27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 29 Ekim 2017 EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: ZARİFE SELÇUK >>odasında “Cumhuriyet” ile ilgili açtığı tartışmayı ve gazetemizin kurucusu Muğla Milletvekili Yunus Nadi ile arasındaki diyaloğu şöyle anlatır: 11 Eylül 1923 günü Divandan sonra saat yarımda, reis vekili Sabri Bey (Toprak) ve bir iki arkadaşla yemeğe çıkıyorduk. Parti toplantısının kaçta olduğunu sordu. Üçte idi: n Bana birde olduğunu söylediler onun için erken geldim, dedi. Orasına giderken bizi de çağırdı. Milletvekili olmakla beraber hâlâ yaverliğini yapan eski subaylardan biri, parti tüzüğünün son şeklini getirdi. Tüzük bugün bütün milletvekilleri tarafından birer birer imzalanacaktı. Biraz sonra cebinden tüzüğün bir nüshasını çıkardı. Sahife açığına yazdığı Fransızca bir cümleyi okudu. Bu, Fransız Cumhuriyeti’nin “bir gayri kabili tecezzi” olduğunu söyleyen cümle idi: n Dün akşam Fransız İhtilal tarihini gözden geçirdiğim vakit not etmişim, dedi ve sildi. Bir sualim üzerine Kanunu Esasi tadilleri meselesine geçtik. Biraz önce içeriye giren Yunus Nadi de aramızda idi. Gazi dedi ki: n Cumhuriyet ne demektir? Kamusa baktım “chose publuque” kelimeleriyle tercüme edilmiştir. Bunun manası ne olmalı? Gazi’nin sözü hangi konu üzerine getirmek istediği belli idi. Kanunu Esasi’de yeni hükümet şeklini açıkça göstermek sırası geldiğini söyleyen Sabri Bey: Mesele bugünkü vaziyetin ifade edilmesinden ibarettir, dedi. Gazi, “Ben projeyi gördüm. Çok eksik yerleri var. Bu hafta kendim uğraşacağım. Sonra bazı arkadaşlarla hususi müzakerede bulunuruz ve fırkaya getiririz”, dedi. Yunus Nadi: Bunu en kuvvetli zamanımızda yapmalıyız. Gazi, kalemini masaya vurarak: En kuvvetli zaman bugündür, dedi. Sonra yeni Kanunu Esasi’nin kendi niyetine göre ilk maddesini okudu: “Türkiye Cumhuriyet usulü ile idare olunur bir halk devletidir.” Mustafa Kemal, Wiener Neue Freie muhabiri Lazar’a 22 Eylül 1923’te verdiği demeçte tüm dünyaya ilan eder. Bu demecinde “Cumhuriyet” kelimesini kullanması dış dünyayla birlikte Türkiye’de de büyük yankı uyandırır. Aynı demeç Türkiye’de de İlkadım gazetesinde yayımlanır. Konuyu tartıştırdıktan sonra sıra artık rejimin adını koymaya gelmişti. Bunun için en güzel fırsat Meclis’in içindeki çıkan krizdi. Ordu müfettişliğine atanan Ali Fuat Paşa, Meclis ikinci başkanlığından istifa etmişti. Ertesi gün ise hem Başbakan hem de İçişleri Bakanlığı görevini yürüten Fethi Bey, İçişleri bakanlığı görevinden istifa etti. Gerekçe: “İki görevi birden yürütmekte zorlanıyorum.” O günkü yasalara göre bakanları atama yetkisi Meclis’teydi. O nedenle seçilecek kişileri Meclis belirleyecekti. TBMM’de yapılan seçimde İçişleri Bakanlığı’na Sabit Bey, Meclis ikinci başkanlığına ise Rauf Bey seçilmişti. Lozan Konferansı sırasında İsmet Paşa’ya karşı çıkan ve Mustafa Kemal’le arası bozulan Rauf Bey’in seçilmesi hesapları bozmuştu. Ancak Mustafa Kemal’den ikinci bir hamle geldi. Bu kez kabinedeki bütün bakanlar görevlerinden istifa etti. Başbakan Fethi Bey, kabinenin istifa gerekçesini ise Meclis’e “daha güçlü bir hükümet kurulması için istifa edildi” diyerek açıkladı. Artık ülke hükümetsiz kalmış ve bir kabine krizi doğmuştu. Bu krizi bizzat yönetecek olan kişi de Mustafa Kemal’dir. Kendisine yakın olanlar, yapılan bakanlık teklifini reddediyor, muhalif olanlar ise bir adım atmaya çekiniyordu. Halk Fırkası grubu derhal toplandı. Mustafa Kemal’in hükümet krizine çözüm bulması isteniyordu. Kemalettin Sami Paşa, bu krizi çözmek için Mustafa Kemal’in görevlendirilmesi talebinde bulundu. Meclis, Mustafa Kemal’e yetki verdi. Mustafa Kemal, zaten başından beri ustaca yönettiği bu krizde kendisinden yardım isteneceğini hesaplamıştı ve bu daveti bekliyordu. Davet üzerine Meclis’e gelince, “Bana bir gün izin veriniz sorunun çözümünü size arz edeyim” diyerek ayrılır. Ertesi gün kürsüye çıktığında bu tür krizlerin her zaman çıkabileceğinden söz eder ve sorunun yegâne çözümünün “Cumhuriyet” olduğunu söyler ve tartışmaya açar. Muhalif milletvekilleri, değişiklik tekliflerinden sadece kabine usulüne des tek verir gibi görünürler ancak Cumhuriyet fikrine açıkça karşı çıkmasalar da erteleme yönünde fikir beyan ederler. Bu konunun uzun süre müzakere edilmesini söyleyerek zaman kazanmaya çalışırlar. Fakat bir gün önce Çankaya’da toplanıp konuyu müzakere eden İsmet Paşa, Adliye Vekili Seyit Bey, Ragıp Bey, Eyüp Sabi Efendi ile Abdurrahman Şeref Bey Cumhuriyet’in derhal kabul edilmesi gerektiği yönünde konuşurlar. Adliye Vekili Seyit Bey’in konuşmasında dediği gibi teklif edilen şey yeni bir durum değildi. 23 Nisan 1920’den beri egemenlik kayıtsız şartsız milletin vekillerinin görev yaptığı Meclis’teydi. Sadece adı konuyordu. Bu konuda İsmet Paşa’nın yaptığı konuşması önemlidir: “Parti genel başkanının teklif kabule ihtiyaç katidir. Cihan bizim hükümet şekli konuştuğumuzu biliyor. Bu müzakerelerimizi bir neticeye ulaştırmamak ve açıklayamamak, güçsüzlük ve kargaşayı sürdürmekten başka bir şey değildir. Bir tecrübeden bahsedeyim. Avrupa diplomatları bu hususta beni ikaz ettiler. Devletinizin başı yoktur, dediler. Mevcut durumunuzdaki başkanınız sadece Meclis başkanı sıfatı taşımaktadır. Demek ki, siz bir başka başkan bekliyorsunuz. Avrupa düşüncesi işte budur. Halbuki, biz böyle düşünmüyoruz. Millet, hâkimiyetine, mukadderatına, bilfiil sahip çıkmıştır. O halde, bunun hukuksal ifadesini söylemekten neden çekiniyoruz? Ortada bir cumhurbaşkanı yokken bir başbakanın seçil mesini teklif etmek anlamsız olur. Bunda şüpheye mahal yoktur. Başbakanın seçimini kanuni ve mümkün kılabilmek için Gazi Paşa Hazretlerinin teklifini kanuniyet kespetmesi lazımdır.” İsmet Paşa’nın dediği gibi aslında beklenen bir başka devlet başka nıdır. Halifenin başında olacağı monarşik bir rejim beklentisi vardır. Ancak Mustafa Kemal, ihtilalci mantığıyla başlattığı ve bizzat yönettiği kriz ile buna meydan vermemiştir. Sonuçta 29 Ekim 1923 günü saat 20.30’da oturuma katılan 158 üyenin tamamının oyuyla Türkiye’nin Cumhuriyet rejimi ile yönetileceği ve ilk cumhurbaşkanının Mustafa Kemal olacağı kabul edildi. Cumhuriyet karşıtları bugün de açıktan rejime karşı olduklarını söylemek yerine Mustafa Kemal’in bunu oldu bittiye getirmesini ve en yakın arkadaşlarından bile gizlemesini eleştiri konusu yapmayı yeğliyor. Okur yazar oranının yüzde 10’u bile bulmadığı bir halk ve devletin dini esaslara göre yönetilmesini savunan bir Meclis’le ne halkın egemen olduğu bir rejim getirilebilir ne de devrimler yapılabilirdi. yaşasın cumhuriyet 15 ‘Cumhuriyetin gazetesi Cumhuriyet bu saate kalır mı?’ 84 yaşındaki okurumuz Aynur Özal, babasının Atatürk ve Cumhuriyet gazetesi ile ilgili anısını aktardı... 84yaşındaki okurumuz Aynur Özal, İzmit’ten kendi el yazısı ile gazetemize mektup yazdı. Babasının Mustafa Kemal Atatürk ile olan anısını anlatan Özal, mektubunu “Herkese mutluluklar ve özgürlük dileği ile...” ifadeleri ile tamamladı. “Cumhuriyet Gazetesi camiasına saygı ve sevgilerle Adım Aynur Özal. 84 yaşındayım. Bu satırları babam Yusuf Özal’ın Yüce Mustafa Kemal Atatürk ile olan anısını anlatmak için yazıyorum. Babam Sırbistan’ın bir kasabası olan Ustrumca’dan Türkiye’ye göç ediyor. İzmit’e yerleşen babam, babasını kaybedince annesine ve iki kardeşine bakmak için gazete müvezziliğine ve bayiliğine başlıyor. Bir gün istasyonda gazete satarken İstanbul’dan Ankara’ya giden Mustafa Kemal babamdan Cumhuriyet gazetesi istiyor. Babam, ‘Cumhuriyet gazetesi kalmadı paşam’ diyor. Mustafa Kemal, ‘Nasıl olur Cumhuriyet gazetesi olmaz’ diyerek öfkesini belirtmiş. Babamın yanıtı da ‘Paşam sizin kurduğunuz Cumhuriyetin gazetesi Cumhuriyet, bu saate kalır mı’ deyince Mustafa Kemal çok memnun olmuş ve babama o zamanki para ile beş lira vermiş. Bu babamın anısını Cumhuriyet gazetesi ile ve çalışanları ile paylaşmak istedim. Herkese mutluluklar ve özgürlük dileği ile.” Aynur Özal C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle