19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 9 Eylül 2018 TASARIM: SERPİL ÜNAY Bize bir şey olmaz kardaşım! Brezilyalı aktivistlerin göndermemek için direndiği (sayı tam olarak bilinmiyor ama binlerce) büyük baş hayvan dolu yük gemisi, sihirli bir el tarafından ansızın Türkiye’ye doğru yola çıkarılıyor. Geminin koşulları dehşet verici. Hayvanlar kendi bokları içinde neredeyse boğulacaklar, her yanları çıban dolu, birbirlerinin üstüne basarak uyuyorlar. O da ne, hayvanlar teker teker ölüyor. Gemide büyük bir öğütücü makine var, ölen kocaman hayvan oraya yatırılıyor ve küçük parçalar haline getirilip denize atılıyor. Kapitalist dünyanın hiç acıması yok: Büyük baş binlerce hayvan, ölen ölür kalan sağlar bizimdir, denilerek gemi Türkiye kara sularına getiriliyor. Gözünü para bürümüş mülk sahibi, kalan sağları hiçbir denetime sokmadan, Ankara’daki bir çiftliğe teslim ediyor. Ve kurban bayramı öncesi hayvanlar satılıyor. Ve ülkenin yer yerinde, insanlar gemiden inmiş, hiçbir kontrolü yapılmamış bu hayvanları kesip dondurucularına yerleştiriyor. Kanını alınlarına sürmeyi ihmal etmeden! Çünkü Diyanet’in camii kapılarında geçirilen ışıklı yazılarında şöyle yazıyor: “Bir kurban kes ve kanını alnına sür. Allah senin bütün günahlarını affedecektir.” Sonra ne mi oluyor, henüz satılmamış hayvanlar arasında birden adını sanını unuttuğumuz şarbon hastalığı baş gösteriyor. Teker teker ölümler başlıyor. Biyolojik silah olarak bombası bile yapılan şarbon aşırı dirençli bir bakteri tarafından oluşturuluyor ve temasla, solunum yoluyla insanlara da geçiyor. Üç biçimi var, deri, akciğer ve bağırsak. Üçü de ölümcül! Sonra birden ülkenin her yerinde karantinaya alınan bölgelerin, hastanelerin adları sosyal medyada duyulmaya başlıyor. Trakya’da ölen hayvanlar derelere atılıyor, Ahırkapı açıklarında hayvan dolu bir gemi günlerdir bekliyor. Rivayet hayvanların öldüğü ve öğütülerek denize bırakıldığı. Durum bu, ancak öyle sahipsiz bir ülke olmuşuz ki, insan ve hayvan sağlığını böylesine etkileyen, ölümcül bir hastalık bile mizah konusu oluyor. Tarım Bakanı yurttaşlarına sesleniyor: “Et alırken kasaba sorun, etlerin sağlıklı mı” olur. Karikatürler yapılıyor, adamın biri öküze soruyor, “sen de hastalık var mı?” Öküz yanıt veriyor, “ben bilmem sahibim bilir.” Hiçbir resmi açıklama yok! Bu gemiler kimin? Ahırkapı açıklarında bekleyen gemide neler oluyor, gelen hayvanların kaç tanesi nerelere satıldı? Karantinaya alınan hastaneler hangileri, kaç kişi karantinada? Vakti zamanında devlet başkanlarının radyasyonlu çay içerek halka gösteri yaptığı, haber programlarında gizli kamerayla çekilen AIDS ile ilgili bir belgesel geliyor aklıma; bir seks işçisi yolda bekliyor, hop bir araba duruyor. Kadın açık seçik AIDS hastası olduğunu söylüyor. Ölümcül olduğunu söylüyor, kadının bu sözleri üzerine kahkahalarla gülen iki erkeğin, “sen atla bize bir şey olmaz” dediği bir ülkede şarbon nedir ki? Bir haber daha sadece şarbon hastalığı değil tüberküloz da varmış. Yani bu hayvanların sadece etleri değil, sütleri de hastalıklı. Bu kadar duyarsızlık, insan hayatının bu kadar ucuz olduğu hangi ülke var ben bilmiyorum. Şimdi düşünüyorum, küçücük bebeleri olan anneler ne yapıyor? Şenlikle kurban kesen, kurban kanını çocuklarının alınlarına süren babalar ne yapıyor? Derin dondurucularında paket paket et biriktirenlerin işi kolay, iki adam çağırıp dondurucuyla birlikte etleri gömmeleri ve kireçle kaplamaları gerek, yapıyorlar mı bilmiyorum. Çünkü muhterem halkımızın bir huyu vardır, görmediğine inanmaz. Anca çevrede ya da evlerinde herhangi birinin bacaklarında kapkara çıbanları görürlerse, durumun vehametine inanırlar. Etler sanırım ancak o zaman gömülür. Bu arada ülkeyi yönetenler durumun vehametinin farkında değiller ya da kendilerinin bir çeşit koruma zırhıyla korunduklarına inanıyorlar. Ya da Allah onları koruyor. Bu nedenle şarbon hastalığının ölümcüllüğünü anlatan, açıklayan, doğru dürüst haber veren yandaş bir tek kanal, bir tek gazete yok! Balığa sırtını dönmüş, beslenmesi ete dayalı bir ülkede şaşılacak bir sessizlik var. Ya da ülkede et yiyebilenlerin sayısı o kadar az ki, kimse yollara düşmüyor. Ekmek ve kola çoktan etin yerini almış. Galiba bu sessizliğin nedeni bu. 9 EYLÜL 2018 SAYI: 33940 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya Yazıişleri Müdürleri Serkan Ozan / Olcay Büyüktaş Akça Sorumlu Müdür Ozan Alper Yurtoğlu Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Dijital Medya Koordinatörü Bülent Mumay Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05:03 04:50 05:17 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06:31 13:08 16:42 06:17 12:52 16:26 06:40 13:15 16:49 Akşam 19:32 19:16 19:38 Yatsı 20:54 20:36 20:56 1980’li yıllarda Türkiye gündemini, bazılarını okul kapı saat içinde cevap verdi.  Zor tuttuğu bir öfkeyle yazdığı cevapta, özetle: larından devşirip ailelerin “Politiken, Harun Yah den kopardığı iyi yetişmiş ya ve Yaratılış Atlası’nı gençlerle meşgul eden öven bir makale elbette Adnan Oktar ve çetesi; yayımlamadı! Böyle 90’larda kan kaçakçılığı, bir yapıt, asgari dü fuhuş ticareti, tehditle zeyde bilimsel kültür şantaj, illegal telefon ka sahibi olan herkes için yıtları gibi “adi” suçlarla anılıyordu.  Övgünün sahtesi, gülünç bir kitaptır ve sahtekârlıklarla dolu Danimarka’dan döner...1999 yılında hazırlanan DGM iddianamesinde de dur” diyordu. “Aksine, Politiken bu olayı zaten bu suçlar ve “çıkar amaçlı silahlı örgüt kurmak”la itham edildi. Başka bir deyişle Adnancılar bildiğiniz mafya, Adnan da bu mafyanın babasıydı! İşte böyle bir mafya babası, Mustafa Akyol gibi “prezantabl” müridleri sayesinde güvenini kazanıp desteğini aldığı Evangelist Kilise’nin Yaratılış Atlası’nı Harun Yahya takma adıyla yayımlayarak sınıf atladı! Deli raporlarıyla hapisten kurtarılan Adnan Oktar, Türkiye’deki avanak devletlilerin bilimsel mantığı gömmek için Evrim teo tüel sahtekârlık” diye nitelenen Yaratılış Atlası’nın okullara, kitaplıklara, hatta hükümet üyeleri ve milletvekillerine bedava gönderilmesi infiale yol açmış, sonunda toplatılıp imha edilmişti. Oysa Adnancıların sayısız “yaratılışçı” sitesinde, yabancı basında çıkan, atlas hakkında övgü dolu, ama asılları ortada olmayan makalelerin Türkçe çevirileri (!) yayımlanıyordu!  Bir değil, on değil, yüzlerce sahte makale üreten ve sayısız internet sitesi kuran Adnancı (Atlas Danimarka’ya da bedava yağdırılmıştı) incelediği 12 Kasım 2007 tarihli sayısında pek çok uzmanın görüşlerine yer vermiş ve bu uzmanlar, söz konusu yapıtın hiçbir bilimsel değer taşımadığının, bilimsel Darwinizme propaganda yöntemleriyle saldıran yaratılışçı kampanyanın bir parçası olduğunun altını çizmişlerdir…” HHH Adnancıların yalan uçurtmasını, kuyruğundan yakalamıştım! Togen Seidenfaden’den gelen risine karşı gökte ararken yerde ların; sanıldığından çok daha cevap çerçevesinde, 28 Aralık bulduğu çakma antidot, yaratılış kalabalık, derin, yaygın, teknik 2007 tarihinde “Yahya’nın mumu savı sayesinde adeta saygınlık altyapısı son derece gelişmiş, Politiken’e kadar” başlıklı alaycı kazandı. Harun Yahya namıyla organize bir suç örgütü olduğu bir yazı yayımladım. mehdi olduğunu sezdirmeye nu böylece anladım.  Tabii ki çıldırdılar.  başladı.  Adnancı sitelerin hepsini tek Yakınlarım, “Adnancılar çok Bu saygınlık elbette uzun sür başıma kontrol etmem mümkün tehlikeli, üstelik fuhuş ve şantaj meyecek, eşya tabii ki aslına, değildi. Atlasa sahte övgü dü örgütü. Senin işin değil, uğraş yani Harun Yahya çok geçme zen dünya basınını da bire bir ma!” diyorlardı. Ama bu çakma den A9 kanalında kediciklerle izleyemezdim. mehdi, hakiki mafya ile birileri oynaşan Adnan Oktar’a, Ad HHH nin de uğraşması gerekiyordu. nancılar da fuhuş, şantaj, kan Ama bazen doğruların ayağına Özellikle Evangelist yaratılış ticareti vb’den beslenen kriminal gelir eğriler…  safsatası, eğitime zerkedilmeye suç örgütüne dönmekte gecik Bir gün, Adnancı sitelerden başladıktan sonra…    meyecekti. birinde Danimarkalı Politiken Ve boğuşma başladı.  HHH gazetesinde güya Yaratılış Devamı haftaya...    Ama 2007’de Adnancı mafya, Atlası’nın övüldüğü bir makale YN: Aziz okurlarım, gaze henüz Evangelistlerin ekme çevirisine rastgeldim.  temiz Cumhuriyet’in kuruluş ğini yiyor, Yaratılış Atlası’nın İşte bu olamazdı! ilkeleriyle yeniden buluştuğu Türkiye’de gördüğü izzet ikram Danimarka’nın küçük nüfu bugün, onu temel değerleriyle ile bizim şuursuz devletten al suna karşın yarım milyondan yaşatacak olan Cumhuriyet dıkları alkışı, sanki çakma atlasın fazla okuru olan Politiken, ilerici Vakfı’nın yeni yönetim ku on binlercesini gönderdikleri çizgisi ve ciddiyetiyle öne çıkan rulunu ve görev almaktan dünya ülkelerinden de alıyormuş saygın bir gazeteydi. onur duyduğum yayın ku gibi yapıyorlardı.  Gazetenin Yazı İşleri Müdürü rulunu gönülden kutluyor; Bir dış muhabir olarak benim Toger Seidenfaden’e bir mail Cumhuriyet’in bir gazeteyi Adnancılara yönelik ilgim de za gönderdim. Adamcağız, Adnan çok aşan aydınlatmacı ışığını ten bu sahte alkışlarla başladı. cıların uyduruk makalesine o ka sizlerle birlikte güçlendirece Örneğin Fransa’da “entellek dar sinirlenmiş olmalı ki, birkaç ğimizin güvenini taşıyorum. Aziz Nesin, oran verdiği için mahkemeye düşmüştü. dek mutlu Sadece voülacmtwuawntıawlyha.omarhı[email protected] salgılanan hormonlar ne İngiliz nöroloji profe deniyle keyifli hale geliyor. sörü, belki de ondan ve İnsanların mutluluk düzeni mizahından esinlenmiş, bu düzeneği değişkendir. yüzden sosyal medyada Mutluluğu 1 ile 10 arasın yüzdesiz konuşuyor: da bir çizgide düşünürsek “O kadar çok fazla sayı bazı insanlar şanslı biyo da aptal insanla çevriliyiz kimyasal destekle doğu Mutluluk siyasalki!.. Bunu hâlâ fark etme diyseniz, siz de onlardan birisiniz! Mesajı silin haya yorlar. Mutlulukları 8’de sabitlenmiştir. Dolar 20 TL’ye de çıksa, değil kimyasaldırtınıza devam edin. Dünya ve ülkeler nüfusunun zeki, kültürlü ve birikimli insan Sn. Reis bu kez Uludağ’da 700 odalı bir saray yaptırma kararı alsa da almasa lardan oluşmadığı bir sır da ya da Kılıçdaroğlu se değil. Bu kitlenin değiş “Toplumsal belirsizlikler, ge çim şansını 10. kez dene mesi mantıklı ve zeki davranması leceği görememek, ekonomik mekten vazgeçmese de mutluluk mümkün değil. Aptal değilim di problemler, stres ve gerginlikler kimyaları ortalamanın hep üstün yorsanız, azınlıktasınız ve bu yüz nedeniyle ruh hekimine başvurular dedir. Ama bu tür insanlar azınlık den değişim sizden başlamalı. hızla artıyor.” tadır. Kimyasal desteğe muhtaç Bir ilaç geliştirdik, zekâ düze Kimi sosyal bilimciler ve siya olanlar ise çoğunluktadır. yinizi kalıcı olarak düşürüyor.. setçiler gerginliğin ve mutsuz Bizim gibi ülkelerde bir kesim Sakın ha ‘Neden’ demeyin. Çünkü luğun düşük gelir, özgürlükler için mutluluk siyasaldır. O yüzden düşük ve durgun zekâlı yurttaşlar ve insan hakları ile ilişkili olduğu Trump’ın Erdoğan’a benzeyen için hayat çok daha kolay. Bu ilaç iddiasındalar. hallerine veya Saray’da konuklara sayesinde siz daha mutlu, ülkeniz Biyologlar ise huzur ve mutlulu yerli ve milli ayran yerine, ithal ise daha huzurlu bir yer haline ğun tümüyle biyokimyasal etken ejder suyu ikram etmesine bakıp geliyor. Merak etmeyin yine oy lere bağlı olduğunu savunuyorlar. sevinmek yerine kolayca keder vermeye ve mitinglere gidebilir, HHH lenirler. sevdiğiniz dizileri, gazeteleri yine Uzun süredir en çok satan ki Yurttaşlarımızın her yıl 1 milyon izlersiniz. Bu ilaç sadece içinizdeki tapları arasında yer alan (dünyada artarak ruh hekimlerine koşması endişe, kırgınlık ve kızgınlıkları 8 milyon ve ülkemizde 500 bin ve yılda 50 milyon kutu mutluluk yok edecektir. En önemlisi de adet) “İnsan Türünün Tarihi hapı tüketmesi boşuna değil! şu: Bu ilaç sizi azınlık olmaktan Sapiens”in İsrailli yazarı Y. Noah Madem, bilimsel olarak saptan çıkaracak, mutlu huzurlu büyük Harari mutluluğun kimyasal ve dığı üzere mutluluk beyinde olu çoğunluğa dahil edecektir!” (Cor genetik etkenlere bağlı olduğunu şan kimyasal bir olay, buna daha nelius Grouppe) açıklıyor. toptan ve daha kesin bir çözüm HHH Buna göre, tüm zihinsel durum gerekiyor. Sağlık Bakanlığı rakamlarına lar gibi mutluluk da maaş, top Her kapıya kömür torbası veya göre ülkemizde yılda 8.6 milyon lumsal ilişkiler veya siyasal hak makarna kolisi gibi “mutluluk kişi ruh ve sinir hastalıkları dokto ve özgürlükler ile değil, karmaşık hapı” konulamayacağına göre, runa başvuruyor. bir sinirler, nöronlar, sinapsla, şebeke suları ve ekmek mayaları Antidepresan kullanımı ise her serotonin dopamin ve oksitoksin serotonin, dopamin ve oksitoksin yıl artıyor. Son 5 yılın artışı yüzde gibi çeşitli biyolojik öğelerce be hormonu ile takviye edilmelidir. 25.6! lirleniyor. Bir KHK yeterlidir. Yılda yaklaşık 50 milyon kutu Kısacası aydın kesimin inan “Kişi başına düşen mutluluk”, psikolojik ilaç reçetesi yazılıyor. dığının aksine mutluluk “siyasal” bir ülke için “kişi başına milli Evet, elli milyon! değil “kimyasal.” gelir”den çok daha değerli bir iti Türkiye Psikiyatri Kimse oy verdiği parti seçimi bar kaynağıdır. Derneği’nden Profesör Figen kazandığı, yeni bir ev aldığı veya Böylesi bir yüce itibara ise Muh Karadağ açıklıyor: gerçek aşkı bulduğu için sonsuza terem Reisimiz fazlasıyla layıktır. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] yorum 13 Önce Cumhuriyet!akancığım, yayın kurulu kararıyla, gazetenin Haber Müdürü oldun. Kararı “Hoy birliği ile aldık. Seni kutluyor, gözlerinden öpüyorum.” Yıl 1994. Telefondaki Hikmet Çetinkaya. “Peki abi” dedim… Fakat öfkeliyim. “Gazeteciyim ben, haberci, röportajcı, fotoğrafçı. Üstelik gencim henüz. Sokakta olmalıyım, masa başında değil” diyorum kendi kendime. Kaldı ki, haber müdürlüğü ne demek? Hem de İlhan Selçuk’ların, Uğur Mumcu’ların gazetesinde. Cumhuriyet’te. Bu kadar ağır bir sorumluluk, bu kadar ağır bir yükün altından nasıl kalkarım. Cumhuriyet’teki 11. yılım. Art arda ödüller alıyorum. Haber, röportaj, fotoğraf ödülleri... Yılın tarım gazetecisi, yılın çevre gazetecisi… İlk fırsatta soluğu İlhan Ağabey’in yanında aldım. Anlattım da anlattım. İlhan Ağabey sakin bir şekilde dinlerdi bizleri. Yine öyle yaptı. Sonra baktım gülümsüyor. İlhan Ağabey gözlerini yüzüme dikti mi, içimden geçeni okuyor diye düşünürdüm. Ona yalan söyleyemezdiniz. Kül yutmazdı. Bir bilgeydi o. Hemen anlamıştı durumu, korktuğumu. Bu ağır yükün altından kalkamamaktan, İlhan Selçuk’lara, Uğur Mumcu’lara, Hikmet Çetinkaya’lara mahcup olmaktan korkuyordum. “Sevgili Hakan” dedi gülümseyerek; “Seni biz seçtik ve kimi seçeceğimizi biliriz. Bana güvenmiyor musun?” Nasıl güvenmem… Daha birkaç yıl önce, istifa etmiştik gazeteden. Hep birlikte. Zor zamanlardı. Sonra döndük… Yuvaya. “Anladım ağabey” dedim. Kalkmak üzereyken, “Otur otur” dedi. “Biliyor musun, ayağa kalkan o ilk insan var ya Homo Erectus, belki daha önceki. İşte o ilk devrimcidir” diye girdi söze. Tarım devrimi, insanlığın uygarlaşma sürecini anlattı. Aydınlanmayı, Fransız İhtilali’ni, 1917 Devrimi’ni, Kurtuluş Savaşı’nı, Atatürk’ü… O konuştukça bin yıllar geçiyordu gözümün önünden. Dünya tarihi bu kadar güzel özetlenemezdi. Sonunda Cumhuriyet’e getirdi sözü ve gazetenin tüm bu süreçteki yerini, önemini anlattı. Yanından ayrıldığımda son tümcesi kafamda yankılanıyordu: “Biz büyük bir kavganın içindeyiz Hakan. Bunun bilincinde olmak lazım.” 20 yılım geçti haber müdürlüğü koltuğunda. Bir yıl sonra bu kez İlhan Ağabey’di telefondaki. “Bugün yayın kurulu yapacağız Hakan. Seni de bekliyoruz.” Yayın Kurulu üyesi oldum. 24 yıl boyunca. Sonra yazarlık, vakıf yönetim kurulu üyeliği ve Silivri… Acı ve tatlı pek çok anım var bu gazetede. Bu gazetenin çalışanı olmaktan her zaman onur duydum. Düşünsenize efsane isimlerle aynı havayı soluyorsunuz. Üstelik size, maaş bile ödüyorlar. Oysa biz bedava çalışmaya razıydık. Yeter ki Cumhuriyet’te olalım. Nadir Nadi’ye hayrandım. Tıpkı onun gibi bir “Mozart dostu”ydum ben de. Melih Cevdet Anday’ın yazılarını iple çektiğimi anımsıyorum. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ile tanıştığımda dizlerim titriyordu. Saygın, olağanüstü bir insan ve öylesine zarif ki… Sonra Oktay Akbal, Ali Sirmen, Erdal Atabek sonrasında Orhan Erinç, Emre Kongar… En zor koşullarda bile asla direncini, umudunu yitirmeyen insanlar. Daima gülümsemeyi başarabilen insanlar. Efsane isimler. Ve elbette Hikmet Çetinkaya… Ağabeyim, dostum. Çok emeği var üzerimde, üzerimizde... Cezaevindeyken insanın düşünmek için çok zamanı oluyor. Her şeyi okuyorsunuz. Bizler hakkında yazılanları, söylenenleri… Sonra söylenmeyenleri, suskun kalanları düşünüyorsunuz. İnciniyorsunuz kimi zaman. Kimi zaman da öfkeleniyorsunuz. Bazı şeyler insana hapiste olmaktan daha çok koyuyor. Fakat o kadar çok şey yaşadık ki Cumhuriyet’te. Uğur Ağabey’in öldürüldüğü günü anımsıyorum. İçimden bir şey koptu o gün. Akşama doğru, iş bittikten, gazeteyi bağladıktan sonra tuvalete gittiğimi, gizli gizli ağladığımı anımsıyorum… Hayrandık ona. Uğur Ağabey gibi olmak istiyorduk hepimiz. Olamadık elbet. Kolay mı bir Uğur Mumcu olmak, İlhan Selçuk olmak. Uğur Mumcu’yla sohbetlerimde sık sık söylediği o söz geliyor aklıma: “Gerçeğin kendisi devrimcidir.” Gerçeğin peşinde koştuk hep. Uğur Ağabey’in ölümünden sonra da sürdü baskılar, ölüm tehditleri… Sonra Ergenekon süreci... Çalkantılar eksik olmadı hiç: Tartışmalar, kavgalar, istifalar… Büyük çoğunluğu kamuoyuna yansımadı. Cumhuriyet’in zarar görmesine kimse izin vermedi. Söz konusu olan Cumhuriyet’se eğer, yaşanan sıkıntıların, öfkenin, dargınlıkların önemi yoktu. İnsanlar bu gazete için yaşamlarını verdiler. Durum yine öyle. Cumhuriyet gazetesinde, mahkeme kararı gereği yeniden seçim yapıldı. Yeni bir yönetim belirlendi. İnternette bu değişimi sevinçle karşılayanlar var. “Tamam işte ne güzel oldu” diyenler. Üzgün olanlar, tepki gösterenler de var. Benim sözüm işte o üzülenlere. Elbette üzülebilir, Cumhuriyet’e kızabilirsiniz. Gazeteye mektup yazın, tıpkı tüm haber müdürlüğüm boyunca bana yaptığınız gibi yöneticilere telefon açın, görüşlerinizi dile getirin. Ama Cumhuriyet’i almaktan asla vazgeçmeyin. Cumhuriyet sizin gazeteniz. Sahip çıkın ona. Bizler gelip geçiciyiz, Cumhuriyet kalıcı. Bugün Türkiye’de, Cumhuriyet’e her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Ben, Cumhuriyet gazetesinin olmadığı bir Türkiye’yi hayal bile edemem. Cumhuriyet’siz nefes alamayız. HHH Emre Kongar’a yönelik bazı tweet’ler gördüm. Niye ayrılmıyorsun demiş biri. Gerçi o gereken yanıtı vermiş. Ben yine de söyleyeyim: O bir “Cumhuriyet yazarı”. Yönetici değil. Hepimiz gibi yapacağına kendi karar verir. Cumhuriyet kimsenin malı değil. Ve bilmeyenler için altını çizmekte fayda var: Emre Kongar, İlhan Ağabey’e çok yakın biriydi. Onun çok sevdiği bir yazardı. Bana gelince, yaşanan onca şeyden sonra, gazetede kalmam artık mümkün değil. Hafta başında istifa ettim. Sessiz sedasız ayrılıyorum. Söyleyecek şey çok elbette. Ama bunun ne zamanı ne de yeri: Önce Cumhuriyet. İstinaf Mahkemesi’nin kararının ardından yeniden Silivri yolu görünmezse eğer, kızımla ilgileneceğim en çok. Ayrı kaldığımız zamanların onda bıraktığı izleri silmeye çalışacağım. Birlikte müzik yapacağız. Bizimki 8 yaşına girdi. Piyano çalmayı öğreniyor. Sanırım Nadir Nadi gibi, benim gibi o da bir “Mozart dostu” olacak. Onun doğum günlerini kutlarken Uğur Mumcu’yu anıyoruz hep. Doğum günleri aynı: 22 Ağustos. Ve elbette ki Cumhuriyet okumaya devam edeceğim. Sevgiyle kalın. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle