25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Petty’nin ölüm nedeni yanlışlıkla aşırı doz ilaç 2 Ekim 2017’de 67 yaşında hayatını kaybeden dünyaca ünlü rock müzik şarkıcısı, bestecisi ve aktör Tom Petty’nin, aşırı doz ilaç aldığı için yaşamını yitirdiği açıklandı. Petty’nin ailesinden yapılan açık lamada, sanatçının diz problemi ve en önemlisi kalça kırığı gibi sorunları olduğu belirtilerek, “Bizim görüşümüze göre acısının dayanılmaz olması fazla ilaç kullanmasına neden oldu” denildi. Pazar 21 Ocak 2018 EDİTÖR: ORHUN ATMIŞ TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN kultur@cumhuriyet.com.tr 15 Oyunda Erkal’ın yanı sıra Şirvan Akan, Ayşe Lebriz, Lütfi Can Bulut gibi isimler yer alıyor. Tanıdık hikâye Genco Erkal’ın ‘Göçmenleeeer’ tiyatro oyunu, bizim izleyicimizin yabancısı olmadığı olayları konu ediniyor Zehra İpşiroğlu Bundan yıllarca önce Ariane Mnochkine’nin sığınmacıları konu alan yedi saatlik “Son Kervansaray” oyununu izlemiştim. Savaştan, köktendincilikten, şiddetten, açlıktan kaçanların Avrupa sınırında yaşadıkları o kadar korkunçtu ki sahneler insanın belleğine bir daha çıkmamacasına yerleşip kalıyordu. Şimdi de bizde bu konu Genco Erkal’ın sahnelediği Matei Visniec’in yazdığı belgesel oyunu “Göçmenleeer”le gündeme geliyor. İç içe geçen küçük sahnelerden oluşan bu oyunun en belirgin özelliği para, kâr ve çıkar dünyasında insanların yüreklerinin buz kesilmesi. Empatinin e’sinin bile olmadığı bir ortamda insanların çaresizliği bir ticaret aracına dönüşüyor. Ölümü göze alarak kendi ülkelerindeki sefaletten ve savaştan kaçan göçmenlerin insan tüccarlarının ellerine düşmeleriyle yaşadıkları karabasanı aşama aşama izliyoruz. Sahnedeki dev ekranda çaresizliklerine tanık olurken onlardan yararlanmaya çalışanların yalanları, insanları güdümleyen politikacının ikiyüzlülüğü, organ mafyasının acımazlığı, kadın tüccarlarının boş vaatleri, kaçakçıların manipülasyonu, dili öylesine tersyüz ederek çarpıtıyor ki kara mizah kapımızı çalıyor. Yalanın gerçek olarak savunulmasının yarattığı buruk gülmece duygusu, aka kara, karaya ak denilmesi özellikle bizim izleyicimize çok tanıdık gelecektir. Ancak boğazımızda tıkanıp kalan çok acı bir gülmece bu, çünkü hoş sözlerle süslü paketlere sarılmış olan yalanın tuzağına düşenlerin sayısı o kadar çok ki. Öte yandan kaçak sığınmacıların yerini saptayan kalp atış dedektörleri, yeşilliklerle süslenmiş çevreci telli diken örgüler gibi buluşlar çarpıcı yabancılaştırma etkileri oluşturuyor. Genco Erkal kaçakçı, insan tüccarı, kadın satıcısı, organ mafyası, politikacı, seyyar satıcı, mezarcı, rolle riyle insan ticareti ve sömürüsünün farklı boyutlarını her sahnede çok çarpıcı bir biçimde gösterirken, Ayşe Lebriz’in dışındaki oyuncular zayıf kalıyor. Sözgelimi böbreği, gözü, sonunda da canı gidecek olan çaresiz bir mülteci ne tür ruhsal dalgalanmalar yaşamıştır? Oyunculukta bu duygu izleyiciye hiç geçmiyor. Acaba sahnede buna benzer olayları yaşamış olan gerçek göçmenler yer alsaydı yaşananlar özgünlüğü ve canlılığıyla bizi can evimizden vurmaz mıydı? Kurgu ve yorum çarpıcı Kısaca oyunun film, oyunculuk ve anlatımı iç içe ören sahnelerden oluşan dramaturjik kurgusu ve yorumu çok çarpıcı. Ayrıca empati eksikliğinin dev boyutlarda yaşandığı, göçmenlere olan düşmanlığın da günden güne arttığı ülkemizde böyle bir oyunun seçilmiş olması bile çok önemli. Gündelik yaşamda “Ben mi onları buraya davet ettim?”, “Kendi ülkelerinde kalsalardı”, “Gelmek için bula bula burayı mı bulmuşlar?”, “Kendi ülkemin sorunları bana yetiyor, bir de Suriyelilerle mi uğraşacağım”, “Yanlış politikaların acısı benden mi çıkacak?” gibi söylemleri ne çok duymuşuzdur. Göçmenlerin keyiflerinden gelmediğini, dahası küçücük bir umut kırın tısı için ölümü bile göze aldıklarını açıkladığımızda çoğu kez karşılaştığımız duyarsızlık bizi ne çok yadırgatmıştır. Gerçekle hesaplaşmak Dikkatinizi çekmişse bu tür rahatsız edici konuları insanlar, ben bunu biliyorum neden tiyatroda izleyeyim diye geçiştiriyor; bunu kadın sorunlarını ele alan oyunlara gelen tepkilerde de sık sık görebiliyoruz. Oysa tiyatronun, sanatın belki de en anlamlı ve değerli yanı gerçeklerle hesaplaşmak ve gerçekleri farklı bir açıdan, farklı boyutlarıyla göstermektir. Belki de ben bunu zaten biliyorum diye düşünenler gerçeklerle yüzleşmeden kaçtıkları için özellikle hiçbir şey bilmeyenler ya da bilmek istemeyenlerdir. Öte yandan yaşadığımız sorunlara belgesel tiyatro, taşlama, kara mizah aracılığıyla eleştirel yaklaşan tiyatro oyunları çoğu kez sorunlara kara beyaz çizgileri içinde tek yönlü bakmakla ya da didaktik olmakla suçlanıyor. Yüzeyselleşmenin ve ucuz güldürülerin geçerli olduğu bir ortamda bu tür tepkiler hiç de şaşırtıcı değil. Bu açıdan da bu oyun doğru bir seçim. “Göçmenleeeer”, sahnelendiğinden bu yana izleyicilerden gelen “Biz konuya hiç böyle yaklaşmamıştık”, “Bu oyun bize yeni bir bakış açısı kazandırdı” gibi izlenimler de bu düşünceyi pekiştiriyor. Göçmen sanatçıları keşfetmek Yine de “Göçmenler” profesyonel bir ekiple ya da daha da çarpıcısı göçmen kökenli amatör oyuncularla bambaşka bir renk ve boyut kazanabilirdi. Sanırım göçmen sanatçıları keşfetme zamanı gelmiştir. Batı ülkelerindeki tiyatrolarda bu tür deneyimlere sık sık yer veriliyor. Nitekim “Son Kervansaray” oyununun kalabalık oyuncu kadrosunda farklı ülkelerden gelen çokça amatör göçmen oyuncu yer alıyordu. Şu bir ger çek ki acıyı yaşamış olanlar kendilerini ifade etmek ihtiyacı içindedirler. Bu eğilimden tiyatro da yararlanılabilirse çok şey yapılabilir. Acaba ilerde bu prodüksüyonun bu şekilde gelişmesi mümkün olabilir mi? Bence Zeynep Irgat’la Osman Senemoğlu’nun çok akıcı bir dille çevirdikleri bu oyunun açık biçimi hem oyuna yeni sahneler katmaya ya da bazılarını kısaltmaya hem de yeni oyuncularla geliştirmeye çok uygun. Toplumsal ahlaksızlık nereye kadar? Eğer uygar bir ülkede, çağdaş bir ülkede, kadını ve erkeğiyle, çocuğu ve yaşlısıyla insana, hayvana, yaşama saygı duyulan bir ülkede yaşıyor olsaydık... Eğer adalet duygusundan, hak ve hukuktan nasibini almış, hukuk üstünlüğünün egemen olduğu adil bir devlette yaşıyor olsaydık... Eğer vicdan sahibi insanların çoğunlukta olduğu; cehaletin prim yapmadığı, soran, sorgulayan; toplumsal ahlaksızlığa duyarlı ve bilinçli insanların yaşadığı bir millet olsaydık... Şu anda bütün bu yaşadıklarımızın çoğunu yaşamıyor olacaktık... Ama böyle bir ülkede ve devlette yaşamadığımız için biz günlerdir yan yana gelmesi düşünülemeyecek iki sözcüğü yan yana getirip bu rezilliği yaşıyoruz! “Hamile çocuklar!” ‘Hamile çocuklar’ Yukarıda sıraladığım niteliklere sahip bir ülkede, devlette, yaşasaydık... Sadece bir hastaneye Küçükçekmece’deki Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne, yılda 450500 çocuk hamilenin geldiğini kayıtlara geçirmeyen görevliler, soruşturmayı engelleyen başhekimler, sadece o hastanenin sorumluları değil, açıklamalarıyla infial yaratan Vali de, ülkenin Sağlık Bakanı da çoktan istifa etmiş olurdu... Vali’nin uzun uzun yasalardan, mevzuattan, idari süreçten söz ederek 15 yaş üstü çocukların doğurmasını sıradan gösterme, normalleştirme çabası inanılır gibi değil. Hangi yasa, hangi mevzuat, hangi idari süreç bu ülkede uygulanıyor ki, bu uygulansın? OHA! (Yazınca gördüm: OHA söz cüğüyle OHAL sözcüğü birbirine amma da yakışıyor!) Yine sadece şu son zamanlarda Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın yaşadıklarını düşünmek bile, Osman Kavala’nın hücrede tutulduğunu bilmek bile, bu ülkede yasal ya da idari süreçlerin nasıl işlediğini görmeye, anlamaya yeter!!! Bize düşen görev Şimdi bize düşen, tüm kadın örgütlerine düşen çok önemli bir görev var! O hastanede yaşanan rezilliği ortaya çıkaran sosyal hizmet uzmanı görevlisi İ.N’yi gözümüzün bebeği gibi korumak. Onunla dayanışma içinde olmak. Çünkü malum, bu iktidar, rezilliklerden, ahlaksızlıktan değil, rezilliği ya da ahlaksızlığı ortaya çıkarandan utanıyor. Rezilliği, ahlaksızlığı yazandan, söyleyenden, korkuyor. Onları cezalandırmaya, onlara bedel ödetmeye çalışıyor, onların yaşamını zindan ediyor. İ.N. daha önce iki kez görevinden uzaklaştırıldı. Şimdi korkarım ki; başına daha büyük işler açmaya kalkışanlar olacaktır. Hani yakında suçlu bulunur linç edilmeye kalkışılırsa hiç şaşmam! Münferit olamaz Bir başka görevimiz de aynı durumun başka nerelerde, hangi hastanelerde yaşandığını ortaya çıkarmak... Sakın ola bu bir münferit olaydır falan denmesin! Münferit olay değildir ve olamaz! Kadını şeytan olarak gören zihniyet, yanlış yorumlanan “din” bahanesiyle, bu iktidarla öyle bir yaygınlaştı ki, çevremiz psikopatlarla, ruhsal bozukluk taşıyan sapıklarla doldu. Yasa değişikliğiyle resmi nikâh olmadan, imam nikâhını geçerli kılan iktidar... İmama, müftüye resmi nikâh yetkisi veren iktidar... Sapıklara iyi halden ceza indirimi uygulayan hâkimler oldukça... Görevini yapmaya çalışanlar, doktor ya da sosyal görevli, savcı ya da hâkim sürgünle cezalandırıldıkça... Müftü öğrencilere: “Matematik ve fizik elbet bir yerde biter, iman ve ahlak bizi ebediyete taşır” dedikçe... Laik eğitim başta olmak üzere, karşıdevrim saldırıları boğazımızı sıktıkça... Daha nice utançlar yaşayacağız... Bu toplumsal ahlaksızlık, bu toplumsal çöküş daha nereye kadar sürecek? Buna daha ne kadar izin vereceğiz? Yeter artık demek ve değiştirmek için ne yapıyoruz? Siz ne yapıyorsunuz? Rize’nin ilk ‘kültür evi’ açıldı Ömer ŞAN Rize’nin ilk ve tek KitapKültür Evi olan “Bizum KitapKültür Evi”, oyuncuyazar Ercan Kesal’ın katıldığı söyleşi ve imza günüyle açıldı. Yaklaşık 2 yıldır hazırlıkları sürdürülen kültür ve kitap evinin işletmecisi Sare Yazıcı, isim için mini bir anket düzenlediklerini ifade ederek, “Umarız, herkesin emeği geçerek katkı sunduğu bu özverili çalışma, Rizemizin bu alandaki açığını kapatabilir” dedi. Rize’deki çeşitli sivil toplum örgütleri, sendikalar, Halkevleri ve Haziran Hareketi, DEKAP ile CHP ve ÖDP İl temsilcilerinin de katıldığı “Bizum KitapKültür Evi”nin açılışında Ercan Kesal, “Aslında” adlı kitabı üzerine bir de söyleşi yaptı ve kitabı imzaladı. Kafede 5 bine yakın çeşitli kitap yer aldığı ve haftalık olarak söyleşi ve imza günlerinin devam edeceği kaydedildi. Kitapkültür evi, Rize Merkez Tevfik İleri Caddesi üzerinde hizmet verecek. l RİZE “Çok uzaklardan geliyoruz… çok uzaklardan” Marmara Drama’da iki oyun birden 2005 yılından bu yana Marmara Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren tiyatro topluluğu Marmara Drama, bu sezon iki yeni oyunla birden izleyicisiyle buluşuyor. Topluluğun bu yıl sahnelediği oyunlardan ilki yönetmenliğini Batuhan Kozanoğlu’nun üstlendiği “Akıl Defteri”. JeanClaude Carriére’in ilk kez Théâtre de l’Atelier’de, 1968 yılında sahnelenen oyunu, Phillip Ferrand adında bir adamı ararken, yanlış daireye giren Suzanne ve onu evinden çıkarmaya çalışan JeanJacques’ın öyküsünü anlatıyor. Oyun 28 Ocak Pazar 20.00’de Beyoğlu Tiyatro Tatavla Sahnesi’nde izleyiciyle buluşacak. Diğer oyunsa Peter Weiss’ın unutulmaz eseri “Marat Sade”. Erkan Kılıç’ın sahneye koyduğu oyun 10 Şubat Cumartesi saat 15.30’da Barış Manço Kültür Merkezi’nde izlenebilir. Nurgül Arıkan’ın exlibrisleri sergileniyor Sanatçı Nurgül Arıkan’ın “Buluşma” başlıklı sergisi Galata’daki D’Art Galeri’de ziyaretçilerini bekliyor. Grafik sanatlar, exlibris ve fotoğraf sanatını harmanlayarak çalışmalarını sürdüren Arıkan’ın sergisinde Zeynep Oral, Muazzez İlmiye Çığ, Genco Erkal, Mustafa Balbay, ÜstünŞaylan Akmen, Hayrettin Karaca, Henry Tauber, Olli Ylönen, Miroslav Hlinka, Brigitte Esche, Klaus Rödel gibi isimler için hazırladığı exlibris’ler de yer alıyor. “Buluşma”da dikkat çeken bir başka iş de Arıkan’ın Zeynep Oral için hazırladığı ve Nâzım Hikmet’in “Kız Çocuğu” adlı şiirinden esinlenen exlibris’in gerçek ölçekli bir modeli. Sergi 4 Şubat’a dek devam edecek. Türkçesi: Şükrü Alpagut 336 sf., 22 TL Hiç sona erer mi tarih? “Tarihin sonu”nu ilan edenlere karşı Marksist tarih kuramını öne çıkaran Paul Blackledge, Marx’tan itibaren bu alanda çok önemli yapıtlara ve tartışmalara imza atmış Lenin, Troçki, Lukács, Sartre, Althusser, G. Childe, E. Thompson, P. Anderson ve A. Callinicos gibi düşünürlerin yaklaşımlarını özetliyor. Marksist tarih kuramının güçlü, gelişkin ve hayat dolu olduğunu savunan Blackledge’in Marksist Tarih Kuramı Üzerine adlı bu çalışması, gerek tarihçilerin, kültür, toplum ve siyaset kuramı araştırmacılarının, gerekse kapitalizm karşıtı eylemcilerin ve tüm tarih meraklılarının ilgiyle okuyacağı bir kitap. Büyük şairimiz Nâzım Hikmet’in, tarihi, tarih öncesinden (Kablettarih) alarak anlattığı gibi: “Çok uzaklardan geliyoruz / çok uzaklardan / kaybetmedik bağımızı çok uzaklarla…” www.yordamkitap.com C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle