19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞ[email protected] eposta: [email protected] Cumartesi 17 Kasım 2018 2 TASARIM: BAHADIR AKTAŞ için imece çağrısı Andımız, meb’in Bu kampanya; CUMOK’un (Cumhuriyet Okurları), Atatürk devrimlerine inanmış Atatürkçü Düşünce Derneği, kadın kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin çağrısıdır. Bu tüm halkımıza, “son kale”nin korunma sı için önemli, içten ve açık yürekli bir çağrıdır. Bu çağrıya Atatürkçü sivil toplum örgütleri, kuruluşlar destek vereceklerini Cumhuriyet Vakfı’na bildirmişlerdir. Vakıf senedimize göre, CUMOK’ların çağrısıyla başla yan kampanyayla bağış almaya vakfımız yetkilidir. Bağışlarınızı “26 Ekim26 Kasım 2018” tarihleri arasında bir ay süresince gazetemizden ve internet sitemizden duyurulan hesap numaralarına yatırabilirsiniz. l TL Iban numarası: TR67 0006 4000 0011 3980 0074 52 l USD Iban numarası: TR69 0006 4000 0021 3980 0112 91 l Euro Iban numarası: TR28 0006 4000 0021 3980 0118 35  l Bağışlarınızı IBAN he sapları dışında ayrıca Türkiye İş Bankası Şişli Ticari Şube, Şube Kodu: 1398 Hesap No: 7452 No’lu hesaba da yatırabilirsiniz. lCumhuriyet Vakfı’nın web sitesi www.cumhuriyetvakfi.org.tr adresi üzerinden de bağış yapabilirsiniz. Atatürk’ü doğru anlamak AHMET YAVUZ Atatürk kimsenin yadsıyamayacağı iki büyük iş yaptı: Ülkeyi işgalden ve Sevr hükümlerinden kurtardı, büyük zorluklara rağmen Cumhuriyeti kurdu. İlkini inkâr edenlerin sayısı dikkate alınmayacak kadar azdır. Kimse de onları ciddiye almaz. Ancak fırsat bulduklarında “Kurtuluş Savaşı” üzerine başka bir hikâye yazarak cahil kesimleri etkilemekten geri durmazlar. Mevcut iktidar bile artık bu konuda farklı bir çizgiye, belki de koşulların dayatmasının bir sonucu olarak, gelmiş bulunuyor. Kurduğu “Cumhuriyet” ise nimetlerinden yararlanmalarına rağmen kimilerince kabul görmüyor. Bu kabul görmeme hali kimlikten başlıyor, laiklikle noktalanıyor. Bunun en tipik örneği, Danıştay’ın Andımıza ilişkin kararına gösterilen tepkiler ile bir kez daha görüldü. Osmanlı’nın son dönemlerinde, Yusuf Akçura, Üç Tarzı Siyaset adlı makalesinde üç ayrı siyasi eğilimi ele alır: Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük... Üç ayrı siyasi eğilim Osmanlıcılık Tanzimat’ta denenmiş ama yürümemiş; İslamcılık Arnavutların ayrılığı ile tökezlemiş, Arapların ayrılıkçı talepleri ve ayrılmaları sonucu iflas etmiş; modern milliyetçilik anlamında Türkçülük yegâne kaldıraç haline gelmiş ve Kurtuluş Savaşı o sayede verilebilmiştir. Kemal Karpat da, fiiliyatta Türk kimliğinin Anadolu ve Rumeli’de yaşayan Müslümanları kapsadığına vurgu yapmaktadır. (1) Türkiye’nin gerçek anlamda ilk anayasası olan 1924 Anayasasının vatandaşlığı tanımlayan 88. maddesi her türlü ve din ayrımını reddederek kaleme alınmıştır: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla (Türk) ıtlak olunur.” Millet kavramını hiçbir vatandaşı dışarıda bırakmadan tanımlayan da Atatürk olmuştur: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” (2) Atatürk’ün bu dönemde yaptırdığı antropoloji çalışmalarını ırkçılık olarak tanımlayan cahillerin şu bilimsel saptamayı okuduğunu da sanmıyorum: “İnsanlar Türk, Kürt, Laz, Çerkes gibi etnik ayrıma uğramıyor, brakisefal, mezosefal ve dolikosefal türü tasnif görüyordu. Brakisefal bir Kürt veya Laz, Laiklik, devletin işleyişini düzenleyen yasaları çıkarırken dini referansları esas almamayı sağlayan bir kavramdır. Kimsenin inancına ilişkin bir tercihi içermez. Egemenliğin kaynağı olarak halkı ve haklı olarak dogma yerine aklı görür. Laikliğin ikiz kardeşi yani olmazsa olmazı ise liyakattir. dolikosefal bir Türk’e oranla daha ‘mütekamil’di. (...) Son kertede Erken Cumhuriyet’in ‘ırk sorunu’, ‘defansif’ti. İçe değil, dışa dönüktü. Batı’daki önyargılara, kalıtımsal mitlere Türkleri aşağılayan ifadeleri kastediyor, AY karşı direnişi simgeliyordu. Türkler de Avrupalılar gibi ‘uygar’ bir ‘ırk’tan geliyordu.” (3) Vatandaş kimliği Bu aşağılamalar hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlere Türkler kitabını okumalarını öneririm. (4) Ayrıca bilmek lazım gelir ki, o günlerin antropoloji çalışmaları günümüzün gen çalışmalarıdır. Bu çalışmaları kim reddedebilir? Vatandaş kimliği olarak “Türk” siyasi bir isimdir. Bütün vatandaşla rı kapsar ve kimsenin etnik kimliğini inkâr etmez. Dolayısıyla kimse kalkıp da “... Öteki de kalkıp ben Kürt’üm deme hakkı kazanır” vb. yaklaşımlar bilimsel değildir zira gerçeklerden kopuktur. Ardında popülizm ve her zaman olduğu gibi oy hesabı vardır. İstiklal Marşı’na sahip çıkarak Andımız ile hesaplaşmak da yanlıştır. Üstelik İstiklal Marşı içinde “ırk” ifadesi vardır. O dönemdeki “ırk” kavramıyla bugün anlaşılan “ırk” kavramından farklı (5) olsa da istismara açık bir ifadedir. Ne Türk kimliğine yönelik tartışmalar ne de Andımıza yönelik olanlar tarihsel tutarlılık içermektedir. Atatürk’ün yaşadığı dönemin gerçeklerine uygun çözüm aracıdır. Bu gün de geçerliliğini korumaktadır. Sahip çıkmalıyız. Zira “Türk Milleti” yerine “Türkiye Milleti” inşa gayreti açıktır. AKP bu yolu tutarken iktidar ortağı MHP bunu görmezden gelmektedir. Laikliğin ikiz kardeşi “Kuruluş” ile ikinci ihtilaf konusu laikliktir. Birileri laikliği dinsizlik olarak takdim etmiş ve toplumun bir bölümüne maalesef böyle kabul ettirmiştir. Ateizm dinsizlik olarak nitelenebilecek felsefi bir akımdır. Fransız Devrimini inceleyenler, devrimci laiklerin ateistlerle büyük bir çatışma içine girdiğini bilirler. İki kavram farklıdır. Laiklik, devletin işleyişini düzenleyen yasaları çıkartırken dini referansları esas almamayı sağlayan bir kavramdır. Kimsenin inancına ilişkin bir tercihi içermez. Egemenliğin kaynağı olarak halkı ve haklı olarak dogma yerine aklı görür. Laikliğin ikiz kardeşi yani olmazsa olmazı ise liyakattir. Dinci FETÖ darbe girişimi sanırım bu ikiz kardeşin önemini herkese anlatmış; Atatürk’ü de bir kez daha doğrulamıştır. Tabii anlamasını bilene... Egemen halk özgür bireyler Atatürk kurduğu Cumhuriyet ile neyi amaçlamıştı? Cevabı kısa: Bağımsız bir ülke, egemen bir halk, özgür bireyler... Kadınerkek eşitliğinden bahsetmek gereği bile duymuyorum. Zira özgür birey ikisini birden kapsıyor. Egemen halk, çağdaş hukuk; bağımsız ülke ise beka tehdidinden uzak durmak demektir. Koyduğu ilkelerin tamamı geçerlidir. Rehber niteliğindedir. Ama maalesef hiçbiri tam olarak gerçekleştirilememiştir. Cumhuriyetçilerin görevi, yarım kalanı tamamlamaktır. Bu amaçların sağlanmasının yolu olarak da elbette akıl ve bilimi öngörmüş; vatan sevgisini, cesareti, yüksek sorumluluk duygusunu hayatın merkezine koymuştur. Demek ki tutulacak yol bellidir. (1) Kemal Karpat, Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve İdeoloji, Timaş Yayınları, S. 325 (2) Afet İnan, Medeni Bilgiler, s. 18 (3) Zafer Toprak, Cumhuriyet ve Antropoloji, Doğan Kitap, s. 340341 (4) Stephenos Yerasimos, Türkler, Doruk Yayıncılık, s. 40 vd. (5) Erik Jan Zürcher’den aktaran Murat Somer, Milada Dönüş, Koç Ü. Yayınları, s. 153 dilekçesindeki papağan Yener Oruç Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Danıştay kararını temyiz eden dilekçesinde ulus bilincine geç ulaşmış Türklerin, milli kimliği inşasını hızlandırmak gayesiyle benimsediği “Öğrenci Andı”nın 30’lu yılların ritüeli olduğu hâlâ benimsenmesinin “anakronik (çağdışı) bir yaklaşım “olacağı, yüz yılı dolduracak Türkiye Cumhuriyeti’nde milli kimliğin kazanıldığının kabulü iddiasıyla Andımızın işlevsizliğine hükmedilmesi talep edilmektedir. Tepkiler kaçınılmazdı, aldı da. Çünkü ulus bilincini temellendiren aidiyetle beraber tarih bilincidir. Dilekçede anakronik yaklaşımdan, çağdışı olarak söz edilse de diğer kullanım şekli de tarihlendirmedeki yanılgıyı ve ilişikliği de ifade eder. Oysa bugünkü anlamıyla olmasa da ulus bilinci, aidiyet duygusuyla milletin ortak adla anıldığı anda başlar. Anılmamakla da biter! Andımız noktasında dikkat edilecek de bu zaten... MEB dilekçesinin bir yanılgısı da milli kimliğin oluştuğu sanısıdır. J. Dewey Osmanlı Maarifinin de fark ettiği bir kimlikti. Atatürk’ün teklifiyle oluşan 1920’deki Maarif Kongresi’nde Dewey’in adı geçiyordu. 1924’te Ankara’ya davet edildi. Önerileri alındı. Andımızın müellifi Dr. Reşit Galip, Maarif Bakanıydı ama biyografisine baktığımızda onu “Ulus Bilinci ve Devrim bakanı” olarak da okuyabiliriz. 1933’te 23 Nisan sabahı çocuklarına doğaçlama söylediği sözler, tören açılış konuşmasında da vardı, beğenilmişti ve uygulamaya geçildi. 1933’teki orijinal metni çok kısaydı sonradan ekler yapıldı. 1972’de bir cümle ekle hafta başlarında okunan metin, 1997’de yeni cümleler eklenerek her gün okunmaya başlandı. “Okullarımızda aleni hiçbir ideoloji savunulmamaktadır, askeri bir disiplin uygulaması da bulunmamaktadır” iddiasına da yer veren dilekçenin üslubu ise fecaat. Anadilde ibadet etmeyince siz ne olur sanıyorsunuz! Asıl papağanlaştırma dinde mi yoksa! Atatürk, boşuna Türk milleti için şu sözleri sarf etmemiş “Arapça öğrenmedikçe, Allah’ın ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok yüzyıllar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta, bir kelimesinin anlamını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış, hafızlara döndüler.” MEB, papağandan bahsediyor ya.. Benzer bir durum değil mi anlamını bilmediğin dilde ibadet! Andımızın üzerine gittikçe bir eğitim andından bir milli anda dönüştüğünü görmüyorlar mı? Kartopuydu, çığ oldu. Altında kalacaklar düşünsün diyerek Andımız ve Ezan arasında köprü kurma gayretkeşliğinin sadece bir seçim hesabı olmadığını da belirtelim. Ezanın Türkçeleşmesi Türkçe ibadet için adeta Besmele gibidir. Açıkça itiraz edilemeyen Türkçe Kuran, Türkçe ibadettir. Türkçe ibadet, milli kimliği pekiştir, Arabi kimlikten uzaklaştır ve daha önemlisi İslama sonradan eklemlenmiş ruhban sınıfı reddeder. Kul, dinini anadilinde aracısız yaşar. Kitleler tarikatlara, cemaatlere kapılıp, gitmez. Bir sümüklü vaizde keramet arayıp onun mendilini, peçetesini yutmaya kalkmaz. Demokrasiyi o sümüklü vaize ya da sakallı şeyhe teslim etmez. Oyunu şıhına, şeyhine göre değil, kendi vicdanına göre kullanır. Şimdi siz karar verin kim kimi papağanlaştırıyor! Andımız, öyle altüst kimlik uydurmacasının kategorize edici tayininde bir zorlama değildir. Tüm kimliklerimizle Türklükte bütünleşip millet olmanın ilk basamaktaki çağrısıdır. Onu koruyamamak anayasadan Türk adını silmenin keşif harekâtına izin vermektir. İzin vermek, Ortadoğulaşıp, her gün boğazlaşmaktır. Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ı özlemek İrfan Yalçın Aşağı yukarı on yıl oluyor; Köyceğiz’de, çiçek kokuları içinde bir nisan günüydü en son görüştüğümüz; üç dört saat birlikte olduk; Mümtaz Soysal, ben, eşim Özden. Göle çok yakın bir otel bahçesiydi oturduğumuz yer; ordan burdan konuştuk, bir şeyler atıştırdık, şarap içtik. Bir ara, yüzüne o çok yaraşan eski yara izine oldukça uzun bakmış olacağım ki, tam öyle değilse de, “Neyin izini sürüyorsun bu günlerde?” der gibi gülümsemiş, “Nasıl geçiyor zamanın, hep okumak, yazmak sıkmıyor mu?” diye sormuştu. Yanı başımdaki durgun göle bakıp, “İşte bu durgun göl gibiyim çok zaman” deyince ben, “Tabii, nerde yaşıyorsak öyle oluyoruz, oraya benziyoruz” demişti. Şimdi o artık yazmıyor 12 Eylül sonrasının yorgun ve yaralı kenti Zonguldak, ikimizin de doğup büyüdüğü yer. Ömrünün son yıllarında, Zonguldak’ ın Acılık semtinde, arzuhalcilik yapan Nüfusçu Ahmet Efendi, Mümtaz Soysal’ın anne yönünden büyük babası, benim annemin sevgili dayısı. O gün, orda, kuş sesleriyle dolu bahçede, Zonguldak’ı da konuştuk zaman zaman. Kentin altı, bir buçuk milyar ton en nitelikli taşkömürüyle doluyken yaban ellerden parayla kömür aldığımızı konuştuk. Ama o günlerde, Mümtaz Soysal’ın Cumhuriyet gazetesinde çıkan, Zonguldak’la ilgili bir Soysal’ı en çok ilgilendiren konular Kıbrıs ve genç Cumhuriyetin değerlerinin satılmasıydı. O satışları engellemek için, kararları Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. yazısında, yerel bir habere dayanarak anlattığı bir olayı, bazı sarhoş kişilerin, kırlık bir yerde, güzelim birkaç kuğuyu kesip yediklerini, artıklarını da ortalıkta bırakmalarındaki çirkinliği konuşmadık. Kim ne derse desin, mutluluğu yöneten pek çok şey var; susmak da bunlardan biri olmalı. Fırtınanın geleceğini biliyordu Kıbrıs konusu, onu en çok ilgilendiren konulardan biriydi. Öyle ki, bir ayağı Türkiye’ de bir ayağı Kıbrıs’ta gibiydi o günler. İkinci konu, özelleştirmelerdi. Genç Cumhuriyet’in bin bir güçlükle oluşturduğu güzelliklerin yok değerine satılmasını engellemek için Kigem Vakfı’nın başına geçip elinden geleni yaptı, alınan kararları Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı bıkıp usanmadan, kamuoyunu uyandırmaya çalıştı; fırtınanın geleceğini biliyordu tabii. Ne çok yazı yazdı her iki konuda da, ne çok uğraştı. Hemen her yazısında, konunun bir yerinden ipucu verir gibi incecik girer, konuya okuyucuyu ısındırmak istercesine küçük dokundurmalarla yavaş yavaş ilerledikten sonra o can alıcı noktayı bulup onu didik didik eder, söyleyeceğini en yetkin biçimde söylerdi sonunda. 12 Mart’ın derin karanlığından Sevgi Soysal’ la el ele tutuşup çıktı; “Anayasanın Anlamı”’nı anlamayanlara en güzel dersi verdi. Sonra o ölümler geldi; en büyük hüznü Sevgi Soysal’ın ölümünde yaşadı belki de. Rüştü Onur’la Muzaffer Tayyip Uslu’nun okul arkadaşı, Zonguldak’ın ilk gazetecilerinden ağabeyi Muzaffer Soysal’ın ölümünü, daha sonra da Cumhuriyet’in ilk kadın profesörlerinden ablası Selma Soysal’ın ölümünü yorgun bir sesle kulaklara fısıldar gibi yazdı; aklımda hâlâ. Zonguldak’a son gidişimde, yıllar önce, liseye (Mehmet Çelikel Lisesi) giderken geçtiğim o yollarda yürümek geldi içimden nedense. Ama Soğuksu’ya sarkan köprüyü geçip beş, altı yüz metre yürüdükten sonra caydım; yollar, sokaklar, ev önleri, kaldırımlar, yani çatıların dışında her yer araba doluydu. Bir an durup sağıma soluma iyice bakındığımda şaşırır gibi oldum; bulunduğum yerin tam karşısında, köşe başında, Mümtaz Soysal’ların iki katlı, tahtaları kararmış ahşap evleri vardı bir zamanlar, anımsadım. Yoktu ama şimdi o, çirkin bir yapı yükseliyordu yerinde. Şaşkın şaşkın bakarken ben öyle, yüzü kapkara bir sakal içinde erimiş gibi biri, “Kimi arıyon dayı?” diye seslendi karşı kaldırımdan. “Gençliğimi” dedim ve geri dönüp yürüdüm. “Güzel Huzursuzluk” tu sanki o an her şey, öyle geldi bana. İnce, yorgun bir yağmur başlamıştı. Şimdi o artık yazmıyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle