28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 13 Mayıs 2015 EDİTÖR: CANER ÖZTÜRK TASARIM: ZARİFE SELÇUK haber 5 Silahlı darbe yapıp, Cumhuriyeti koruyup kolladıklarını söyleyen Netekim Kenan Bey, iyi yaşadı 98 yıl... Cumhuriyeti kimseye kaptırmadı, Türkiye’yi yaşanmaz bir yangın yerine dönüştürdü... Zaman kavramının kaynağı toplumdur... Bir toplum insanlardan oluşur... O insanlar bilinçliyse uygar toplum yaratılır! Peki Türkiye toplumu uygar bir toplum mudur? Değildir! 150 yıl önce köle pazarları kurulurdu... 150 yıl önce benim güzel, canım ülkemde “çocuk gelinler pazarı”nın kurulduğunu söylesem ne derler! Şunu: “Dinimize, gelenek ve göreneklerimize göre bu gibi şeyler olur!” Ortaçağın vahşetine benzer töre cinayetleri, havasına, suyuna, güneşine kurban olduğum ülkemde şeyh hazretlerinin fetvasıyla işlenir... Böylece ailenin namusu temizlenir! Bu yüzden Harran Ovası’nın kızları aşklarını, yüreklerinin en derin yerinde saklar, cinayete kurban gitmemek için... HHH Soma’da Anneler Günü’nde acılı, hüzünlü anneleri gördük... Onları dinledik! Annelerin tek beklentisi, 301 maden işçisi çocuklarının yaşamlarını ellerinden alan katillerin bir an önce cezalandırılmasıydı... Bu ülkenin anneleri acılı, hüzünlü... Çünkü çocukları ya iş cinayetlerinde öldürülüyor ya da devletin uyguladığı şiddet nedeniyle... Zindanlar çocuklar ve gençlerle dolu... Bu ülkede düşünceyi ifade özgürlüğü yok! Konuşmak yasak, sevişmek yasak! Yasaklı bir hayatımız var... Baskı var, şiddet var... Dağları, ovaları, denizleri, gölleri, nehirleri talan edilen bir ülkede yaşıyoruz... Çocuklarımızı sevmiyoruz, onları zindanları atıp işkenceden geçiriyoruz. HHH Vicdanları toprağa gömerek cüzdanları şişiriyoruz... Çalıp çırpıyoruz! Dağlar, ovalar, akarsular yetmedi, o güzelim cennet koyları yandaşlara peşkeş çekiyoruz... Çocuklarımızla birlikte tarımı öldürüyoruz, maden işçilerini öldürdüğümüz gibi... Patates tohumunu ithal eden bir ülke olarak övünç duyan devletimiz var... Türküm, doğruyum, çalışkanım! Ne mutlu bize! Çal çırp... Oha be!.. Cemevleri ibadethane olacak eçimlere 25 gün kaldı. Şu ana kadar tartışmalar iki alanda yoğunMURAT laşıyor. “Din ve SABUNCU Diyanet İşleri Başkanılığı” ile ekonomi. Vaatleriyle ekonomide tartışmasız önü çeken, belki ilk kez iktidarın değil kendinin ortaya koyduğu konuları tartıştıran parti CHP. Dün CHP’nin “demokrasi, hak ve özgürlükler” konusundaki duruşunu anlatan toplantı vardı. CHP’nin 2011 seçimlerine giderken aynı konuda yaptığı çalışma aklıma geldi. Genel Başkanları Kemal Kılıçdaroğlu bir yanına partinin ArGe’sinin başındaki ismi Sencer Ayata’yı diğer yanına parlak genç akademisyen Mehmet Karlı’yı almış vaatlerini sıralamıştı. CHP’nin demokrasi, hak ve özgürlükler konusundaki duruşunu yansıtan raporda ‘Dersim’ arşivinin tarihçilere açılacağı sözü veriliyor Çal çırp... Oha be!.. acı, hüzün, gözyaşı aradan bir yıl geçmesine karşın dinmemişti... Bir yıl sonra Soma’da maden katliamı olmuş, 301 emekçi göz göre göre yerin metrelerce derinliğinde can vermişti. İlkyazın çiçeklenmiş havası ve yaşamın kokusu... Yalnızlık! Duygu! Bir zaman dilimi içinde geçen 365 gün... Hiç düşünmüş müydük madencilerin geride bıraktıkları analarını, babalarını, eşlerini, çocuklarını, kardeşlerini! Gök mavi bir kuşatma altındaydı ve onlar kendi acılarıyla baş başa koca bir yıl geçirmişlerdi. HHH Zamanı zamaneleştiren bir toplum gerçeğin yaşandığı bir çağda doğanın insandan önce var olduğunu unutmuştu... Doğa yok olurken insan emeği, onuru köle pazarlarına düşerken, 2014 yılında 301 maden işçisini katledenler yargı önünde haykırıyordu: “Bizim hiçbir suçumuz yok bu maden faciasında, her türlü güvenlik önlemini aldık, suçsuz yere hapisteyiz...” Böyle bir yüzsüzlük görülmüş değildir uygar toplumlarda... Oralarda böyle katliamlar olmaz! Ucuz emek, çağdışılık... Sömürü çarkları benim güzel yurdumda böyle dönüyor ne yazık ki! Önce yaşadığımız olaylar daha sonra yaşayacağımız olaylar. Doğaya sahip çıkmazsan, insanı köle sayarsan, devlet olarak bu ilkel çalışma yöntemlerini savunursan, ölümler kaçınılmazdır kömür madenlerinde... HHH Toprağın metrelerce altında maden işçileri öldürülür, ilkel koşullarda çalıştırıldıkları için... Çocuklar, gençler ölür, öldürülür... Devlet bu zorbalığı sadece seyreder, sıra gelir “Allah verdi Allah aldı” der, kimi zaman “iyi oldu teröristler öldürüldü” diyerek kına yakar... Devlet böyle bir devlet! S Toplantının ev sahipliğini genel başkan Yardımcıları Mehmet Bekaroğlu, Sezgin Tanrıkulu, Enis Berberoğlu, İlhan Cihaner ve Şenal Sarıhan yaptı. da da benzer uyarı ve iktidar olunduğu takdirde yapılacaklar var. Bir kaç not: 4 Partiler üstü, sembolik yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanı hedefleniyor. 4 MİT Yasası’nın kamu görevlilerine mutlak dokunulmazlık kazandırmasına son verileceği taahhüt ediliyor. 4 Yargıç ve savcıların Adalet Bakanlığı’na bağlı olmayacağı, bakanın ve müsteşarının Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’ndan çıkaralacağı model öneriliyor. 4 Cemevlerinin ibadethane sayıldığı, Diyanet’in kaldırılmayıp “tüm inançlara eşit mesafede durduğu” yapıdan bahsediliyor. Metinde yer alan başka önemli bir cümlede “ Dersim arşivlerinin tarihçilere açılacağı” sözü. Dersim konusunda CHP geç kalmış, parti içi tartışma büyür diye bu konunun çok altını çizmemiş olsa da. Yakın geçmişe kadar “Dersim” diye telaffuz etmenin nasıl büyük tartışma yarattığı ya da Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun “bu konuda özürü” dile getirmesiyle partinin bir kesiminin hedefi haline geldiği hatırlanırsa bu “küçük adım da” önemli. “Dersimli Kemal’in partisinde (hem de bu konudaki en çarpıcı söyleşiyi İhsan Sabri Çağlayangil ile yapmış biri) bu notu kaydetmeli. Masalara oturduğumuzda CHP’nin Kürt sorununa yaklaşımı 22 soru 22 cevap kitapçığı dağıtılmıştı. Bir süre önce Cumhuriyet’te özel bir söyleşi ile yayımlanan metin de bir kritik değişiklik gördü. Tanrıkulu’nun Cumhuriyet’te “CHP İmralı görüşmelerine karşı mı?” So rusuna verdiği yanıt şu idi: Sorunun çözümü için oluşturulacak Ortak Akıl Heyeti içeriği ve hedefi net, şeffaf olması kaydıyla İmralı görüşmelerini sürdürebilir. Ancak CHP, Kürt sorununun çözümünün toplumsal mutabakattan geçtiğine inandığı için, çözüm sürecinin salt İmralı görüşmelerine endekslenmesini sağlıklı bulmamaktadır. CHP, şu anda AKP kontrolünde yürütülen İmralı görüşmelerinin, sorunu çözmekten ziyade daha da derinleştirdiğine; toplumda sürece ilişkin kuşkuları artırdığına dikkat çekmektedir. Kitapçıkta ise aynı soruya yanıt şu şekle dönmüş: CHP Kürt sorunu ile ilgili hak ve özgürlüklerin pazarlık konusu yapılmasını doğru bulmaz. CHP, şu anda AKP kontrolünde yürütülen İmralı görüşmelerinin sorunu çözmekten ziyade derinleştirdiğine, toplumda sürece ilişkin kuşkuları artırdığına dikkat çekmektedir. Bir konuyu teslim etmek gerekir. CHP sivilleşme yolunda önemli adımlar atıyor. Ancak Kürt sorunu ve dağıtılan metinde bir kere adı anılmayan Aleviler (cemevleriyle ilgili kısım hariç) konularında “tutuk ve endişeli” gidiyor. Bu CHP’yi “ekonomi konusunda iddialı”, demokrasi konusunda rakiplerine göre daha tutucu kılıyor. Bakalım bu duruş sandığa nasıl yansıyacak. O Tutuk ve endişeli Türkiye geriledi O raporda Hrant Dink cinayetinin hâlâ aydınlatılmamış olması, faili meçhuller, tutukluluk süreleri, İnternet yasakları, TCK ve CMK’daki baskıcı unsurlar yer tutmuştu. Telefon dinlemeler ve muhaliflere karşı her geçen gün artan polisiye tedbirler de CHP tarafından kıyasıya eleştiriliyordu. Ve “Türkiye’de adı konmamış, ilan edilmemiş bir Olağanüstü Hal hüküm sürüyor” deniliyordu. Türkiye aradan geçen 4 yılda demokrasi anlamında daha da geriledi. Yeni rapor Kritik değişiklik Önce kapitalizm, arkadan gelir İslam nce Ekonomi Bakanı olan zat konuştu. Nihat Zeybekci. Hani AKP yeniden iktidar olursa ekonominin dizginlerini Ali Babacan’dan devralacağı söylenen siyasetçi. Hani Türkiye’de aldığı ekonomi eğitimi kesmemiş olacak ki özgeçmişine “İngiltere South London College’de ekonomi eğitimi aldığını” yazan, bizim Cumhuriyet’in çalışkan karıncalarından biri bu palavrayı meydana çıkarınca sadece özgeçmişinden o satırları çıkarmakla yetinen pişkin siyasetçi… (Galiba) İhracatçılar Meclisi toplantısında bir salon dolusu kapitaliste sesleniyor. CHP’nin asgari ücreti yükselteceğini ilan etmesi, HDP ve MHP’nin “Ben de ben de, hem daha da fazlasıyla” diye yarışa katılmaları AKP tepelerini pek ürkütmüş olacak ki Ekonomi Bakanı Zeybekci gözlerinden öfke şimşekleri çakarak konuştu: “… Şimdi bu asgari ücret arttığından devletin cebinden hiçbir şey çıkmayacak. Nereden çıkacak? Sizlerin cebenizden çıkacak. Diyelim asgari ücret 100 lira arttı. Bunu siz vereceksiniz. Devlet değil, siz. Bunun yol açacağı sonuçlar belli. İhracatçılar olarak siz de etkileneceksiniz. O yüzden bu konuda tutumunuz net olmalıdır…” Vay be… İslami referanslarla kurulan ve yürüyen, partilerinin adına “Adalet” terimini de yerleştiren bu zatlar, iş ciddileşince adaletli bir düzenin değil sermaye düzeninin en vahşisinin yanında saf tutmaktalar. Patronlardan siyasal yardım dilenmekteler. Ö O gün sadece not etmekle yetinmiştim. İyi ki etmişim. Rastlantı olamaz. Ekonomi Bakanı olan zattan iki gün sonra, bu kez de Başbakan Davutoğlu bir başka patronlar toplantısında, yine bir salon dolusu kapitaliste seslendi. Konu yine asgari ücret. Başbakan, patronlara asgari ücretin artması halinde ekonominin nasıl bir felakete uğrayacağını anlatıyor… Bu arada dinleyen herkesi salak yerine koyan bir bilgi de aktardı. Asgari ücretin öyle kafadan belirlenemeyeceğini, işçi ve işveren örgütlerinin birlikte ve özgürce saptadıkları bir ücret olduğunu söyledi. Boş bulundum, televizyon ekranına burada yineleyemeyeceğim sözcüklerle bağırdım… Bu mesleğe işçi ve sendika habercisi olarak başladım. Daha önce pek çok sendikanın aylık, on beş günlük, haftalık dergilerini, gazetelerini çıkardım. Asgari ücretin nasıl belirlendiğini iyi hem de çok iyi bilirim. Bu konuda siyaset esnafından pek çok palavra, yalan dinledim ama bu kadar kuyruklusunu doğrusu duymamıştım… HHH İki gün ara ile önce Ekonomi Bakanı’nın, ardından Başbakan’ın asgari ücretteki olası bir artışa karşı patronlara nasıl bir “korku senaryosu” sunduklarını ve bu konuda kendilerini (Yani AKP’yi) desteklemeye çağırdıklarına tanık olduk. Patronların bu konuda uyarılmaya ihtiyaçları olduğunu sanmıyorum. Kapita lizmin evrensel amentüsünü, “Kâr, daha çok kâr, mümkün olduğu kadar çok kâr” duasını onlar günde beş, hatta on beş vakit bilmem kaç rekât yinelemekteler. Ancak başta CHP, muhalefetin seçim kampanyalarını ekonomi temelli ve ülkede yaratılan değerin biraz daha adil dağılımı hedefinde yürütmeleri AKP elebaşılarını sahiden panikletti. İktidara geldiklerinde hazır bulup üstüne oturdukları sendikasızlaştırılmış işçi kitleleri, örgütsüz, dolayısıyla hak arama araçlarından mahrum kentli ve köylü emekçiler döneminin kapanıvermesinden ölümüne ürküyorlar. Taptıkları “serbest piyasa ekonomisi tanrısı”na itirazlar gelmesi onlar için bir karabasana dönüşmüş. 2002’den bu yana başarı (başarı?) ile yürüttükleri seçmen kitlelerine dinsel referanslara bulanmış bir söylem, kendisine destek çıkan patronlara ise ihale ve benzeri kıyaklardan ibaret bir devlet yönetimi formülünün asgari ücret tartışması ile küçücük de olsa yara alması onlar için olabilecek felaketlerin en büyüğü. Paniklediklerinde ne İslam kalıyor, ne iman. Varsa yoksa kapitalizm… Bertolt Brecht’in “Üç Kuruşluk Opera”sındaki ünlü şarkıyı hatırlar mısınız? Brecht orada “Önce ekmek, arkadan gelir ahlak” diye dalgasını geçer… Brecht’ten ödünç alacağım. AKP için “Önce kapitalizm, arkadan gelir İslam” diyeceğim. Haksız mıyım? C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle