14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Pazar 5 Haziran 2016 EDİTÖR: EZGİ ATABİLEN [email protected] TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ 17 TASARIM: ???? Nedim Gürsel ‘Bana İtalya’yı Anlat’ kitabında kendi İtalya’sını anlatıyor okura. Kitapta anılar, manzaralar, anektodlar var. Gürsel’in bakışıyla İtalya’nın onda çağrıştırdığı kültür ve sanata dair unsurlar... ‘Yazarlar da gladyatörler kadar ölüme mahkum’ NİTEADLİYMAGTÜARVSSEİYL’EDLEENRİ n İtalya’ya gidince yapmadan, görmeden, tatmadan dönmeyin dediğiniz şeyler neler? Roma tarzı pizzayı daha kalın hamurlu Napoli pizzasına yeğlerim. Spagethi ter cihim “à la vongole”, yani deniz ürünle n “Günümüzde gladyatörlük mes Gürsel: “Eski Roma’daleğine eski Roma’da öldürme sanatı gerçek anlamda bir meslekti çünkü gladyatörler ölümeen yakın uğraşın, yazarlık olduğunu düşünüyorum” yazmışsınız. Ayrı mahkum insanlardı.ca “Ölümü her kalem oynatışta biraz Günümüzde yazarındaha yakında hissetmek” neden? kitabımda. Ama Roma’nın bana ilginç efsaneler anlattığı da olmuştur. n Bu tür kitaplarınızda bir okur olarak Nedim Gürsel’in gözünden o coğrafyaları okuyacağımızı düşünüyoruz ama siz ağırlıklı olarak yazarların, şairlerin, ressamların gözün Eski Roma’da gladyatörler ölüme mahkum insanlardı, bazıları eceliy konumu gladyatörle den; onların eserleri, yaşamı ve aşklarının izinde anlatı le ölmüş olsa da. Ölümle burun buruna yaşıyorlardı. Ölmemek için öldür rinkinden farklı sayıl yorsunuz o coğrafyaları. Neden bu tercih? mek zorundaydılar. Günümüzde yaza maz. Yazar iktidarınrın konumu gladyatörlerinkinden pek “Bana İtalya’yı Anlat”ta kendi yolcu farklı sayılmaz. Yazar, konumu gereği iktidarın, güçlünün hedefinde çünkü. hedefinde çünkü.” luk izlenimlerim de var. Anılar, manzaralar, Ve risk alıyor, eğer doğ anektodlar da. Ama ağır ruları yazmak gibi bir basan Rönesans resmi amacı varsa. Yazma ey nel coğrafyamda yazınsal çağrışımlara ne bakış diyebilirim. lemi yalnızlık da gerek açık bir yeri olduğunu belirtmeliyim. İtalya’yı resim sanatı tirir, sözcüklerle baş ba Ama, aynı zamanda, bu kentin tarih nın ve edebiyatın, gide şasınız, dil içinde ve dış sel katmanlarının önemini de vurgula rek sinemanın dışında riyle hazırlanandır. Tabii iyi soğutulmuş Toscana şarabı eşliğinde. İtalya’nın her yeri kendine özgü güzellikler taşır. Bu güzellikleri elimden geldiğince okurla paylaşmaya çalıştım.Yalnızca güzellikleri mi? Anılarla acıları da. “Bu ülkede sanki hiç kötü günüm olmadı” diye başlayan bir cümle kurmuşum ama bu cümlenin sonu şöyle: “Cenova’da kederden, ayrılıktan öle yazan ben değildim. Gece ya rısı otobüslerinde kenti, kentleri bir uçtan bir uca kat eden de.” Fransa, İspanya, Rusya, Amerika üzerine de kitaplar yazdım, Akdeniz duyarlığını dile getiren kitaplar da. Amerika’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Orta Doğu’ya çok ülke gezdim, ama İtalya’nın yeri başka. Bu ülkeyi anlatan bir kitap yazma düşüncesi ve isteği uzun yıllardan beri peşimi bırakmıyordu, sonunda bu da oldu işte. Artık başka denizlere yelken açmanın vakti geldi. Ömür biter yol bitmez. EZGİ dünyaya rağmen hayal ATABİLEN gücünüzden yola çıka rak bir kurmaca yaratmak durumundasınız. Bu tür yalnızlık da bir tür ölüm sayılır. Dünyayı yazmak için dünyadan, gerçekliğin çekiminden vazgeçmek gibi bir şey. n “Bir şeyler yazmalıyım mutlaka. Annenin kollarında can veren oğula dair, bir dönem Türkiye’de çarmıha gerilen dostlara dair, baskıya, işkenceye, inanca, ölüme dair bir şeyler” yazmışsınız bir yerde... Annenin kollarında can veren oğuldan kastım Michelangelo’nun La Pieta adlı heykelidir. O heykeli Roma’da gördüğümde çok etkilenmiş, “La Pieta” başlıklı bir öykü yazmıştım. Amacım, İsa’nın cansız bedeninden hareketle askeri darbeden sonra yaşanan acıları dile getirmekti. Sevilen öykülerim arasında yer alır. Roma’nın öz maya çalıştım kitabımda. n Eski günlerin girdabına, genç sevgiliyle birlikte yapılan ilk Roma yolculuğunun çağrışımlarına kapılıp gidince, “İstanbul’da 12 Eylül cellatlarının elinde can veren bu sevgilinin acısı hançer gibi” diyorsunuz. Gerçek bir kayıp mı burada sözü edilen? Evet, işkencede ölen bir genç kadındı söz konusu olan. Uzaktan tanımıştım. Ölüm haberini alınca çok sarsıldım. Yıllar geçti üzerinden, hâlâ içimde kapanmayan bir yaradır. Onu, işkencede konuşmayan bir kahraman gibi tasarladım. İmgesi Roma’da gördüğüm “La Pieta” ile örtüştü. Ama yalnızca imgesi, belki de hayali. Roma’da taşların sustuğunu, kentin artık ona hiçbir şey söylemediğini yazar Cesare Pavese, intiharından önce. Bu duyguyu anlamaya ve anlatmaya çalıştım düşünebilir miyiz? Kendi bakışımla, kendi izlenimlerimle bu ülkenin bende çağrıştırdığı kültür ve sanata değin unsurları harmanlamaya çalıştım. Örneğin Mattera’ya gidip o coğrafyanın etkisinde kalabilirsiniz, ama Carlo Levi’nin Mussolini döneminde oraya sürgün gönderildiğini ve ünlü romanı “İsa Bu Köye Uğramadı”yı bugün terk edilmiş olan San Aliano köyünde yazdığını biliyorsanız, bu duruma kayıtsız da kalamazsınız. Ben bir tarz oluşturmaya çalıştım. Bir ülke yalnızca bir toprak parçasına ya da manzaralara indirgenemez diye düşünüyorum. O ülkeyi anlatıyorsanız yazarları ve sanatçılarıyla da haşır neşir olmalısınız. Mutfağı ve insanlarıyla da. “Bana İtalya’yı Anlat” benim İtalyamı anlatıyor okura. Başkaları da kendi İtalyalarını anlatabilirler, ama bildiğim kadarıyla bugüne dek hiçbir Türk yaza rı baştan sona İtalya’yı anlatan bir kitap yazmamış. n İtalya’yı en iyi hangi yönetmenin gösterdikleri, hangi yazar şairin yazdıkları, hangi ressamın çizdikleri, hangi heykeltıraşın yonttukları yansıtır? Roma sokaklarında yürürken kulağınızda hangi müzik yankılanır? İkinci Savaş sonrasında ortaya çıkan yeni gerçekçi İtalyan sineması benim kuşağımı derinden etkilemiştir. Rosselini, Visconti, Pasolini gibi yönetmenleri özellikle anmak isterim. Tabii Fellini’yi de. “Amarcord”un bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Visconti’nin “Venedik’te Ölüm”ünün de. Bu filmden ve Thomas Mann’ın kitabından yalnızca “Bana İtalya’yı Anlat” da değil, “Aşk Kırgınları”nda da yeterince söz ettiğimi belirtmeliyim. Heavy Sky, ‘Dreamer’, On Air Metalci değil, harbi rakçılar Ankara’nın iyi İlk albümleri “Dreamer” yetmişlerrock topluluk den itibaren boy gösteren tüm rock ları çıkarma geleneği sürüyor. 2013 Ha türlerinden etkilenmiş olduklarının ziran’ında kurulan Heavy Sky, zincire kanıtı. eklenmiş en yeni halkalardan biri. Top Modern ile klasik arasında seyreden luluğun adının verdiği intibaa aldatma tarzları Bad Company’den, Bon Jovi ve sın, metalci değil, harbi rakçılar... Starsailor’a kadar uzanıyor. Sözleri ya [email protected] zan, 1992 doğumlu tenor solist Batu Akdeniz tam bir doğal yetenek. Gözlerini Guns’n Roses ile rock müziğe çeviren kuşaktan. Sesi Klaus Meine, Ian Gillan, Paul Rodgers karışımı. 19 yaşındayken Carl Golden adlı internet (YouTube) fenomeni İngiliz bir gitarcıyla kayıtlar yapmış. Düzenlemeler topluluk tarafından yapılmış. Ankara, gençlerine sahip çıkan müzisyenler şehri. O yüzden He avy Sky üç farklı kuşaktan gelen müzisyenlerden oluşuyor. Örneğin bir şarkıda gitar çalan Süleyman Bağcıoğlu 60 yaşında bir Ankara efsanesi. İngilizce şarkıların içerikleri gündelik sıkıntılardan üreyen gençlik bunalımlarının yansıması; fantezi mekânlar, zamanlar, figürler dolanıyor içlerinde... Güçlü riffleri, doyurucu soloları, melodik vokalleriyle tam bir retrorock albümü “Dreamer”. Melis Danişmend, ‘Ve Ev’, We Play Fark satır aralarında Kadınsa, öldürülür! Ülkede kadın cinayetlerinden geçilmiyor. İki gün önce “Cinsiyetçi faşizm” yazıma gelen tepkiler, bir söyle bin işit örneğiydi... Aynı gün Bianet, erkeklerin kaç kadın öldürdüğünün şeceresini veriyordu. Her ay, gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derledikleriyle oluşturdukları sayılar korkunç. Haberlere yansımayanları da düşünün... Bianet’e göre: Mayısta erkekler, 15 kadın, 1 çocuk öldürdü; 9 kadına tecavüz etti, 6 kadına zorla seks işçiliği yaptırdı, 11 kadına cinsel tacizde bulundu, 25 kız çocuğuna cinsel istismar, 31 kadına şiddet uyguladı. 2016’nın ilk 5 ayında erkekler, en az 113 kadın öldürdü, 31 kadına tecavüz etti, 62 kadını taciz etti, 243 kız çocuğuna cinsel istismar, 151 kadına şiddet uyguladı. Bu sayıların vahameti, kimilerinin inanmak istediği gibi “algıda seçicilik”le açıklanamaz. Söz konusu olan sistemin ürettiği politikaların sonucudur. Bir zihniyetin sonucudur. Dine dayalı dayatma Zihniyet deyince hukukçu ve tam bir sivil toplum savaşçısı Nazan Moroğlu imdadıma yetişip şöyle diyor: “Günümüzde kadın erkek eşitliğini reddeden, kadını birey olarak görmeyen bir zihniyetle yönetiliyoruz. Cumhuriyetimizin kadın erkek eşitliğini esas alan kuruluş felsefesi de, kadın kuruluşlarının mücadelesiyle günün gelişen koşullarına uygun hale getirilen başta Medeni Kanun olmak üzere, kadınların kazanılmış yasal hakları da yok sayılıyor. Oysa anayasa ve yasalarda kadın erkek eşit haklara sahiptir, yazıyor. Son yıllarda, kadını sadece anne rolü ile sınırlayan söylemler, uygulamalar devletin her kademesinde yoğunlaştı. Her gün kadın üzerinden dine dayalı bir toplumsal yaşam dayatılıyor, ‘Müslüman kadın doğum kontrolü yapmaz’ gibi  toplumu inanç temelinde ayrıştırıcı sözler sıralanıyor.” Mücadeleye devam Kadınların hakları konusunda 40 yıldır yazı yazan biri olarak büyük mücadeleler sonucu kazanılmış hakların adım adım geri alındığını  görmek, “boşuna çaba” duygusuna kapılmak inanın insanı kahrediyor! Bu duyguları paylaşmak için Nazan Moroğlu’yla sohbetteydim. Baktım hiç ödün vermeyip mücadeleye devam çağrısında bulunuyor: “TBMM’de aile bütünlüğünün güçlendirilmesi adına kurulan, Boşanma Komisyonu diye anılan komisyonun taslak raporunda da, kadının kazanılmış yasal hakları, aile bütünlüğünü olumsuz etkileyen nedenler olarak kabul edilmiş ki, kanunlarda bu yolda değişiklik yapılması önerilmiş! Bu raporun Meclis gündemine getirilmesi sadece zaman kaybına yol açar. Kadın kuruluşları olarak kazanılmış haklarımızı korumakta, eşitlik mücadelemizi sürdürmekte kararlıyız” diyor ve ekliyor: “Çünkü kadın erkek eşitliğinin bir demokrasi meselesi, laiklik ilkesinin kadın haklarının güvencesi olduğunu biliyoruz, geriye gidişe izin vermemek için mücadeleyi sürdüreceğiz.” Orada kadınlar var mı? Evet, “Kadınsa, öldürülür” dememek için mücadeleye devam. Bu arada hazır ramazan da geldi, kadın erkek ama özellikle AKP’ye inanmış, AKP için çalışmış kadın ve erkeklere önereceğim bir kitap var: Şadan Maraş Öymen’in derlediği “Duygu Asena/ Orada Kadınlar Var mı?” adlı kitabı (Doğan Yayınları) herkes okumalı. Şadan, yıllarca Duygu Asena’yla çalışmış yakın dostu, adeta kız kardeşi... Zaten böyle bir kitap yazma görevini de Duygu vermiş Şadan’a. Duygu Asena’nın binlerce makalesini tarayarak, içlerinden 150’sini büyük çaba, emek, akıl ve duyarlılıkla seçmiş. Her birinden bugün de alınacak çok ders var. Nelerin değişip nelerin değişmediğini ya da geriye gittiğini görmek için de ibret verici! Güler ‘100 sanatçı’ içinde Sanat eleştirmeni Dirk Schwarze tarafından ha zırlanıp Berlin Siebenhaar Yayınevi tarafından yayım lanan “100 Künstler Und Einer” (İkinci Dünya Sava şı Sonrası Çağdaş Sana tın ABC’si) adlı kitapta tüm dünyadan seçilen 100 sa natçı arasında bir Türk ressam olarak Mehmet Gü Mehmet Güler ler de yerini aldı. Yaklaşık 40 yıldır Almanya’nın Kassel kentinde ya şayan ve çalışmalarının ağırlığını yağlıboya oluştursa da grafik ve heykel gibi çeşitli teknikleri de kulla nan Mehmet Güler için son olarak Almanya Un na Kültür Müdürlüğü tarafından geniş kapsamlı bir kitapla birlikte 70. yaşı onuruna 2014 yılın da retrospektif bir sergi de hazırlanmıştı. Sesini yükseltme kontenjanını Spitney Beers ve Üçnoktabir topluluklarının önünde söylediği şarkılarla dolduran uzun boylu, beyaz tenli, kıvırcık kız, sessiz çığlıklarla konuşma hakkını üçüncü albümü “Ve Ev” ile kullanmaya devam ediyor. Üç yıl aradan sonra çıkan Melis Danişmend albümü “Ve Ev”, öncekilerin devamı. İlk bakışta devamından öte bizzat kendisi gibi algılansa da, bu devamlılık konusu “Ve Ev”in bazı farklı yanlarının olmadığını göstermiyor. Basit kısa cümleler, vokalgitarpiyano üçgeninde seyreden akustik düzenlemeler ve çalgısal minimalizm harfiyen yerli yerinde. Fark satır aralarında. Melis’in şarkı dağarcığına ilk kez bu kadar eğlenceli şarkılar, umut dolu satırlar, parlak kelimeler, iyimser yorumlar, aydınlık haller tasvir eden tablolar giriyor. Sofistike olmayan bir akor dizisi içinde salınmış yalın, açıksözlü, bir o kadar da melankolik ifadeler, dikkat çeken ince anlamlar taşıyor. Belli ki bunlar hayatına değen “mucize”nin yansıması. Zira bugüne değin yazdıkları bulutlu hayatının, kırılgan ilişkilerinin, nahif duygularının doğurduğu kendine has ifadeleriydi. Bu bir üçleme mi, bilmiyorum, ama hikâye devam ederse çağdaş kadın singersongwriter’ımızı “parlak günler” bekliyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle