18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 13 Mayıs 2015 KULTUR Büyükada’da yazılan kitap, Sait Faik Ödülü getirdi Sait Faik Abasıyanık anısına, her yıl Darüşşafaka Cemiyeti ile Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları işbirliğiyle verilen Sait Faik Hikâye Armağanı’nın 61’incisi bu yıl, ‘Bizi Çağanoz Diye Biri ÖldürdüBeni Unutma Dörtlemesi EDİTÖR: MEHMET KESKİN TASARIM: ÇAĞLA SEVİNDİK 1’ kitabının yazarı Bora Abdo’ya verildi. Yazar sevincini, “Sait Faik’in bir ada insanı olarak mürekkebinde tuz vardı. Ben de bu kitabı bir adada yazdım. Büyükada’da. İki gözümden biri lodos, diğeri poyrazdı” sözleriyle ifade etti. 19 ‘Çoksesli’ koro teksesli hale gelmiş Zeynep : ı l t a k A k Altıo ivas’ta 1993’te katledilen 33 aydın arasında yer alan Şair Metin Altıok’un anısına, Fazıl Say tarafından bestelenen Metin Altıok Oratoryosu’nda Say’ın sansür uyguladığı iddiası ile öne çıkan açıklamalar üzerine, Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı yeni bir bilgilendirmede bulundu. Akatlı, özetle şunları kaydetti: “Say konuşmasaydı sansür olmazdı,” yaklaşımı, “Aziz Nesin tahrik etmeseydi Madımak olmazdı” demeye benziyor. Unutmasınlar ki, sanatın üzerindeki baskı “bizim başımıza gelmedi” ya da “sadece bir kere oldu” diye geçiştirilemeyecek kadar ağır. Belgeseller, filmler, kitaplar, oyunlar sansürlenirken sessiz kalarak, tahriki gerekçe alarak sanatçı olunur mu? Boyun eğenler bari aslı olmayan gayretkeş açıklamalarla direneni hedef almasınlar. Biz AKP iktidarının sanatın her alanında uyguladığı sansür ve baskıları CHP Kültür Sanat Platformu olarak her ay Bugünden söz eden bellek 991 yılıydı. Sanat Çevresi dergisinin ağustos sayısında sanat tarihçisi ve eleştirmeni Sezer Tansuğ’un “Köfteci Kaptan Hakkında...” başlıklı bir yazısı yayımlanmıştı. Tansuğ, çalışmalarını uzun yıllardır yurtdışında sürdüren, 1986’dan beri işlerini Türkiye’de de sergilemekte olan Sarkis’i hedef alıyor; Sarkis’in Ermeni olmasından kalkarak, sanatçıya ırkçı nitelikler taşıyan suçlamalar yöneltiyordu. Tansuğ’a bakılırsa, Sarkis, 1990 Venedik Bienali sırasında San Lazzaro adasındaki Katolik Ermeni manastırında düzenlediği sergiyle “gizli düşmanlığın bile empoze edilmek istendiği bir saygınlık ve dolayısıyla çıkar arayışına” girmiş, sanatçı “meşum Ermeni propagandasına alet olmuştu”. Tansuğ’un benzeri suçlamalar ve kişisel hakaretlerle sürüp giden bu yazısı karşısında, aralarında Melih Cevdet Anday, Murat Belge, Mengü Ertel, Bülent Erkmen, Can Yücel, Onat Kutlar, Ferit Edgü, Doğan Kuban, Enis Batur ve Handan Börüteçene’nin de bulunduğu 89 sanat ve kültür insanı bir kınama bildirisi yayımlamıştı. Bildiride, “... sanatın ayırıcı değil birleştirici gücüne inanan, ırk dil, din, renk, cinsiyet ve milliyet ayrımına karşı olan bizler; Sezer Tansuğ’un ... dile getirdiği ırkçı, şoven ve gerici düşüncelerini; yazarın kişiliğinde sembolleşen ayrımcılığın düşmanca tohumlarını ekmek ... amacındaki gerici zihniyeti... kınıyoruz” deniyordu. 1 S Zeynep Altıok Akatlı, (sağda) Say’ı ve eserini savundu. (üstte) raporluyor ve yakından takip ediyoruz. İktidar tarafından sanata ve sanatçılara karşı 13 yıldır uygulanan ağır baskı dikkate alındığında, Devlet Çoksesli Korosu tarafından yapılan bu açıklama ciddiyetten uzak ve inandırıcı değil. Görülüyor ki Devlet Çoksesli Korosu, AKP iktidarı döneminde sansürcü zihniyeti temsil eden “teksesli koro” haline getirilmiş. Onlar, devletin korosu olmayı, halka değil devlete hizmet etmeyi seçmiş olabilirler ama mızrak çuvala sığmıyor! Bir gün Metin Altıok Ağıtı’nı yine sahnede dinleyebilmenin umuduyla...” l Kültür Servisi Yıl 2015. Aradan çeyrek yüzyıla yakın bir zaman geçmiş. Dünyanın en saygın sanat şölenlerinden Venedik Bienali’ndeki kendine ait ilk pavyonunda Türkiye, Sarkis’le “Nefes” alıp veriyor. Sözü dolandırmadan söyleyeyim: Ermeni soykırımının 100. yılında, Türkiye’nin Venedik’te Türkiyeli bir Er Sarkis’in ‘Nefes’i 89 imzalı bildiri Cannes merdivenleri, kadınların! u gece sosyal içerikli bir Fransız filmiyle açılışı yapılacak olan 68. Cannes Film Festivali’nin en dikkati çeken yeniliği, kadın yönetmenlere bu kez ciddi bir yer veriliyor olması. Son yıllarda, Altın Palmiye adaylarının hepsinin erkek yönetmenler olması nedeniyle sert eleştiriler alan festival yönetimi için, hemen göze batacak, ‘kolay’ bir yenilik bu aslında. Emmanuelle Bercot’nun bu gece festivalin açılışında izleyeceğimiz filmi “Başı Dik”in (La Tête B Bu yıl, Croisette Bulvarı üzerinde Fransız oyuncularla, özellikle de Fransız kadın yönetmenlerle sık sık karşılaşacağız. Catherine Deneuve(solda), Emmanuelle Bercot ile bir arada. haute) getirdiği ikinci bir yenilik, geleneksel açılış filmi tanımımın dışında, sosyal içerikli bir film olması. Ayrıca, Coen kardeşler başkanlığındaki jürinin vereceği Altın Palmiye’nin de adayı olan genç yönetmen ve oyuncu Emmanuelle Bercot’nun, festival sarayının kırmızı halılarla kaplı 24 basamaklı mer divenlerini birkaç gün sonra yeniden, bu kez Altın Palmiye adayı başka bir Fransız filminin oyuncusu sıfatıyla çıkacağının da altını çizelim. Üstelik, yine genç Fransız kadın yönetmen Maïwen’in filmi “Benim Kralım” (Mon roi) ile kadın oyuncu ödülüne de aday olarak çıkacak o merdivenlerden... Bu gece televizyondan naklen yayınlanacak açılış töreninin sunucusu Lambert Wilson’un da bir Fransız oyuncu olduğunu ekleyelim. Fransız Yeni Dalga akımının özgün adlarından Agnès Varda’nın festivalin Onur Ödülü’nü alacağını unutmayalım... Bu yıl, Croisette Bulvarı üzerinde Fransız oyuncularla, özellikle de Fransız kadın yönetmenlerle sık sık karşılaşacağız... Emrah Serbes’e ‘zorla getirilme’ kararı azar Emrah Serbes’e 2 TemYkanalında muz 2014’te bir televizyon kullandığı ifadelerle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle açılan davada zorla getirilme kararı çıktı. Serbes şunları söylemişti: “Ben Başbakan olsam yüz tane korumayla markete dalıp çoluğu çocuğu tokatlamam. Bir kere her şeyden önce bu ayıptır... Mesela görüşlerine katılırsın katılmazsın Bülent Ecevit’i düşün. Bülent Ecevit’e yazar kasa fırlattılar. Ecevit ne yaptı, kasaya baktı, ondan sonra yürüdü makam aracına, bindi gitti. Şimdi ben düşünüyorum bugünkü Başbakan’a es kaza yazar kasa fırlatsa birisi dönecek uçan tekme atacak demek ki, vatandaşa “aduket” çekecek, bu derece. Buna ne gerek var? Yani şunu istiyor, herkes ondan korksun. Ya kardeşim bak bu ülkenin gençleri senden korkmuyor. Ben 33 yaşına geldim, ben de korkmuyorum ve de korkmayacağız. İstediğiniz zulmü yapın, gözlerimizde korkuyu göremeyeceksiniz. Tayyip Erdoğan ve diktasının böyle bir şeyi var, belli bir zulüm yapacaklar, herkesi sindirecekler, korkutacaklar, böyle ucuz kabadayılıklar yapacaklar. Siz öyle ucuz kabadayıysanız ben de Behzat Ç.’nin yazarıyım. Doktor değiliz belki ama hastamız çok...” l İSTANBUL/Cumhuriyet Emrah Serbes üzik, içinde çalındığı mekâna kimlik kazandıran, renk katan, ruhunuzu o ortamla birleştiren veya ayrıştıran bir araç. Konser salonunda, evinizde, arabanızda kendi seçtiğiniz müziği dilediğiniz yükseklikte dinleyebilirsiniz. Oysa kimi ortamdan müzik nedeniyle koşarak kaçmak gelir içinizden. Örneğin, alışveriş merkezleri, süpermarketler, spor salonları, lokantalar gibi. Orada çalınan müzik gelip gidenlerin seçimi değil, yönetenlerin beğenisini yansıtıyor. Ayrıca müzik meslek birliklerine hakkı ödenip, satın alınmış bir paket olmalı. Nice AVM’nin koridorunda genel bir müzik yayını yapılıyor. Aynı AVM’deki her bir dükkânda da ayrı müzik çalınıyor. Eğer bir an dükkânın kapısında durursanız dışardan ve içerden yükselen iki ayrı müziğin arasında kalıyorsunuz. Ço Kamusal alanın nota defteri M ğu kez dükkân çalışanlarına sorarım: Günboyu nasıl dayanırlar o yüksek ve tekdüze seslere? Onlarsa, akşama dek kulaklarında zangırdayan bu sesleri artık duymadıklarını söylüyorlar. Bilgisayardan indirilen dijital müziklerin kendine özgü bir cızırtılı tınısı var. Alışveriş merkezlerinde yapılan anonslardan sonra ses yüksekliği çalmakta olan müziğe göre yeniden ayarlanmadığı için ardından duyulan müzik bir misli daha yüksekten duyuluyor. Artık ya alışverişi bırakıp dükkândan kaçmak istiyorsunuz, ya da kan dolaşımınız hızlandığından, hiç aklınızda olmayan şeyleri alıp bir çırpıda sepetinize atıyorsunuz. Herhalde kurum sahiplerinin beklentisi ikinci durum! Bir de huzur veren, insanların yaşamına renk katan durumlardan söz etmeliyim: Örneğin metro istasyonlarının karanlık koridorlarında çalan bir kanuncu, neyzen, flütgitar ikilisi, kemancı veya gençlerin küçük koroları o günkü yaşamınıza renk katıyor. Onları belki sadece iki dakika duyuyorsunuz, ama metroya girip çıkarken yüzünüze bir tebessüm ekliyebiliyorlar. O günlerde, Cumhuriyet, Sarkis’e ve kınama bildirisine çok geniş yer vermişti. Başında bulunduğum Kültür Servisi’nin 18 Ağustos 1991 günlü sayfasını bu olaya ayırmıştık. Sayfada, Sarkis’le “Bugünden söz eden bellek” başlıklı bir söyleşi yapmış; bildiriden ve Tansuğ’un yazısından bölümlere yer vermiş; dönemin ünlü hukukçusu Çetin Özek’in, Tansuğ’un, yazısında Sarkis’in kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu ortaya koyan incelemesini yayımlamıştım. Dahası, Tansuğ, yalnızca bildiriye imza atanlar hakkında değil, o sayfayı hazırlayan benim hakkımda da dava açmış, ancak bu dayanaksız dava çok geçmeden düşmüştü... Cumhuriyet’te tam sayfa meni sanatçı tarafından temsil edilmesi, çok anlamlı. Sergi alanının iki ucundaki neon gökkuşakları. Ortada arkalı önlü iki ayna. Aynalarda, çocukların parmak izleriyle renklendirdiği gezegenler. Duvarlardaki vitraylarda, evvel zamandan ve şimdiki zamandan görüntüler. 35 bin yıl öncenin mağara resimleri, Aya Sofya’dan bir melek, Mihrimah Sultan’ı kucaklayan Mimar Sinan, sanatçının anababasının gömütleri ile torununun görüntüsü, Hrant Dink’in yaşam, bereket, aşk ve doğruluk simgesi narlı sureti, Gezi Parkı Direnişi’nin Kırmızılı Kadın’ı... Kültür ve dışişleri bakanlıkları ile Türkiye Pavyonu’na destek veren kimi katılımcıların Rakel Dink’in yazısındaki “Ermeni Soykırımı” ifadesinden “rahatsızlık duymaları” üzerine 7 Mayıs’taki açılışta dağıtılması beklenen sergi kataloğunun geri çekilmesine karşın, Sarkis’in geçmişten bugüne, bugünden geleceğe üflediği “Nefes”, her türlü sığ siyasal yaklaşımı yerle bir eden bir sanat manifestosu... 24 yıl önce, Sarkis’i dinledikten sonra, yazıma “Bugünden söz eden bellek” başlığını yakıştırmıştım. Şimdi daha da yakışıyor sanırım... Yıllardır THY uçaklarında çalınan müzik için yakınmalar gelir, ben de bu sütünlara zaman zaman yansıtırım. Acaba ye THY’de gizemsel müzik ni yönetim kurulu başkanı Sayın İlker Aycı bu minimal konuyu da ele alır mı? Kendisi aynı zamanda Türkiye Tanıtım Ajansı Başkanı olduğuna göre belki daha da duyarlı davranacaktır. Uçağa adım atmak demek yeni bir ortama girmek, yeni bir ruh haline bürünmektir. Sizi karşılayan ağır, mistik, tarihi müzik bırakın coşku duymayı, ruhunuza kasvet dolduruyor. Dünyanın merkezinde bir kente indiğinizde sizi uçaktan uğurlayan o aheste müzikle sevinciniz kursağınızda kalıyor. Sufi müziğin, geleneksel Türk müziğinin ya da halk müziğimizin kendine özgü soylu ve değerli kimlikleri tartışılamaz. Ancak şimdi uçaklarda dinletilen müzik, uçma coşkusunu yaşamak isterken sunulan mistik bir ceza gibi. Peki ne çalalım, sorusuna verecek o kadar çok yanıt var ki... C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle