18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 13 Mayıs 2015 EDİTÖR: ŞEHRİBAN KIRAÇ TASARIM: EBRU ADALI Yoksulluk katmerleşti Türkiye’de en zengin kesimin geliri en yoksul kesimin gelirinin 7.7 katı büyüklüğüne ulaşarak tarihi zirve yaptı. Nüfusun yüzde 49.7’si ciddi finansal sıkıntıyla karşı karşıya ağımsız Büro Sen’in Türkiye İstatisEn yoktik Kurumu (TÜsul kesiİK) “Gelir ve Yaşam Koşullamin toprı Araştırması”ndan derledilam geği bilgilere göre, ülkede zenlirden algin ile fakir arasındaki fark dığı pay son dönemlerin en yüksek düyüzde zeylerinde. 6.1. Türkiye’de en zengin kesimin geliri en yoksul kesimin gelirinin 7.7 katı büyüklüğe ulaşarak tarihi zirve yaptı. Yüzde 20’lik gruplarda, en yüksek gelire sahip nüfus toplam gelirden yüzde 46.6 pay ekonomi 9 B alırken, en yoksul kesimin aldığı pay ise sadece yüzde 6.1’de kaldı. “Ciddi finansal sıkıntıyla karşı karşıya olan nüfusun oranı” olarak tanımlanan ve TÜİK’in belirlediği evden uzakta bir haftalık tatil, ödeme zorluğu, iki günde bir et, tavuk, balık içeren yemek, evin ısınma ihtiyacı, çamaşır makinesi, renkli televizyon, telefon, otomobil gibi beklenmedik harcamalardan en az 4 tanesini kar Finansal sıkıntı var şılayamama durumunu tanımlayan “maddi yoksunluk” oranı yüzde 49.7 olurken, nüfusun yarısının ciddi finansal sıkıntıyla karşı karşıya olduğu hesaplandı. Bağımsız BüroSen Genel Başkanı Remzi Kızılkaya, Türkiye’deki ücret ve gelir dağılımı adaletsizliğine dikkat çekerek, “Maalesef Türkiye’de yaklaşık 5 milyon insan 949 TL olan asgari ücretle ev geçindirmeye çalışıyor. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlik sosyal devlet anlayışı ve eşit vatandaş ol ma ilkesine de aykırıdır” dedi. Kızılkaya, bu yıl memurlar için toplu sözleşme yılı olduğunu ifade ederek, yapılacak zamların araştırmada açıkça görülen adaletsizliği giderecek oranlarda yapılması gerektiğini kaydetti. Kızılkaya, ilk yıl için her bir memur maaşına 500 lira, ikinci yıl ise yüzde 10+10+enflasyon zammında anlaşılmasının memurları hak ettikleri maaşa biraz daha yaklaştıracağını belirtti. Hakkaniyet gerek Döviz kurundaki hareketliliğin tahribatı Otoda ithalat üretimin üç katını buldu Otomotiv sektöründe, nisandaki ithalatın artış hızı, üretimdeki artış hızının yaklaşık üç katını buldu. Otomotiv Sanayii Derneği’nin verilerine göre, nisanda otomotiv üretimi yüzde 22 artışla 120 bin adete yükselirken, ithalat yüzde 60 artışla 60 bin adeti geçti. Bu verilerle, dört ayda üretim yüzde 28 artışla 455 bin, ithalat yüzde 45 artışla 175 bin adete çıktı. Toplam otomotiv pazarı da nisanda yüzde 68 artışla 96 bin adete çıkarken, pazar ocaknisan döneminde yüzde 56 artışla 280 bin adete ulaştı. Buna karşılık, toplam otomotiv ihracatı nisanda yüzde 2 artışla 85 bin adette kalırken, ocaknisanda yüzde 17 artışla 335 bin adet oldu. Rainer Genes: Beklenmedik mevzuat değişikliği yorar İran iştah kabartıyor MercedesBenz Türk, geçen yıl 23.100 adetlik otomobil satışı ile tarihinin en yüksek otomobil satış adedine ulaştı. Bölgesel olarak İran’a ambargonun kalkması durumunda şanslı bir konuma yükseleceklerini anlatan Genes, pazarlama ağının ciddi olarak artacağı inancında. Mercedes, kamyonda tarihinin en yüksek üretim rakamı olan 18.519 adetle pazardaki liderliğini sürdürdü. 2014’te 500 adet kamyon ihraç eden şirketin bugüne kadar ihraç ettiği toplam kamyon sayısı da 31.500 adede ulaştı. 2014’te 3.686 adet otobüs üreten şirketin Türkiye’de üretime başladığı 1968’den bu yana ürettiği otobüs sayısı 72.000 oldu. Müzedeki ilk Mercedes üzerinde bilgi veren Genes, 90 ulustan 35 bin çalışan olduğunu ve işçi konseyi başkanının da bir Türk olduğunu söyledi. Bugüne kadar 885 milyon Avro’luk yatırım yaptıklarını anlatan Genes, seçimden sonra istikrarlı bir yönetimden yana. OLCAY BÜYÜKTAŞ STUTTGARD İlk çeyrek satışı sürpriz oldu MercedesBenz Otomobil Pazarlama ve Satış Türkiye Müdürü Şükrü Bekdikhan, 2015’in ilk çeyreğindeki pazar büyümesinin baz etkisi ve model yılı geçişinden kaynaklandığını söyledi. yüzde 64’lük artışın kenŞükrü Bekdikhan dilerini de şaşarıttığını anlatan Bekdikhan, döviz kurlarının hareketli olduğu dönemlerde müşterinin fiyat artar korkusu ile de araç almaya yöneldiğini belirtti. Bekdikhan, “Bu sebeplerden ilk çeyrekte doğal büyümenin üstüne çıkıldı. Bu kadar hızlı sene sonuna gitmez, bu hızını kaybedecektir. Geçen yıla göre çok iyiyiz. Ancak büyüme yüzde 4’ün altına düşerse satışlar da düşer” dedi. Yunanistan, Uluslararası Para Fonu’na (IMF) olan 750 milyon Avro’luk borç ödemesini gerçekleştirdi. Atina hükümetinden iki yetkili, Reuters’a yaptığı açıklamada, hükümetin IMF’ye borcunu ödemek için IMF’deki rezervlerini kullandığını söyledi. IMF rezervinin birkaç hafta içinde geri verilmesinin gerektiğini belirtti. Nakit kaynakları tükenmek üzere olan Yunan hükümetinin IMF’ye borcunu ödemeyi mi yoksa ayın devamında memur ve emekli maaşlarını ödemeyi mi tercih edeceği konusunda şüphe bulunuyordu. Avro bölgesi maliye bakanları reformlar konusundaki hazırlıklarını yetersiz buldukları Yunanistan’a 7.2 milyar Avro’luk kalan kredi dilimini serbest bırakmazken, kreditörlerle müzakerelerin hızlandırılmasını istedi. Yunanistan, IMF’ye olan borcunu ödedi Bilançoya yaramadı Kurlardaki dalgalanmanın orta vadede kimseye faydası olmadığını dile getiren Genes, bilançoların olumsuz etkilendiğini belirterek, “Biz Avro şirketi olduğumuz için seviniyoruz. İhracat yapan şirket olduğumuz için avantaj sağlıyoruz” dedi. 48 yılda 885 milyon Avro yatırım 48 yıldır Türkiye’deyiz. Şimdiye kadar 885 milyon euroluk yatırım yaptık. Bu ülkeye güvenimiz tam. Biri Aksaray’da 1986’da kurulan kamyon, diğeri İstanbul Hoşdere’de 1995 yılında hizmete giren otobüs fabrikamız var. 5700’den fazla personel ve bayi ağında görev alan 3800 çalışanı ile 9 bin 500’ü aşkın kişiye istihdam sağlıyoruz. MercedesBenz Türk’ün otobüs ve kamyon üretimi için birlikte çalıştığı 300’ü aşkın yerli tedarikçisi var. Geçen yılki Türkiye ciromuz Altyapısız ve hızlı kentleşme ise bunun doğal sonucu oldu. Zaten fazla gelişmemiş kentler, büyük köylere dönüştü. Etrafı varoşlarla çevrelendi. Daha önce sadece tarımla uğraşan, başka iş bilmeyen insanlar ya fabrikalara, atölyelere işçi oldular ya da maden ocaklarına inmek zorunda kaldılar. Önceki gün basında yer alan “Türkiye Belçika büyüklüğünde tarım toprağını kaybetti. Son 10 yılda 3 milyon hektar tarım toprağı yerini konut, sanayi ya da turizm tesislerine bıraktı” haberinin insan boyutu işte bu oldu. Kentleşmeye çalışan ancak bunu başardığı pek de söylenemeyen bir insan topluluğu. Çünkü kentlilik bilinci çok daha farklı bir olgu. Sadece kendi geçim derdi değil; onun da ötesinde yaşadığı kentin sorunlarının, kaynaklarının ve değerlerinin bilincinde olan, “beni kim daha iyi temsil eder” sorusunun yanıtını arayan, gerektiğinde hesap soran... Eğer bir kentte gençlerin büyük çoğunluğunun tek istediği kapağı daha büyük bir şehire ya da eğer mümkünse yurtdışına atmak ercedesBenz Türk Üst Yöneticisi (Ceo) Rainer Genes, Türkiye’ye güvendiklerini, burada yalnız otomobili satmadıklarını aynı zamanda ciddi bir yatırım da yaptıklarını dile getirerek, istikrarlı bir iş ortamında sürpriz olmaması gerektiğini beliritti. Dünya otomotiv devi MercedesBenz’in en büyük fabrikası olan Almanya Stuttgart’taki Sindelfingen Fabrikası 100. yaşını kutluyor. 1915’te uçak motoru üretimi için kurulan ve ilk otomobile 1919’da hayat veren MercedesBenz Sindelfingen Fabrikası’nda bugün önemli bir bölümü robot teknolojisi ile günde 2 bin 200 otomobil üretiliyor. MercedesBenz Türk Üst Yöneticisi Rainer Genes, ekonomi basınının temsilcileri ile Sindelfingen fabrikasında biraraya geldi. 2014’te 367 bin 313 adet araç üretilen Sindelfingen Otomobil Fabrikası, 100. yaşını kutlarken 20 milyonuncu MercedesBenz otomobili de üretecek” dedi. Seçimlere ilişkin soruya, ‘İstikrarlı bir iş ortamı için sürpriz olmamalı’ sözleriyle başlayan Genes görüşlerini, “İhtiyacımız olan istikrar. Yatırım ve planlama yaparken vergi, mevzuat, yönetmelik, yasal yükümlülüklerin değişmesi yorar. Türkiye’ye çok büyük yatırım yaptık, bu ülkeye güveniyoruz, inanıyoruz. Türkiye’de sadece araç satmıyoruz, yatırım da yapıyoruz. Mesele ÖTV artışı yapıldı, bunu yönetebildik. Hükümetten çok destek görüyoruz. Seçimler sonunda istikrarlı bir yönetim olması bizi sevindirir” sözleriyle özetledi. ma ev kadınları dahil değil ki, kadınların da önemli bir kesimi bu işi yapıyor küçük ücretler karşılığında... KÜTSO’nun (Kütahya Sanayi ve Ticaret Odası) raporu var önümde. Üretimden yeterince gelir sağlanamadığı vurgulanıyor. Tespitlere göre daha fazla talebi karşılayacak potansiyel var. Halkın el becerisi iyi, yetişmiş personel var. Peki neden çini ve çinicilik Kütahya’ya kulvar atlatamıyor. Sadece çinicilik ve eski tarihi evlerin dokusu bile bu ili cazibe merkezlerinden biri yapmaya yeterli. Çinicilikte kümelenme örneğin, ArGe ve tasarım, geniş çapta pazarlama faaliyetleri, üniversite de çinicilik üzerine bir bölümün açılması, (daha önce açık olan bölümün neden ve hangi gerekçe ile kapandığını anlamadım bir türlü?). Küçük tasarım atölyeleri, tarihi evlerin restorasyonu, yakın çevrede, Frig vadisi, Yazılıkaya, Midas gibi tarihi değerler bile gençlerin doğup büyüdükleri kente sahip çıkmaları için bir fırsat. Yeter ki bu değerlerin bilincinde olunsun ve yaklaşan seçimlerde talep edilsin? Kentlilik bilinci bunu gerektirmiyor mu? M ürk Lirası’nın başta ABD Doları olmak üzere, başlıca dövizler karşısında çalkantılı bir biçimde değer yitirmesi ulusal ekonomide belirsizliklere ve ciddi kırılganlıklara yol açıyor. Dövizin pahalılaşması ve aşırı oynaklık içerisinde fiyatının belirsizleşmesi sonucunda hem enflasyonist beklentiler direnç gösteriyor, hem de ulusal mali piyasalarda dolarizasyon tehdidini yükseltiyor. Bu olumsuz gelişmeler karşısında AKP’nin ekonomi idaresince ileriye yönelik olarak “sakinleştirici” ve her şeyin aslında normal koşullarda seyrettiğine ilişkin bir algı operasyonu sürdürülmeye çalışılmakta. Buna bir örnek de geçen hafta Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “döviz fiyatlarındaki hareketliliğin önümüzdeki dönemde ulusal ekonomiye önemli bir tahribatı olmayacağına inanmakta olduğu” savı idi. Sayın Maliye Bakanı’nın “temennilerine” katılmayı çok arzulardık. Ama iktisadi veriler ve analitik gerçekler, söz konusu tahribatın aslında “önümüzdeki döneme” ilişkin değil, AKP’nin 2003 sonrasındaki ekonomi idaresince zaten ciddi bir şekilde çoktan yaratılmış olduğu yönünde. Verileri inceleyelim: İlk olarak 2003 sonrasında ABD dolarının Türk Lirası karşısındaki enflasyon farklarından arındırılmış reel değerinin seyrine bakalım. Teknik anlamda satın alma gücü paritesine göre enflasyon farklarından arındırılmış olarak hesaplanan doların reel fiyatı, aylık bazda aşağıdaki Şekilde sergilenmekte. Ocak 2003’te 1 dolar, 1.70 TL idi. Günümüzde 2.70 TL/dolara yükselen dövizin fiyatı eğer enflasyondan arındırılıp reel olarak hesaplanırsa, aslında 1.30TL/dolar düzeyinde olduğu gözlenmekte. Yani dolar, 2003’e görece hâlâ “ucuz”. Söz konusu ucuzlama sürecinin ise AKP’nin ilk hükümet dönemlerinde ciddi olarak yaşanmış olduğu görülüyor. T İstikrar iyidir yaklaşık 3 milyar Avro oldu. Dünyada 280 bin kişiye istihdam sağlayan grubun toplam cirosu 130 milyar Avro. Türkiye’de yetişmiş uzmanlar sayesinde bugün Daimler’in Ar&Ge ve IT üssü konumuna geldik. Yatırımların yanı sıra üretim, ihracat ve yarattığımız istihdam ile de Türkiye ekonomisine katkıda bulunmaya devam ediyoruz. Otobüs ve kamyon üretim tesislerimiz ve ArGe merkezimiz ile Daimler dünyasındaki en önemli lokasyonlardan biriyiz.” Yerli araç zor Yerli araç konusuna da değinen Rainer Genes, “Dünyada ciddi rekabet var ve cevap vermek hacimlerle ilgili ve hiç kolay değil. Yeni marka oluşturmanın önündeki en büyük engel dünya devleri ile rekabet. Ciddi yatırıma ihtiyaç var. Ayrıca müşteri Mercedes veya Wolkswagen mi tercih eder yoksa bunu mu alır bunu iyi hesaplamak lazım.” enim cebime kaç lira girecek kardeşim? Emekli maaşım artacak mı? Kocam, çocuğum iş bulabilecek mi? Birkaç gündür İç Batı Anadolu’da dolaşıp duruyoruz. Eskişehir, Kütahya, Uşak... Kimi zaman tren, kimi zaman otobüs... Sokaktaki insanlarla sohbete başladığımızda konu geliyor şu üstteki 3 soruya kilitleniyor... Önce aş... Partilerin bayrakları, milletvekili adaylarının hoparlörden bangır bangır seçim vaatlerinin sıralandığı seçim araçları arasında sokaktaki insanın öncelikli derdi günü kurtarmak. Kendi cephelerinden haklılar... Biraz geriye gidelim. İnsanların köylerini terk edip önce yakınlarındaki kentlere yerleştiği yıllara... Tarımdan para kazanmak giderek zorlaşınca, şeker fabrikaları özelleşip, tarım birlikleri üreticiyi tüccarın insafına terk edince, üstelik mazotun, gübrenin fiyatı sürekli artar hale gelince insanların köylerini, çiftçiliği bırakıp kentlere göç etmesiyle başladı dönüşüm. B Kentlilik bilinci ve seçim sa o kentin bu konunun ciddi bir sorun olduğunun bilincinde olması gerekir. Bugün Anadolu kentleri ileride orada asla yaşamak istemeyen gençlerle dolu. Geçmiş yıllarda köylerde yaşamak istemediği ya da yaşayamadığı için kentlere göçenlerin çocukları bu kez o kentleri beğenmiyor... Ve bunu kimse önemli bir sorun olarak algılamıyor. Bir kenti kent yapan geçmiş değerleri, kültürel ve tarihi varlıkları ile geleceğe ilişkin vizyonudur. Kütahya örneğin....Çiniciliğin önemli merkezlerinden biri.. Germiyanoğullarından bugüne gelen köklü bir geçmişi var, eski tarihi evleri inanıl maz güzel ancak kimse sahip çıkmıyor. İşin kötüsü Kütahyalılar bunun öneminin farkında bile değil. Eskiden ya bir okul ya da hükümet konağı olduğunu düşündüğü metruk bir yapının önünde durdum ve önünden geçenlere bu binanın eskiden ne olduğunu sordum. Hiçbirinin bir fikri yoktu, ilgilenmemişlerdi bile... Çinicilik Kütahya’nın simgelerinden biri. Gürallar, Kütahya Seramik gibi büyüklerin yanı sıra pek çok küçük atölyede sürüyor çinicilik. Tarihi 1600’lü yıllara kadar gidiyor. Bugün kentte imalat sektöründen çalışan her 3 kişiden biri Çini işiyle uğrasıyor. Bu raka ABD Doları, TL karşısında üç dalga halinde ciddi bir ucuzlama (TL’nin aşırı değerlenmesi) içinde olmuş: Şubat 2003 Ocak 2004; Temmuz 2006 Temmuz 2008 ve Haziran 2009 Aralık 2010 aralıkları. Doların reel fiyatı üç kez 0.90 TL/dolar düzeyinde dibe vurmuş: Aralık 2007, Ağustos 2008 ve son olarak da Kasım 2010. Kasım 2010 tarihi Merkez Bankası’nın dövizin aşırı ucuzluğunun yarattığı tahribatı fark ederek finansal istikrar hedefini, fiyat istikrarını hedeflemesi kadar önemsediğini açıkladığı tarih. Ancak ne yazık ki birçok açıdan artık çok geç kalınmış. Zira; (1) Doların ucuzla(tıl)ması Türkiye’nin dış borçlanmasının ciddi bir şekilde özendirilmesiyle birlikte yaşanmış. 2002 sonunda 130 milyar dolar olan dış borç stoku, 2008 krizi öncesinde 281 milyara, 2014 sonunda ise 403 milyar dolara sıçramış durumda. Yani Türkiye, 20032014 arasında tüm Cumhuriyet tarihi boyunca borçlandığı miktarın neredeyse üç misli daha fazla borç kullanmış gözüküyor. (2) Söz konusu çılgın dış borçlanma temposunun ve ucuz dövizin yol açtığı ucuz ithalat ve tüketim patlamasıyla birlikte ulusal tasarrufların gerilemiş olduğu ve dış açığın (cari işlemler açığı) artık kronik bir soruna dönüştüğü ve finansal istikrarsızlığın ana nedeni haline dönüştüğü anlaşılıyor. (3) Ucuz ithalat baskısına dayanamayan geleneksel sanayi sektörleri daralma içine girmekte. İhracata yönelik sektörler ise ithalat yapabildiği ölçüde üretim yapabilmekte. Bu koşullar altında sanayinin milli gelir içindeki payı yüzde 25’lerden yüzde 16’ya gerilemiş durumda. (4) Ucuz ithalat olanakları, makine teçhizat ve ara malı sanayilerinde yurtiçi üretim yerine dış sermaye mallarının kullanımını özendirmekte. Ara malı ithalatına dayalı dış bağımlılık, en tahrip edici ithalat biçimi olarak kendini göstermekte. (5) Sanayi sektörlerinde istihdam talebinin daralmasıyla birlikte, sermaye yoğun bir üretim sürecine girildiği görülmekte. Daha teknik bir deyimle, sermaye emek oranı yükseldikçe sanayinin istihdam yaratma kapasitesi daralmakta. Böylelikle istihdam giderek sanayi dışı sektörlere kaymakta; yüksek işsizlik yapısal olarak kalıcı bir soruna dönüşmekte; var olan istihdam biçimleri ise taşeronlaştırılmakta ve güvencesizleştirilmekte. (6) Bütün bu gelişmelere koşut olarak Türkiye uluslararası işbölümünde bir ucuz ithalat pazarı olarak sanayisizleşmekte ve finansallaşmaya dayalı çarpık bir büyümedaralma salınımına sürüklenmekte. HHH Aslında tüm bu süreçler 1980’lerden bu yana geliştirilen muhafazakârneoliberal yönlendirmelerin bir sonucuydu. Bağımsız Sosyal Bilimciler grubunun daha 2006’da vurguladığı üzere, Farklı Hükümetler, Tek Siyaset üzerinden sürdürülen neoliberal koşullandırmalar AKP ekonomi idaresince zirveye taşınmıştı. Hani bugünlerde çok sık duyduğumuz bir slogan var: Onlar konuşur, AKP yapar diye... Evet, gerçekten de öyle oldu. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle