27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 29 Ekim 2017 EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: ZARİFE SELÇUK Danışman ekonomisi Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu Cumhuriyet, Osmanlı’dan altyapısı harap olmuş, insanı yorgun ve eğitimsiz, sermaye birikimi yetersiz, iş yapmak için bilgi ve deneyimin bulunmadığı bir miras devraldı. Tüm sanayi, ordunun kumaş ihtiyacını karşılayacak tesislerden ibaretti. Cumhuriyetin sembolik anlamda ilk önemli icraatları, ekonomiyi Düyunu Umumiye’ye rehin bırakan kapitülasyonların ve köylü üzerinde ağır bir yük oluşturan ‘aşar’ın kaldırılmasıdır. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde büyük ölçüde ekonominin özel sektör eliyle yürütülmesine ilişkin kararlar alındı. Çünkü Lozan masasında, Sovyet modeline öykünen bir yapı istenmiyordu. Bu dönemde art arda gelen kuraklıklar ve 1929’da patlayan Büyük Bunalım nedeniyle istenen sonuçlar elde edilemedi. 1930’da başlayan devletçilik dönemi ise, Birinci Sanayi Planı’yla sanayileşmede ilk adımların atıldığı, enflasyonsuz ve istikrarlı büyümenin sağlandığı bir başarı örneğidir. Bu dönemde karşılığı kumaş ihracatı ile ödenmek üzere Sovyetler Birliği’nden 8 milyon dolar, 20 yıl geri ödemeli faizsiz kredi alınması dikkat çekicidir. Sonraki döneme ise 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle sanayileşme hamlesinin durması, üretim, tüketim ve istihdam anlamında büyük sıkıntılar çekilmesi damga vurdu. Büyük ölçüde bu mahrumiyete tepkilerle, 1950’de ise “hür teşebbüsçü”, her mahallede bir milyonerle Amerikan tarzı kapitalizm vaat eden DP iktidara geldi. AKP’nin iktidara geldiği 2002’ye kadar inişleriçıkışları, çoğunlukla IMF kapısında sona eren krizleriyle sarsıntılı süreçlerden geçildi. Ne var ki, her şeye karşın modern bir ekonomi olmanın asgari standartlarının tutturulduğunu da göz ardı edemeyiz. İsterseniz bu noktada, şimdi Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan’la özdeşleşen AKP’nin ekonomi zihniyetini köşe taşlarıyla özetleyelim: n 2002’ye kadar uzanan dönemde yol gösterici nitelikte de olsa, ekonomi tartışmalarında beş yıllık kalkınma planları referans alınırdı. AKP’yle Yerli ve milli ekonominin 1 yılda 171 milyar dolar dış borç ödemesi yapması gerekiyor. birlikte, bir IMF yükümlülüğü olarak açıklanan orta vadeli programlar (OVP) dışında geleceğe yönelik bir ufuk bulunmuyor. OVP’lerin de, başta enflasyon olmak üzere, büyüme, istihdam, cari açık öngörüleri hiçbir zaman gerçekleşmiyor. n Tüm sorunlarıyla, ekonomiden sorumlu bakanlıklar arasında bir koordinasyon, işbölümü bulunur; yetki ve sorumluluk alanları bilinirdi. Şimdi ekonomiye büyük ölçüde Cumhurbaşkanı ve Saray danışmanlarının ahkâmları yön veriyor. RTE bir gün “faiz indir” diye bankaları haşlıyor, ertesi gün “enflasyonun nedeni faizdir” teorisini gündeme getiriyor, bütün bakanlar kendini bu doğrultuda pozisyon amak zorunda hissediyor. Hükümet programının ekonomi bölümünde neler yazdığını kimse hatırlamıyor. n Ekonomi bürokrasisinde, müsteşarlık gibi üst düzey makamlar politik tercihlerle belirlense de, liyakate dayalı, büyük ölçüde sınavla seçilmiş bir teknokrat kadrosu bulunurdu. Şimdi ise, tüm kamu kuruluşlarında olduğu gibi ekonomide de, “fıtratı” AKP’ye uymayanlar şansını bile deneyemiyor. Tüm kurumlar, “cemaatlerin, tarikatların, parti teşkilatının” egemenliği altında. Her koşulda vergi Cumhurbaşkanı her ağzını açtığında Hollandalıların, Almanların, “karakterinden, cibilliyetinden” dem vururken, bugün Türkiye, özellikle vergiler ve stopajlar bakımından, bir “sıcak para” cenneti olmaya devam ediyor. Uluslararası Yatırım Pozisyonun’dan gözlenebileceği gibi, yurtdışına yükümlülükler 689 mil yar doları buluyor. 2023’te ihracatın 500 milyar doları aşacağı iddiasını rakamlar yalanlarken, dış borçlar 432 milyar dolara dayandı. “Yerli ve milli” ekonominin önümüzdeki 1 yıl içerisinde tam 171 milyar dolar dış borç ödemesi yapması gerekiyor. AKP döneminde, başta Tüpraş, Petkim, Demir Çelik fabrikaları olmak üzere bütün önemli kamu işletmeleri özelleştirildi. Şimdi de Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) etiketi altında, köprüden geçsen de geçmesen de, hastaneden hizmet alsan da almasan da, özel sektöre fiyat ve miktar garantisi verilen çarpık bir model izleniyor. Böylelikle vergi mükellefi sade yurttaşın cebinden “müteahhitlere” rant aktarılıyor. KİT’lerin Cumhuriyet değerleri çerçevesinde, sadece üretim ve istihdam sağlamayıp; içki içilen, dans edilen lokalleriyle bir modernleşme taşıyıcısı olduğu; spor ve sanat ortamına, kamu kamplarıyla turizm kültürüne katkıda bulunduğu günler de geride kaldı. Türkiye hep, tarım alanında kendine yeterli dünyadaki az sayıda ülke arasında yer almakla övünürdü. AKP’li yıllarda yollar, TOKİ evleri derken, plansız bir şekilde 3.5 milyon hektar tarım alanı ranta kurban edildi. Artık gazete sayfalarını, saman, kırmızı et, mercimek, nohut, fasulye ithalatı gibi, alışıla gelmedik haberler süslüyor. Yurttaşlık temelindeki sosyal hizmetlerin yerine, “hayır hasenat” temelli uygulamalar, “sadaka kültürü” ikame edildi. AKP’ye bağlı belediyelerin özellikle “yurt, burs, kitap ve giyim ihtiyacı” tahsisleri cemaat, tarikat kotalarına göre gerçekleştiriliyor. Öğrenciler “İslami bir hayat tarzına” zorlanıyor. yaşasın cumhuriyet Tüm kazanımla1r9 örselendi Cumhuriyet eğitim alanında büyük atılım yaptı. Şimdi ise demokratik, laik, bilimsel eğitimden hızla uzaklaşılıyor. Eğitim, 94 yıl sonra yeniden dinselleşiyor Mustafa Kemal Atatürk, 25 Ağustos 1924’te toplanan Muallimler Birli ği Kongresi’nde öğretmenlere “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdani hür nesiller ister’’ de di. Sonra devam etti: “Erkek ve kız çocuk larımızın aynı şekilde bütün ilim derecele rindeki öğre nim ve eğitim Figen Atalay lerinin uygulamalı olma sı önemlidir. Memleket ço cuğu, her öğrenim derecesin de ekonomik hayatta istekli, eser sahibi ve başarılı olacak şekilde donanımlı olmalıdır. Milli ahlakımız uygar ilkelerle ve hür düşüncelerle artırılma lıdır. Bu çok önemlidir. Özel likle dikkatinizi çekerim. Göz korkutma ilkesine dayanan ahlak, bir erdem olmadığı gibi güvene de uygun değildir.’’ Atatürk’ün bu sözlerinden 93 yıl sonra geldiğimiz nokta da, sürekli gericileşen eğitim sistemimizde, bilimden, de mokrasiden, katılımcılıktan, yaratıcılıktan, özgür düşünce den söz etmek mümkün değil. Aklı ve bilimi egemen kılan bir sistemde, sorgulama ye teneği gelişmiş, nedensonuç ilişkisi kurabilen bireyler de ğil, dine, ezbere, güce, korku ya, tehdide dayalı sistemde; dindar, itaatkâr, ezberci birey ler yetiştirme çabası mevcut. İlk yasalar Milli Eğitim Bakanlığı 2 Mayıs 1920’de kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim politikaları oluşturulurken, uygulamaya konulan temel yasa Köy Enstitüleri aydınlanma düşüncesinin vücut bulmuş haliydi. lar şunlar oldu: 4 Tevhidi Tedrisat Kanunu 4 Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun 4 İlkmektep Muallim ve Vazifeleri Hakkında Kanun 4 Köy Eğitmenleri Kanunu 4 Köy Enstitüleri Kanunu 4 Korunmaya Muhtaç Çocuklar Hakkında Kanun 4 Orta Tedrisat Muallimleri Kanunu 4 İlköğretim ve Eğitim Kanunu 4 Milli Eğitim Temel Kanunu 4 Yükseköğretim Kanunu Eğitim alanında yapılan en büyük yeniliklerden olan Tevhidi Tedrisat Kanunu ile ülkedeki bütün medreseler ve okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı, denetim altına alındı. Dini bir öğretim kurumu olan medreseler daha sonra kapatıldı. Eğitimin dini esaslara göre verilmesinden vazgeçildi, laik ve çağdaş bir eğitim hedeflendi. Kız ve erkeklerin ayrı ayrı okutulmasına son verildi, karma eğitime geçildi. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş, Cumhuriyetin akıl ve bilim referans alınarak kurulduğunu hatırlatarak, “Okuma yaz ma oranı yüzde 5 dolaylarında olan ve ortaçağı yaşayan bir toplumu laik, demokratik, karma, bilimsel eğitimle çağdaş uygarlığa dönüştürmenin adıydı Cumhuriyet. Mustafa Kemal’in büyük öngörüsüyle aydınlanma düşüncesinin bu topraklarda filizlenmesinin adıydı Cumhuriyet. Kadınlara verilen haklarla, devrimlerle, Mustafa Necati dönemi eğitimkültür atılımlarıyla, çağdaş üniversiteler yasasıyla, Köy Eğitmen Kursları ve Köy Enstitüleriyle, Tercüme Bürosuyla, Hasan Âli Yücel’le, İsmail Hakkı Tonguç ile Cumhuriyet, ulusaldan evrensele yürüyüşün onurlu adımlarıydı. Cumhuriyet eğitim hakkının, insanlık erdeminin adıydı” dedi. İçinde bulunduğumuz dönemde, Cumhuriyetin tüm kazanımlarının örselendiğini, laik, demokratik, bilimsel eğitimden hızla uzaklaşıldığını, eğitimin dinselleştirildiğini, piyasalaştırıldığını ve üniversitelerin susturulduğunu vurgulayan Prof. Kocabaş’a göre, “Bu eğitim politikaları Cumhuriyetin eğitim politikaları asla olamaz.’’ C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle