15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 20 OCAK 2019 PAZAR EDİTÖR: GÜRER MUT TASARIM: İLKNUR FİLİZ hafta sonu 1 Gazete satışlarının düşük olması sorunu üstüne çok tartışılıyor. Basılı gazetenin ömrünün tamamlandığı söyleniyor. Kimilerine göre kitap basılı olarak yaşamaya devam edecek, ancak gazeteler dijital ortamdan izlenecek. Bu saptamalar doğru bile olsa, bugün gazete okunmamasının nedenini açıklamaya yeter mi? Yaş gruplarına göre dağılıma dikkat edersek, halen ekrandan yazı okuma güçlüğü çeken, eski alışkanlıklarını sürdüren insanlar yaşıyor. Nüfusun büyük kısmını oluşturan, erişkin insanlar bu kişiler. Demek ki sorun biraz da ruhsal, düşünsel nedenlere dayanıyor. Siyasal olarak kendini yenik, terk edilmiş sayan kesim, haber okuyarak hakikatle karşılaşmak istemiyor. Kafasını kuma gömmeyi yeğliyor. Mesleki olarak kimi bilgileri ediniyor belki, bir de elzem saydıkları haberlere tahammül ediyorlar. Bunun dışında gettosunda yaşamayı yeğliyor bu kesim. Başka türlü söylersek, burjuvaziyi oluşturan geniş orta sınıf hiçbir şey okumuyor. Hem okumuyor, hem de siyasal çözüm istiyor! Bu da ayrı saçmalık! 2 Ahmet Say’ın anılarını okurken ibretlik pek çok olaya tanıklık ettim. Bizim ülkede akademik çalışma okumak pek tercih edilmez, anı, biyografi, günce türü kitaplar bu işi de görüyor. “Ağaçlar Çiçekteydi”de bildiğim, okuduğum çokça isim kanlı canlı önüme serildi. Say; bir yerde Orhan Pamuk ile Yaşar Kemal ilişkisi üstünde duruyor. Yaşar Kemal’in geAhmet Say niş, lezzetli anlatım dilinden söz açıyor ve “büyük destancı” olduğunu vurguluyor. Ben nedense Yaşar Kemal edebiyatına mesafeliyim, o ayrı. Yaşar Kemal’in Nobelli Orhan Pamuk’u övmesine handiyse sinirleniyor. “Kuru, soğuk, dilini bilmeyen biri” diyor Pamuk için. Yaşar Kemal’in Pamuk’a arka çıkmasını hiç anlamıyor. Doğrusu ilk kitabı ‘Kutsanan cehalet, intihar eden toplum, kalemi elinde romancı!’ hariç Pamuk’u ben de pek sevemedim. Aynı kitapta Doğan Avcıoğlu’ndan söz açtığı bölümler sarsıcı, dokunaklı ve can yakıcıydı. Avcıoğlu hakkı yenmiş, unutulmaya terk edilmiş devrimci bir düşünür. Yapıtları güncelliğini koruyor. Geçen yıl oğlu Ahmet Avcıoğlu ile tanışıp söyleştik. 1965 seçimleri sonrasında Demirel büyük çoğunlukla seçimi kazandıktan sonra kederli Ahmet Say doğrudan Avcıoğlu’nun yanına gidiyor. Üzülen Say’a şunları söylüyor Doğan Avcıoğlu; “Bak Ahmet, Türkiye’de halkın çoğunluğu aydınlanmadıkça 40 seçim yapılsa, 40’ında da gerici parti kazanır! 40 yıl geçse sonuç değişmez!” 3 Çok garip, ortalıkta sahiden seçim olacakmış gibi davranan insanlar var! Bu seçim vaatlerine inanmaya niyetlensem bile; kimseciklerin beni hesaba katmadığını fark ediyorum. “İstanbul’un meyhaneleri özenle korunacak, yenileri de eklenecek” diyen yok mesela. Ya da her semte mutlaka Mozart, Beethoven dinlenecek, dört dörtlük konser salonları yapacağını söyleyen de yok. Sürekli “şükür” dememiz bekleniyor, bunu uygun aralıklarla yinelersek beton cennetinde mutlu yaşayacağımızı öne sürüyorlar. “İstanbul’u mahvettik” diyen hüküm ranın sarayı ne tür estetik ölçüsü olduğunun da ispatı aslında. İstanbul’u Tanpınar, Orhan Veli, Cemal Süreya, Salâh Birsel okumamış birinin yönetmemesi lazım! 4 Schopenhauer “Müziğin içinde bütün dünya vardır” diyor. Müziğe düşman her hangi biri yaşamdan söz ede bilir mi? Müziksiz din üstüne dü şünmek lazım. Musil, sessiz filmlerinde benzer etki yarattığını söylüyor. Müzik suslardan oluşmaz mı zaten? Nerede duracağını, hangi vakit harekete geçe ceğini bilmek er dem midir? Eğer öyleyse taşkın lıklar düşkünlük sayılır, ki taşkın olmayan ruh ya ratıcı da olamaz! Yorucu çelişki! Günce yazar ken insan, sa yısız fikir, imge, Schopenhauer uyarıcı karşısın da kendini özgür bırakmalı? “Öz gür” olmak istedikçe tutsaklığın, üste lik farkında olmaksızın, artması talihsiz lik değil de, nedir? “Özgür”lük istenci garip bir kelepçeye dönüyor, belki “öz gür” kimse bunun farkında olamadığı için gerçek anlamıyla “özgür” de olamı yor! Karmaşık denklem! Özgürlük kav ramını tarif etmeden ona sahip olmak olası değil? Felsefe giz dolu sokaklarda insanın bir başına yürümesini gerektirir, büyük cesaret! Goethe, “İhtilallerin nedeni kanunsuz luklar ve yüzsüzlüklerdir” diyor. 5 “Nesin Vakfı” Aziz Bey’in ilkelerine bağlı diye seviyoruz, destek oluyoruz. Oysa oğul Ali “Yetmez Ama Evet”çi! Babalar ile oğulları arasında düşünsel süreklilik olmayabilir. O halde? Aziz Nesin ilkelerine bağlı katıksız aydınlanmacı, sosyalist kimselerin de vakıf yönetiminde olması gerekmez mi? Ali Nesin babasıyla hiç anlaşamadığını söylüyor, “ama iyi arkadaştık” diye de ekliyor. Ne tür arkadaşlıktır bu? Değerleri ortak olmayan, siyasal olarak aynı yöne bakmayan insanların arkadaşlıklarına güvenilebilir mi? Aziz Nesin okurları, onun dostudur. 6 Koca toplum intihar ediyor. Geri çevrilebilir mi bu eylem? Çocukları okula, üniversiteye göndermek büyük risk taşıyor artık. Siyasal İslamcı irade, tek tip, düşünmeyen, yeni dönem aygıtlarla uyuşmuş beyinler yaratıyor. Yaşam yavaşlamadıkça onu duyumsamak, hak ettiği gibi sürmek mümkün değildir! Doğayı görmesi için çocuklara tur düzenleniyor on beş tatilde! İnek görecekler, süt sağacaklar... Hakikat karşısında şaşıracaklar muhtemelen... Gezi ücretleri yüz liradan başlıyor. Yeni turizm biçimi bu olsa gerek! Zenginlik telaştan uzak olmakla ölçülür elbette. Öyle de, ekmeğe muhtaç insan nasıl olup duracak, düşünecek? Tanrı ticaretinde son aşamaya gelindi, birden fazla kolaycılığı var tanrı kavramının; yoksulu uyuşturuyor, zengine sürekli kaynak yaratıyor! Siyasetçiyi iktidarda güçlendiriyor. Hakikati bilen tanrı, neden bunların yüzüne tükürmez ki? Hatipoğlu’nun rektör olduğu üniversitede akademik unvan ne değer taşır? 7 Steinbeck’in mektuplarını ve Musil’in güncesini aynı süreçte okudum. Bambaş ka iki yazar, farklı yerlerden beslenen, değişik anlayışa sahip iki kişi. Yeni bir roman yazmaya koyul madan önce kafası karışıktır yazarın. Hoş, bana ka lırsa yazarların kafası hep ka rışık olmalıdır, zihni sorularla karmaşık olma yan birinden ya ratıcılık bekle nemez. Steinbeck, geleneksel anlatı yollarının tü John Steinbeck kendiğini düşünüyor, uzun süre bu nunla kavga ediyor, ki haklı. “Roma nı çalıştım. Elimden geldiğince roma nı tanıdım. Ama üstünde çok düşün medim. Roman çok hantal, becerik siz bir araç. Bense yeninin biçimini bil miyorum. Yalnız bir yeni olduğunu bili yorum. Yeni düşünceyle biçimlenecek ve yeterli olacak bir yeni” diye yazıyor mektupların birinde. Bu çağda, her kesin dizilerin karşısına çakıldığı, iri li ufaklı ekranlara tutsak yaşadığı dö nemde edebiyata yer var mı? Sıradan yurttaş dönemin ruhuna uygun berbat öyküleri izliyor ekranda, biraz okumu şu da Netflix bağımlısı! Musil güncesinden: “Martha’yla çe viriler üzerine konuştuk. Ben: Senin gi bi çok okuyan birisi yazabilir de. Mart ha: Hayır, bir gazeteci kadar kolay ya zabileceğimi sanmıyorum. Ben: Buna yazmak denmez ki! Bu daha çok ah lak dışı bir çaba –Kötü yazarları beğe nen okurların hayranlığı onların çok sık ve çok kolay yazabileceğine inançların dan geliyor.” Ya bizimlesinBrezilya’NIN yeni başkanı JaIr Bolsonaro zıtlıklar prensibini ve propAganda dilini kullanmakta çekinmiyor ya onlarla! Deniz Ülkütekin Dünyanın en geniş sınırlarına sahip ülkelerinden birisi. İçinde sayısız kimlik, yaşam biçimi ve inanç barındırıyor. Brezilya; nüfusuyla orantılı olarak en çokkültürlü toplumsal yapıyı barındıran ülke. Ülkenin başında ise 28 Ekim’de oyların yüzde 55’ini alarak başkan seçilen, 63 yaşındaki Jair Bolsonaro var. Ona “Brezilyalı” Trump deniliyor. İtalyan ve Alman kökenleri, Brezilya’nın kültürel çeşitliliğini yansıtsa da dışlayıcı ve otokratik söylemleri, ordu geçmişiyle 1970’lerdeki askeri diktatörlük günlerini hatırlatıyor. Oysa, oyların yarısından fazlasını almış birisi olarak, böylesi heterojen bir yapıda, farklılık eşgüdümü içinde hareket etmesi beklenen gevşek bir merkeziyetçi idare anlayışı içinden, demokratik esaslar çerçevesinde çıkması, cuntacıların yönetime el koymasından çok farklı bir hikâye ve soruyu ortaya koyuyor. Bolsonaro neyi temsil ediyor? Kötü Brezilyalı Bolsonaro’nun seçim kampanyası sırasında başlatılan “O olmaz” hareketi, sırf Brezilya’da değil, tüm dünya çapında karşılık bulmuştu. Kadın hareketleri tarafından başlatılan ve farklı çıkar gruplarının oluşturduğu STK’lar tarafından genişletilen kampanyalar Bolsonaro’nun seçilmesinin engellenmesine yönelikti. Silahlanmayı savunması, kadınlar için kullandığı cinsiyetçi ifadeler ve aşırı sağcı söylemleri ile tepki çeken politikacıya karşı yürütülen kampanyalara bazı Brezilyalı ünlü isimler de katılıyordu. Bu isimlerden birisi olan 38 yaşındaki dünyaca ünlü manken Gisele Bündchen, Bolsonaro’nun göreve başladığı 1 Ocak’tan kısa süre sonra yeni başkanın çevre ve tarım bakanlıklarını birleştireceğini söylemesini, çevreci politikalara aykırı bir tutum olarak gördüğünü açıkladı. 2017 yılında Amazon Ormanları’nın yok olmasıyla ilgili gözyaşlarıyla dolu bir açıklama yapan Bündchen, yıllardır Bolsonaro seçim sonrası zaferini kutluyor. BM’de çevre ile ilgili yaptığı çalışmalarla biliniyor. Ancak bu çalışmalar Bolsonaro’nun Tarım Bakanı Tereza Dias’ı etkilemişe benzemiyordu. Bundcehn’i yanlış bilgiler kullanarak, gerçeği bilmeden ülkesini eleştirmekle suçlayan Dias, Bundcehn’e BM’nin değil kendi ülkesinin ziraat politikalarını geliştirmeye yönelik çalışması gerektiğini söylüyordu ve bir de davette bulunuyordu; “Üzgünüm Gisele Bündchen, gerçekleri bilmeden Brezilya’yı eleştirmemelisin. Bir elçi olup, ülkenin bu alanda küresel öncü olduğunu savunmalısın.” Bundchen’i “kötü Brezilyalı” olarak niteleyen Bakan, ünlü mankene elçilik için resmi davet yollayacaklarını da söylüyordu. 20. yüzyılın mirası Muhafazakâr bir parti bakanı ile BM elçisi olarak çalışan uluslararası ünlü bir isim arasındaki bu polemik, günümüzde ülkeler ve uluslararası güçler arasındaki egemenlik savaşının da bir yansıması. Dünya üzerindeki en yoğun güç çatışmalarının yaşandığı Ortadoğu ve Pasifik’te olduğu gibi, Latin Amerika’da da seçimli demokrasiye sahip ülkelerde yaşanan ulusalküresel çıkar çatışmaları, Bolsonaro gibi politikacıların ortaya çıkmasını sağlıyor. Soğuk savaş dönemini domine eden sosyal demok rasi ve merkez sağ gibi sağıltıcı siyasi yaklaşımların geçerliliğini yitirdiği günümüz küresel siyasetinin baş aktörleri de Bolsonaro gibi. 20 yüzyıldan miras kalan, demokrasi, güçler ayrılığı, parlamenter sistem gibi kavramları olabildiğince gevşeten ve karşılığında güçlü söylem, güçlü imaj çalışmasıyla ortaya çıkan karşıtlıklarla, toplumun hatırı sayılır kesimini bir arada tutan lider politikacı modeli uluslararası çıkar çatışması yaşanan bölgelerde, ulusal devletlerin koruma kalkanı olarak ortaya çıkıyor. Bu kalkanın da yereldeki çeşitlilik unsurlarını kendi gölgesi içinde bırakma ihtimali bir hayli yüksek. Zıtlaştırıcı etki Bundchen gibi, BM kategorisinde “gelişmekte olan ülkeler” sınıfında yer alan ülkelerden çıkıp, dünya çapında ün kazanmış kişilerin, artık yerel siyasetten uzak kalması pek mümkün görünmüyor. “O olmaz” veya “bizim için çalış” söylemlerinin zıtlaştırıcı etkisi, siyasi söylem anlamında sırf belli gruplar için değil aynı zamanda kişiler üzerinde de etkiye sahip. Bu etkinin varlığı da birlikte yaşam kültürünü, azami ortak paydalar üzerinde kuran anlayışa dayanan kapsayıcılıkta değil, belli başlı küçük çıkar gruplarının mikro olçekteki muhalefet ve talepler üzerinden oluşturulan ötekileştirme modeline oturuyor. Latin Amerika özelinde bu modelin inşası için de, milenyumla birlikte güçlenen ABD karşıtı sol iktidarların hızla güç ve itibar kaybetmesiyle birlikte Berlusconi, Sarkozy, Trump tarzı siyasi figürlerin ortaya çıkmaya başladığı görülüyor. Dışlayıcı dil Seçim kampanyasında Trump ve İsrail’in büyük desteğini alan Bolsonaro hakkında ABD’de yayımlanan Foreighn Policy dergisindeki bir analize göre ise, ülkedeki sol Lulu iktidarının yolsuzluk ve ahlaki çürümüşlük tepkileri sonrasında iktidara gelen Bolsonaro hükümeti, düzenli olarak dışlayıcı ve kadın düşmanı söylemler kullanıyor. Bunun sebebi de çok farklı etkin kökenlere sahip Brezilya’da iktidarda olan, Evangelist köklere sahip bir beyazın iktidar dilini etnik veya inanç kökenleriyle değil de erk dil üzerinden oluşturmasıyla açıklanabilir. Dışlayıcı dili ve etnik kökenlerine rağmen, yolsuzluk karşıtı ve siyasi dürüstlüğü öne çıkaran imajıyla büyük kentlerde genelde fakir AfroAmerikalıların yaşadığı sol iktidarların hayal kırıklığını gidermek isteyen favelalardan büyük destek alan Bolsonaro, ısrarla zulüm ve mağduriyet dilini de kullanıyor. Ülkedeki Brezilyalılık kültürünü sağlamlaştırmak için yeni bir kavramı da var, “siyasetin Venezüellalılaştırılması.” Bu kavramı kullanarak, Latin Amerika’daki siyasetin sola yönelmesinde önemli payı olan Venezüella’daki Hugo Chavez ve Maduro iktidarlarına gönderme yapan Bolsonaro, sırf ülkesinde değil tüm kıtada oluşan yeni sol siyasete de karşıt bir söylem izliyor. Futbolculardan destek Bu ve diğer söylemleri barındıran siyasetin kamuoyunda kabul görmesi ise sırf sandıkta alınan sonuçla değil aynı zamanda söylemin topluma kabul ettirilmesine aracılık edecek kişilerle mümkün olabilir. Bunu bilen Bolsonaro, seçim kampanyası sırasında, belki Bundchen’in desteğini alamadı, ama Brezilya’nın en büyük tutkusu ve ulusal gurunun sembolü olan futbol yıldızlarından büyük destek gördü. Ronaldinho ve Rivaldo başta olmak üzere, Neymar, Gabriel Jesus, Cafu ve Felipe Melo gibi isimler Brezilya’nın yeni başkanına desteklerini açıkladı. Brezilya Devleti’nden resmi davet alması beklenen Gisele Bundchen de bu isimlere katılır mı bilinmez, ama “O olmaz” denilerek, uluslararası alanda itibarı bir hayli sarsılan Bolsonaro’nun cevap olarak “Ya bizimlesin ya da onlarla” dediği bir gerçek. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle