19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR 14 Pazar 9 Eylül 2018 [email protected] ültür ve Turizm Bakanlığı, müze ve ören Müze ve ören Kyerlerini işleten Türkiye Seyahat Acentaları Birliği’ne gönderdiği yazıda giriş ücretlerine yerlerine 1 Ekim 2018 tarihinden geçerli olarak zam yapıldığını duyurdu. Denizli’deki Pamukkale’ye yüzde 50 zam giriş ücreti 35 TL iken 50 TL, Topkapı Sarayı’na giriş ücreti 40 TL iken 60 TL, İzmir Efes Ören Yeri 40 TL iken 60 TL, Nevşehir Göreme 30 TL iken 45 TL olacak. 50 TL olan ‘Müzekart+’ya yüzde 40 zam geldi. Müzekart’ın yeni fiyatı 70 TL oldu. ‘Müzekart İndirimli’ 20 TL’den 30 TL’ye çıkartıldı. Museumpass Türkiye 210’dan 315 TL’ye yükseldi. EDİTÖR: EMRAH KOLUKISA TASARIM: FUNDA YAŞAR ER Yönetmen Coşkun, Venedik Film Festivali’nde Anons’a verilen Jüri Özel Ödülü’nü aldı. Venedik’te ‘Anons’a bir ödül daha Mahmut Fazıl Coşkun’un “Anons” filmi Venedik’te bir ödül daha aldı. İtalyan Ulusal Gazeteciler Birliği ve Venedik Güzel Sanatlar Akademisi tarafından önceki gün verilen “En İyi Akdeniz Filmi” ödülü verilen “Anons” filmi dün de 75. Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Coşkun’un, Ercan Kesal ile senaryosunu kaleme aldığı filmin dünya prömiyeri de festivalde gerçekleştirildi. Başrollerini Ali Seçkiner Alıcı, Tarhan Karagöz, Murat Kılıç ve Şencan Güleryüz’in paylaştığı film 1960’lı yıllarda ordudan tasfiye edilmiş dört eski askerin, bir gece boyunca süren sıra dışı yolculuğunu anlatıyor. Islandman’ın Montreux başarısı Müzisyen Tolga Böyük tarafından hayata geçirilen elektronik müzik projesi Islandman, Montreux Caz Festivali kapsamında düzenlenen yetenek yarışmasını kazanarak “Shure Montreux Caz Grubu Ödülü”nün sahibi oldu. Jüri, en iyi çıkış yapan gruba verdikleri “Shure Montreux Caz Grubu Ödülü”ne Islandman’i layık gördü. Festival yetkilileri tarafından yapılan açıklamada, Islandman’in, elektronik yapısı, hipnotik gitar ve şamanik ritimleriyle Montreux Caz Festivali seyircisinin sevgisini kazandığı belirtildi. l DHA Binlerce arkeoloji kitabı zarar gördü Arkeopera Kitabevi’ndeki su baskını nedeniyle çeşitli dillerdeki 1365 nitelikli arkeoloji kitabı su içinde kaldı Beyoğlu’ndaki iki katlı Arkeopera Kitabevi’nde boru patlamasıyla oluşan su baskını nedeniyle çeşit li dillerdeki 1365 nitelikli arkeoloji ki tabının hasar gördüğü belirtildi. Arke oloji ve Sanat Dergisi’nin yayın yönet meni, Arkeopera’nın kuru cusu arkeolog Nezih Baş gelen, kitabevinde uzman lık ve ilgi alanlarına göre sınıflanmış, belli bir siste CEREN ÇIPLAK matiğe göre toplanmış ço DRILLAT cuk kitaplarından hobi ki taplarına binlerce eserden oluşan 40 yıllık koleksiyonlarının zarar gördüğü nü söyledi. Başgelen, tasarım ürünle ri, hediyelik eşyalar ve kitaplarla Arke oloji ve Sanat dergisinin kültürel yayın projelerine gelir sağlayan Arkeopera Kitabevi’ndeki hasarla ilgili olarak “40 yılın emeğiyle oluşan binlerce el emeği göz nuru eser, kitap, dergi sular içinde heba oldu” dedi. Destek kampanyaları Başgelen, binlerce eserin zarar gördüğü su baskınını ise şöyle anlattı: “Su baskını haberini alır almaz Arkeopera’ya gittiğimde tavanının her tarafından sular şarıl şarıl kitapların üzerine iniyordu. Görevlimiz Dürdane gözyaşları dökerken ‘bütün kitaplarımız su içinde, her şey mahvoldu!’ diyordu. Üst kata çıkan merdivenlerden aşağı küçük bir şelale gibi akan suların içinden galeri katına çıktığımda eşim Sema’yı sırılsıklam, patlayan borudan fışkıran suyla baş etmeye çalışırken onu da hıçkıra hıçkıra ağlarken buldum. Ancak kısa bir sürede dostluk dayanışması oldu, dostlarımız bizlerle birlikte kolları sıvadı. Kimi arkadaşlarımız da internette kendi inisiyatifleriyle des Biçirintahsaazrıırmlacnımtaışraefxınildibarnissçuablışamskaınsıı Sudan tek kampanyaları başlattı.” etkilenen Başgelen, sudan etkilenen tüm ki kitapları tap ve dergileri geçici olarak etkinlikle kurutmak ri iptal ettikleri üst kattaki galeri ve et bir hayli zaman alacak. kinlik bölümüne naklettiklerini belirtti. Sudan etkilenen kitap ve dergileri kurutmanın ve gerekli kayıtlarının çıka Kitap hasarına sigorta yok rılmasının belli bir zaman alacağını da sözlerine ekledi. Başgelen, sigortanın, kitabevinde olu Başgelen, dostlarının başlattığı des şan maddi hasarların bir bölümünü kar tek kampanyasıyla internet üzerin şıladığını ancak kitaplar söz konusu olduğunda ülkemizde sigorta mevzuatının rüzgârda tersine dönen bir şemsiye gibi olduğunu belirterek “Evlerinde ya da iş yerlerindeki kitaplıkları suya maruz kalanlar bizzat deneyimleyerek yaşamışlardır. Asıl sorun, yaklaşık 40 yıldır dünyanın dört bir yanından top den toplu alımların başladığını belirterek “Yılbaşından bu yana yükselen döviz nedeniyle yaşanan kâğıt problemi ve yayıncılık alanında tıkanan dağıtım kanalları kültürel yayıncılık dünyasını durma noktasına getirmişti. Tam da bu dönemde kitaplarımız hasar gör ladığımız hatta çıktığı yayınevinde bile dü. Umarım elbirliği ile kültürel ya mevcudu kalmamış olan binlerce kita yın projelerimizi ve Arkeoloji ve Sanat bın yerini nasıl dolduracağımız” dedi. Dergisi’ni sürdürmeyi başarırız.” 50. yıl konseri İbrahim Balaban Müzesi açıldı Tekirdağ’ın Süleymanpaşa Belediyesi’nce, Nâzım Hikmet’in cezaevi arkadaşı ressam İbrahim Balaban’ın belediyeye bağışladığı tabloları ve kişisel dokümanlarından oluşan Ressam İbrahim Balaban Müzesi, törenle ziyarete açıldı. Ertuğrul Mahallesi Sefa Sokak’taki müzenin açılışına Süleymanpaşa Belediyesi Başkanı Ekrem Eşkinat, usta şair Nâzım Hikmet’in hayatta olan üç arkadaşından İbrahim Balaban, gazeteciyazar Hıfzı Topuz, Hayrabolu Belediye Başkanı Fehmi Altayoğlu, kentte bulunan heykel sanatçıları, Alarm Art Sanat Topluluğu üyesi sanatçılar, Balaban’ın ailesi ile sanatseverler katıldı. l DHA Timur Selçuk Most – Uniq Konserleri kapsamında sevenleriyle buluştu 50 yıllık sanat hayatına birçok değerli eser ve unutulmaz başarılar sığdıran Timur Selçuk, Most–Uniq Konserleri kapsamında sevenleriyle buluştu. Konserde, ‘Aziz İstanbul’ şarkısını seslendirirken babası Münir Selçuk ve Türk müziğinin değerli üstatlarını anarak seyirciden büyük alkış alan usta sanatçıya kızı Mercan Selçuk da sema gösterisi ile eşlik etti. Çok sevilen ‘İspanyol Meyhanesi’ şarkısı ile konserine son veren sanatçı, seyircinin yoğun alkış ve tezahüratları üzerine yeniden sahneye çıkarak ‘Bir Tatlı Huzur’ şarkısını seslendirdi. Kendisini izlemeye gelen dinleyicilerinin tek bir ağızdan şarkıya eşlik etmeleri üzerine, ‘Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü’ ile final yapan duayen sanatçı, dakikalarca ayakta alkışlandı. [email protected] Can Karadoğan “Kahraman Gölgeleri” (Gri Plak) Doksanlı yılları müzik peşinde koşturarak geçirenler, Can Karadoğan adını Too Much topluluğundan hatırlar. 1975 İstanbul doğumlu, Alman liseli. Bir dönem yaşadığı Hamburg’da müzik hayatını sürdürmüş. 2004 yılında dönerek, İTÜ MİAM’da (ki şimdi burada öğretim üyesi) ses mühendisliği konusunda doktora yapmış. CanK adını verdiği topluluğu ile çalışmalarını sürdürmüş, ardından solo çalışmaya karar vermiş. Besteci ve söz yazarı Can’ın ilk albümü “Kahraman Gölgeleri”nde her ne kadar The Cure ve Robert Smith etkileri görülse de şarkı içeriklerine ve ele alış şekline bakıldığında ona kent ozanı demek yanlış olmaz. Şarkılarının içeriğinde olduğu üzere, kayıtlarda da yalnız sayılır Can. Vokal yapmış, gitar, bas, synthesizer ve piyano çalmış; sadece davullarda Sezgin Özcan eşlik etmiş. “Türkan Yaşarken” ilk önce Türkan Saylan’ı akla getiriyor olsa da tüm cesur ve aydınlık kadınlar için yazılmış. Kalabalık içinde yalnızlaşan insanın aşk, dostluk, hayal kırıklığı, özlem ve kavgaları üzerine yaptığı içsel bir muhabbet; yanı sıra anlattıkça açılan, açıldıkça kendini keşfeden insanın yabancılaşmaya karşı verilen şahsi bir mücadelede var bu yolculukta. İçinde toplumla yüzleşiyor Can, şarkıları aracılığıyla. Animus “Release” (Neptune Records) İlya Depas, İzmir’de hayatının yazını yaşayan bir müzik âşığı. Çocukluğu babasının Iron Butterfly, Pink Floyd, Yes, The Who plaklarını dinleyerek geçmiş, kulakları iyi müzikle dolmuş. Bu kulak dolgunluğu yetişkinlik günlerinde müzik üretme hayali olarak dönmüş ona. İlya’nın ana çalgısı 10 yaşından beri ilgilendiği gitar; ancak zamanla kayıtlarında çalacak kadar synthesizer, davul ve bas da çalıyor. Kanada’da müzik prodüktörlüğü okumuş, kayıt teknikleri ve mixing öğrenmiş. İlya’nın tek tabanca kapandığı çatı katındaki stüdyosunda, lambalı kompresörler ve mikrofonlarıyla (ve Animus adını verdiği projesi namına) kaydettiği ilk albümünde tam bir yetmişli yıllar iklimi var. “Release” albümündeki 16 özgün parça, (2016 ile 2018 arasında) birer kerede doğaçlama çalınmış ve kaydedilmiş. Analitik psikolojinin kurucusu İsviçreli Carl Gustav Jung’un arketiplerinden esinlenen ismiyle Animus, bir manada İlya’nın çocukluğundan bugüne kadar uzanan müzikal heyecanlarının bir özeti niteliğinde; deneysel saykodelik, senfonikprogresif rock geleneğinin yeni kuşaklardaki bir yansıması. Sizler! Gong, Ozric Tentacles, The Orb, Eloy, Tangerine Dream, Air seven dostlar; Animus’un ilk albümü “Release”e ilgisiz kalmayın. ‘Primadonna ve Yalnızlık…’ Bu yıl, Leyla Gencer’in aramızdan ayrılışının onuncu yıldönümü… Üç dev kuruluş, Milano’daki La Scala Operası, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, bir de Borusan Sanat, 20. yüzyılın bu çok değerli sanatçısını çeşitli etkinliklerle anıyor. Öbür gün (11 Eylül’de) Borusan Müzik Evi’nde açılacak olan Yekta Kara’nın küratörlüğündeki “Primadonna ve Yalnızlık” sergisi de bunlardan biri… Sergiye geçmeden önce nicedir içimden geçeni sizlerle paylaşmak istiyorum. Ülkem beni hatırladı Sanki bin yıl önceydi… “Leyla Gencer: Tutkunun Romanı” kitabımı yazmaya karar verdiğimde yıl 1988’di. Arkamda, önümde, yanımda ne İKSV; ne Borusan ne de herhangi bir kurum vardı. Bir tek Leyla Gencer’in bana güveni ve sevgisi vardı. Haksızlık etmemeliyim bir de Çankaya Kültür Vakfı’nın bana sağladığı birkaç İstanbulMilano uçak bileti vardı. Dört yıl süren çalışma sonucunda, kitabım 1992’de İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıktığında, anında tükenip çeşitli yayınevlerince yeniden yeniden basıldığında; sonra geç de olsa onur ödülleri, fahri doktorluk, altın madalyalar, heykeller vb de gelse, Leyla Gencer’in gülümseyerek söylediği tümce beni hiç terk etmedi… O cümle ironiyle karışık şöyleydi: “Cicim, senin sayende ülkem beni hatırladı!..” Yıllar boyu Leyla Gencer’i şuna ikna etmeye çalıştım: Ülkemizdeki gerçek müzik severler, çağdaş evrensel değerleri benimseyenler, onu zaten unutmamışlardı. Genç kuşakların onu tanımasına vesile oldumsa, hayatta bir işe yaradım demektir, ne mutlu bana! Bugün koca koca kurumların Leyla Gencer için yaptıklarını gördükçe sevincim çoğalıyor. Ve için için, kendime minicik bir pay da çıkarmıyor değilim doğrusu!.. Primadonna kime denir? Dönelim sergiye… Leyla Gencer kitabımın müzik ve opera danışmanlığını da titizlikle sürdüren Yekta Kara’ya soruyorum, “Nerden geldi bu ‘Primadonna ve Yalnızlık’ teması” diye… Önce “Primadonna kime denir” sorusuyla yanıtlıyor. Malum ülkemizde bir başrol söyleyene “diva, dünya çapında sanatçı, tanrıça, vb” gibi unvanlar bol keseden verilir. Oysa Yekta Kara’ya göre her başrol oyuncusu, primadonna olamaz. Kişilik, karizma, geniş bir seyirci kitlesini etkileme ve peşinden sürükleme gücü, dünyanın en büyük, en seçkin tiyatrolarında sahneye çıkabilme, zirvede geçirilen uzun yıllar, kendisinden sonra gelen nesillerin bile aşamadığı üstün başarılar gerekli primadonna unvanını kazanmak için… Yekta Kara “Yalnızlık” sözcüğünü olumsuz anlamda kullanmıyor. Kendini mesleğine adamak, müziğe, sanata, araştırmaya, kendini geliştirmeye adamak zaten yalnızlığı seçmeyi gerektiriyor.   Bedel ödemek Yekta anlatıyor: “Leyla Gencer, evrensel boyutta kariyer yapmış, La Scala’da yani opera evreninin tartışmasız en önemli kurumunda elli yıl baş tacı edilmiş, hâlâ önünde saygıyla eğildiğimiz ve her zaman eğileceğimiz, ülkemizin yetiştirdiği efsanevi bir sanatçı. Opera sanatçılığının sadece ses ve teknikten ibaret olmadığını kanıtladı… Araştırmacı kişiliğiyle arşivlerde, kütüphanelerin tozlu raflarında sıkışıp kalmış birçok operayı buldu ve yeniden yorumladı. Gençlere ışık tuttu; kendini eğitime adadı, akademi kurdu, yarışmalarla yollarını açtı, yeni yıldızların doğmasını sağladı.” Ama bunlar karşılığında bedel de ödemek zorunda kaldı. O parıltılı yaşamın; o alkışlarla dolu yaşamın; sahneye tanrıları indirdiği yaşamın gerisindeki yalnızlık ve ödenen bedel… O bedel vatanından, ailesinden, dostlarından, eşinden, tüm sevdiklerinden uzakta yaşamasıydı...  Onun için önce sanatı vardı. “Primadonna ve Yalnızlık” sergisinde Leyla Gencer’in sahnedeki şaşaasından çok İKSV arşivinden seçilmiş, onun insani boyutunu ortaya çıkararak ve çoğunu ilk kez göreceğimiz fotoğraflar oluşturuyor. Sergi 10 Ekim’e dek sürüyor. Kaçırmayın! NOT: Sevgili Okurlar, ben bu yaz tatil yapmadım. Önümüzde yurtiçi, yurtdışı PEN Derneği toplantıları var… Şimdi izninizle, izin hakkımı kullanıyorum. 11 Ekim’de yeniden buluşmak dileğiyle... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle