbir ülkede hiçbir örgüt bu denli kötücül olmamıştı. Bütün sağ iktidarlar ve de AKP bu suça birinci derecede ortaktır! Enerji Bakanı (şimdi Maliye Bakanı) damat “Bize vız gelir tırıs gider” diyor, vız gelip tırıs gitmeyecek işte! Gitmeyecek! HHH 13 Ocak tarihli, linç edildiğim yazımda da sormuştum, şimdi gene soruyorum: Kavakçı ailesine verilen imtiyazların nedeni nedir? Yoksa?.. 20 OCAK 2019 SAYI: 34073 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya Yazıişleri Müdürleri Serkan Ozan / Olcay Büyüktaş Akça Sorumlu Müdür Ozan Alper Yurtoğlu Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam Genel Müdürü Ayla Atamer Törün l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Dış Haberler: Mine Esen l Ekonomi: Şehriban Kıraç l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Sertaç Eş Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur. l Okur Temsilcisi: Cengiz Yıldırım [email protected] l Mali ve İdari İşler Müdürü: Hasan Talay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:48 06:32 06:48 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08:18 13:20 15:49 07:59 13:04 15:37 08:18 13:20 15:49 Akşam 18:12 17:59 18:12 Yatsı 19:36 19:22 19:36 Taş yağacak diye beklerken, gökten balık yağar mı? Bundan birkaç yıl önce dalanabilmek için bilgi sahibi olmak gerekir. Yoksa çekilen tüm acılar boşa gider.” Meksika’da bir sahil şehri olan “Acıdan nasıl faydalanabilirim Tampico’lular bir balık yağmuruna Babako?” diye sordum. şahit oldular. Kuzey Meksika sivil “Öncelikle kişinin kalbini sert savunma görevlileri, gökten “alenen” balık yağdığını kayıt altına aldılar. Gökten yağmur ve kar dışında bir şeylerin de yağdığını tarihte ilk kaydeden Romalı filozof ve Kitap oku, hayal kur, leştirmek yerine acısını yumuşatmayı bilmesi gerekir. Gerekli ve gereksiz acıları doğru ayırt edebilmeli ve mecbur olmadığın acıları boşuna çekmemelisin. Kaçınılmaz olan ıstırapların üs gerçek olsun...doğabilimcisi İhtiyar Plinio. M.Ö. 1. yüzyılda, bugünkü İtalya toprakları içinde kurbağa ve balık tüne yeni ıstıraplar eklememeli, kendine hayali acılar yaratmamalısın. İnsan, alışkanlıklarının fırtınası yaşandığını yazar. M.S. 3. yüzyılda ise Yunan retorikçi ve dilbilimci Ateneo, Deipnosofistas adlı eserinde Peonia ve Dardania bölgesinde şiddetli bir kurbağa yağmuru olduğunu anlatır. Öyle şiddetli bir yağıştır ki evler ve sokaklar, hatta kap kacak bile kurbağayla dolmuş; sonunda su bile kullanılamaz hale gelmiş, halk ayaklarını yere basa yıl paraları yağmış... Arkeologlar, erozyon sonucu açılan toprağa gömülü bir hazinenin güçlü rüzgâr ile taşındığını düşünmüşler.* *Metin Uca ve Özlem Kumrular’ın Her Book’a Maydanoz/ Küçük Şeylerin Büyük Tarihi (Destek Yayınları, 2018) kitabından alıntıdır. esiridir. Eğer alışkanlıklarına dikkatle bakarsan, sana acı veren şeylere de tutkuyla bağlı olduğunu görüp şaşıracaksın. Acılarını feda etmediğin sürece içsel anlamda büyümen olanaksız.” “Anlayamıyorum” diye mırıldandım. Durakladı. “Çok şanslısın. Çünkü kutsal kitabımızda ‘Büyüyebilmek maz olmuştur. Dağlar gibi yığılan kurbağalar ölmeye başlayınca çok kötü bir koku yayılmış ve sonunda halk çareyi bölgeden kaçmakta bulmuştur. 1857’de Kaliforniya’da gökten toz HHH Geceleri tütenler “Yalnızca acı çekmenin insanı olgunlaştırdığını sanıyorsan çok yanılıyorsun. Eğer ıstırap tek başına yeterli olsaydı ortalık ermişlerle, İçin Feda Edilmesi Gereken Bazı Şeyler’ başlıklı bir bölüm var” dedi ve sol elinin avucunu bana doğru şöyle bir çevirip, hızla geri çekti. Kısacık bir an için elinin içindeki figürleri görebilmiştim.* şeker yağmıştır. 1867’de Dublin’deki meleklerle, aydınlanmış kişiler ve İrlandalılar şaşkınlıkla gökten yağan bilgelerle dolup taşardı, çünkü tüm *Berrak Yurdakul’un Senin Hak fındıkları izlemişlerdir. Padenborn’da insanlar acı çekiyor. Acı çekmek, kında Yedi Şey Düşündüm/Birini tatlı su midyesi, İngiltere’de ise deni çoğu kişinin kalbini ve zihnini ya Söyleyeceğim (Destek Yayınları, zanası yağmıştır. ralar, çirkinleştirir ve bencilleştirir. 2018) kitabından alıntıdır. Bir de para yağsa ne güzel olurdu Kimilerini delirtir, hatta kimilerini HHH değil mi? O da olmuş! öldürür. Çok az sayıda insan acı Doğanın programlama dili nedir? 16 Haziran 1940’ta, Rusya’nın sayesinde içsel olarak büyümeyi Yapay zekâya insanı taklit ederek Meschera köyünde gökten 16. yüz başarır. Acıdan doğru şekilde fay ulaşmak isteyenlerin bu taklidi hangi düzeyde yapacaklarını düşünmeleri gerekli. Çünkü çoğu karmaşık sistem gibi insanlar da birçok “katman”da modellenebiliyor ve bu katmanların kuralları (deyim yerindeyse, o düzeylerde icra edilen algoritmaların yazıldığı programlama dilleri) birbirlerinden farklı. En altta evrenin temel kuralları var. Ezelden beri geçerliler. Ne kadar hızlı koşarsanız koşun ışık hızına varamayacağınızı, iki kere ikinin dört ettiğini, kütleyle enerjinin arasındaki ilişkiyi filan belirleyen kurallar. Bu fizik yasaları, her temel parçacıktan ayrı ayrı söz etmiyor, ama her şey o yasalara uygun işliyor. Yani en alt düzeyde bakarsak, evrende “fizik kuralları” adında bir program çalışıyor. Daha altında bir katman olmadığından, program bir yere açıkça yazılı değil, sadece “var”. Fizikçilerin işi bu programı keşfetmek. Bu kuralları yazmaya kalksak o kadar da uzun bir metin çıkacağını pek sanmıyoruz, programlara dilinin de “matematik” dediğimiz, geliştirilme/keşif serüveninin bir kısmını gördüğümüz sistem olduğuna eminiz. Bu programın girdisi evrenin şimdiki halinin bir tarifi, çıktısı da bir sonraki andaki halinin. Evrenin programı sürekli aktif. Bu bakış açısıyla bilgisayar evrenin ta kendisi, hesapladığı şey de geleceği.* *Cem Say’ın 50 Soruda Yapay Zekâ (Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2018) kitabından alıntıdır. Reis, “Truva Sonatı”nı ayakta alkışladıktan sonra,  Türkiye,  artık bir başka Türkiye’ye gebedir. Doğum en geç 31 Mart  sabaha karşıdır. (Gerçi, Allah muhafaza, tarih manidardır!) Reis’in yaman bir “sonat sever” olduğuna.. Fazıl Say’ın ise o  kadar da  keskin bir muhalif olmadığına, tanık olduk. Bakmayın siz Akit’in, “Küfürbaz Say, itibar takiyesi yapıyor” manşetine. Fitne fesat ülkemizin realitesidir. Yandaş olsun  olmasın,  kimin ne olduğunu ve itibarı da takıyyeyi de en iyi Reis bilir. FETÖ’ye değilse bile, Say’a pabucunu ters giydirir. Gerekirse delibozuk Trump’ın adamı Senatör Graham’ı koluna takar ve Truva Sonatı’nı dinlemeye götürür. İyi ki de götürür. “Son 16 yılda kültür sanat alanında istediğimiz yere gelemedik!” itirafından sonra, Hacıbayram’a mevlit dinlemeye götürecek değildi elbet. Bu sayede.. Atatürkçü ve laik feryatları konçertolarından ziyade ses getiren Fazıl Say üzerinden, toplumda ılıman bir hava esebileceği umudu belirdi çok şükür.  Seçim korkusuyla denebilir. Ol Truva atı.. Tank sonatı sun. Ülkenin huzuru için çok hayırlı bir gelişme. Külliye’de bir “opera salonu” bulunduğunu da öğrendik. Reis, acaba klasik Batı sanat müziğine hayrandı da mahalle baskısı yüzünden bunu şimdi mi itiraf ediyor? Yoksa yüzde 2.6’lık oy farkının ters döndüğünü mü fark etti? Konuyu dağıtmadan devam edelim. Reis’in hayranlığı belki de Abdülhamid’in yönetim tarzı kadar, yaşam tarzına. Bu sütunlarda da tarihsel kaynak da belirterek yazmıştık: “Kızları için klasik Batı müziği orkestrası kurdurdu. En büyük zevki kızlarının piyanoda çaldığı klasik Batı müziği eserlerini dinlemek ve icra ettikleri İspanyol danslarını seyretmekti. Yıldız Sarayı’nda iki ayrı tiyatro salonu vardı. Paris’ten Sarah Bernhardt’ın oyunlarını sahneye koyduruyordu.” (22.07.2017, Cum huriyet) Taksim’dekini beklerken, meğer Külliye çoktan operaya kavuşmuş. (Muhtarlar yaşadı. Yemekten sonra ya Fındıkkıran ya Fukara’nın Düğünü.) Dileyelim Külliye operamız, CHP Genel Merkezi mescidi kadar iç barışa hizmet edebilsin!.. Fikirler zikirler Nadir Nadir’in yazarlarına öğüdü idi: “Kişilerle değil fikirlerle uğraşın!.”  Merhum Başyazarımıza saygısızlık sayılmazsa, arada sırada fikirlerle değil kişilerle de “uğraşmak” gerek.  Reis’in kişiliğinde hâşâ, bir sorun yok. Gençlerin diliyle, kendisine değil, fikrine zikrine “takıkız”. O da çok iyi bilir ki, “Üslubu beyan, ayni ile insandır!” Beyanları yüzünden de, binlerce vatandaş hapislerde, mahkeme kapılarında.   Evet, takıntı çok tehlikeli. Reis’e “âşık” olduğunu söyleyen malum işadamına,  savaşın eşiğindeyken devletin tank fabrikasını “devretmek” kadar tehlikeli. O “âşık” işadamının arkasında, bir de “Reis sevdalısı şeyh” varsa daha da tehlikeli. Hele de o Reis sevdalısı, Reis’e 500 milyon dolarlık bir Boeing 747 uçağı hediye/hibe etmiş ise tehlike daha da büyür. Bu hediye / hibe ile tank fabrika sının “25 yıllığına devri” arasında bir bağ  var mı? Bu soru, Emir’in eteğinin altında tank paleti aramak sayılmaz. Çünkü orada devenin pabucu aranır. Siirtli, yani  Hanımköylü Ethem Sancak’ın “aşkının”  nedeni açık. Kendisi zengin, ama daha da zengin olmak istiyor. (“Varidatım yeterli değil” diyor. Bu lafı “varlığım” anlamına kullanıyor. Ama yanlış kullanıyor. Varidat,  “gelirler” demek. Gelirini artırmanın yolu Reis’e âşık görünmekten geçiyor. (Aşk kendi kullandığı sözcük. Mevlana ile Şems’vari, insani ve ruhani  bir aşk imiş. Yine de Reis tarafından doğrulanmadıkça aşkın düzeydeki bu aşırı aşka inanmak zor.) HHH Ethem Arapça “Karayağız At” demek. Reis’in artık çok mesafeli de olsa atlara ilgisini biliyoruz. Ama “Babayiğitler”i çok seviyor. Ethem Bey “yerli otomobil imal etmek” için devlete taahhüt veren 5 babayiğitten biri. Hatta birincisi. Kendisini her fırsatta “Eski Sosyalist yeni Müslüman” diye tanıtması da Reis’i etkiliyor. Artık eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yapmıyorlar belki ama, eski sosyalistleri kırpıp kırpıp demek tank fabrikatörü yapıyorlar. Malatya Mumcu’yu unutmadı SELAHATTİN GÖKATALAY Gazetemiz yazağı Uğur Mumcu, CHP Malatya il örgütünün düzenlediği bir etkinlikle anıldı. Ankara’da evinin önünde 24 Ocak 1993 tarihinde otomobiline konulan bombanın patlaması ile katledilen Gazeteci Uğur Mumcu için Malatya Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinliğe, CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, Uğur Mumcu’nun kızı Özge Mumcu Aybars, Gazeteci Yazar İsmail Saymaz, CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Fatma Kö se, ilçe belediye başkanları, partililer ve yurttaşlar katıldı. CHP’li Ağbaba, Türkiye’nin tam anlamıyla demokratik bir ülke olabilmesi için geçmişindeki faili meçhul cinayetleri aydınlatması gerektiğini kaydetti. Ağbaba, “Türkiye’de yaşanan olaylara bakıldığında artık yüzü kızarmaya, arsızlar düzeni oluştu. Türkiye’nin kaybettiği en önemli şey utanma duygusudur. Aydınların, akademisyenlerin üniversite dışına atıldığı, gazetecilerin hapse atıldığı bir süreç yaşıyoruz” dedi. Babasını kaybettiğinde 11 yaşında KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK olduğunu ve her gazeteci katledildiğinde o travmayı yeniden yaşadığını ifade eden Özge Mumcu Aybars, Ocak ayının gazeteciler için yas ayı olduğunu söyledi. Aybars, “Metin Göktepe, Hrant Dink, Uğur Mumcu, 31 Ocak’ta Muammer Aksoy öldürüldü.1 Şubat’ta Abdi İpekçi öldürüldü. Ocak ayı gazeteciler için yas ayına dönüştü” dedi. Özge Mumcu Aybars, Babası Uğur Mumcu’nun daha iyi bir Türkiye için mücadele ettiğini, insanların silahsız, savaşsız bir dünyada yaşaması için hayatını kaybettiğini söyledi. l MALATYA [email protected] CHP’li vekillere polis engeli CHP milletvekilleri Gamze Taşcıer, Servet Ünsal ve “Hastanemi Kapatma Platformu” temsilcilerinin Ankara’daki hastanelerin Bilkent Şehir Hastanesi’ne taşınması hakkında Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde yapmak istedikleri basın açıklaması polis engeline takıldı. Basın açıklamasına katılacak STK temsilcilerini arabası ile hastane önüne götürmek isteyen Taşçıer ile bir polis amiri arasında sözlü tartışma yaşandı. Arbede sırasında polisler tarafından ‘sadece sizin dokunulmazlığınız var’ diyerek Taşçıer’e fiziki müdahalede de bulunduğu görülürken, bir polis amiri CHP’li Taşçıer’e “Sizin niyetiniz belli. O zaman ben de arkadaşları toplayayım geleyim sizin evinizin önünde açıklama yapayım” dedi. Olaya tepki gösteren Taşcıer “Amir, adeta hükümeti eleştirtmemeye yemin etmiş bir güvenlik görevlisi edasıyla ‘Sen kimsin? Yaptırtmam!’ diyerek vatandaşın bu anayasal hakka ulaşmasını engellemeye çalışmıştır” dedi. Grup, polisin sert tutumuna karşın bir hastane önünde açıklama yaptı. l ANKARA/Cumhuriyet ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle