23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 11 Mayıs 2015 EDİTÖR: AYŞEGÜL ÖZBEK TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Evren’i darbe sırası ve sonrasında bazı gazeteci, yazar ve siyasiler övgülere boğmuştu 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren’i darbe sırasında ve sonrasında bazı gazeteci ve yazarlarla siyasilerin övdüğü, yazılarıyla ve yaşamlarıyla bunu hayata geçirdiği de görülüyor. Bugün eleştirilerin odağı durumunda olan Evren, o günlerde bazı kesimlerce öylesine övülmüştü ki bu durum tepkiyle karşılanmıştı. İşte Evren’e destek verenlerden bazıları şöyle: l Dönemin TGC Başkanı ve Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nezih Demirkent, TGC Başkanvekili Necmi Tanyolaç övgü dolu ifadeler kullanırken, Nezih Demirkent’in “emirlerinizi bekliyoruz” dediği mektup dikkat çekmişti. Ilıcak Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) başkanlarından Burhan Felek, Kenan Evren’in elini öpmüştü. Bu anları gazeteciyazar Hasan Pulur ise şöyle anlatmıştı: “O dönem Burhan Felek, Gazeteciler Cemiyeti başkanı, ben de yönetim kurulu üyesiyim. Kenan Evren gelirken biz tabii tertibat aldık. Yönetim kurulu olarak karar verdik, aşağı inip karşılamayacağız. Böylece darbeye karşı tavır almış olacağız. Kenan Evren yukarı çıktı. Hepimiz takdim edildik kendisine... Sonra Burhan Bey, Kenan Evren’in elini tuttu ve öptü. Hepimiz afalladık kaldık... Unutulacak gibi değildi.” l Mehmet Barlas’ın da Kenan Evren’le sıkı bir dostluk bağının bulunduğu, hatta 12 Eylül günlerinde Evren’in hücumbotla Barlas’ın yalısına geldiği kamuoyunda çok tartışıldı. Gazeteci Nazlı Ilıcak’ın 12 Eylül askeri darbesine ilişkin kaleme aldığı yazılardan bazıları: l 13 ilde sıkıyönetim yürürlüğe girdi. Ilıcak: Merhaba asker Elini öptü Halk istemeden asla! KONUK YAZAR AYÇA ATİKOĞLU alıkavak’ta konuşlanan Kenan Evren ‘devletin en yüksek risk alan kişisi’ bağlamında, diğer emekli cumhurbaşkanlarından farklı olarak çok sıkı güvenlik tedbiriyle korunuyordu. Kaleme aldığım “Cumhurbaşkanı Eşleri” kitabı için röportaja gittiğim sırada Evren Paşa, denize nazır, yüzme havuzlu villasının balkonunda, sportif bir şıklıkla bekliyordu. Gelmiş geçmiş tüm cumhurbaşkanlarımızın özelliği olan halk çocukluğu, dolayısıyla sınıfsız ilişki kurma özelliği Evren Paşa’da da hemen kendini belli ediyordu. Öyle karşısındakini tartma, mesafe belirleme, şık ikramlar falan yoktu. Tahmin edeceğiniz gibi oraya telef edilmiş siyasi neslimin hesabını sormaya gitmemiştim, zaten “Sekine hanım bir anne olarak, gençliğe yönelik şiddetiniz yüzünden sizi hiç yargılamadı mı?” sorusuyla başlamama öyle bir şaşırarak “Ama neden? Zarar gören aşırı solcular dışında kim bana kızabilir ki?” dedi. Paşa’ya daha fazlasının sorulamayacağını, aynı mantıkla cevap vereceğini anladım. Sekine Hanım’ın anlatmasını bekledim. Ama Sekine Hanım’a öyle kolay kolay gelemedik... Onu dinlemek için önce Evren’in mesleki hayatının kronolojisini dinlemem gerekti. Sekine Muslu ile üsteğmen Kenan Evren görücü usulü evlenmişler, birbirlerini ancak nişanda görebilmişler. Sinemaya nikâhtan sonra, yanlarında akrabaları ile gidebilmişler... Düğünden sonra, tam baş başa kalmayı hayal ederlerken, Evren’in görevli bulunduğu tümenin lağvedilmesi emri üzerine yine ayrı düşmüşler... Bu girizgâhtan da anlayabileceğiniz gibi Sekine Hanım’ın hiç de kolay bir yaşamı olmamış, hayatının büyük bir bölümünü taşınmalar, yoklukarbe yapmak suçundan ömür boyu hapse mahkum edilmiş, rütbeleri sökülüp dört yıldızlı generalden rütbesiz er düzeyine indirilmiş (erlere saygısızlık olmuş ama neyse); cezası Yargıtay denen yüksek yargı organında “acelesi olmayan işler” rafına kaldırılmış; böylece cezası kesinleşmeden bu dünyadan çekip gitmiş bir zatın ardından söylenmedik, yazılmadık ne kaldı? Sadece gazete yazılarından söz etmiyorum. Twitter’de, Facebook’ta klavyeye yumulan böyle bir günde susmadı, içinden geçenleri dillendirdi; Kimi yürek serinletmek için 93 yaşında, “yaşayan bir ölü”ye dönüşmüş darbeci faşist generale diline geleni söyledi; kimi 12 Eylül çetesinin marifetlerini bir kez daha hatırlattı; kimi Erdal Eren’in çocuk yüzünü anımsayıp bir kez daha ağladı... Hepsinin içinde bir gazetenin başlığı beni irkiltti. Gazete Kenan Evren’in ölümünü “Bir dönemin sonu” başlığı ile vermeyi yeğlemişti. Bir dönemin sonu öyle mi? 12 Eylül 1980’in bir dönemin başlangıcı olduğuna itirazım yok. O güne kadar üstü örtük yürüyen faşizan yönelimler o günden itibaren açık, pervasız, kendini saklamaya ihtiyaç duymayan bir faşizme dönüşmüştü. Ama 2015 Mayısı’nda, cunta başının ölümü üstüne “Bir dönemin sonu” Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba asker... (Tercüman gazetesi Aralık 1978) l Bir, iki, üç... Ama bir gün gelir ordu, madem tek başına beceremiyorsun, şöyle çekil kenara çekil de gölge etme deyiverir. l Bırakalım ikinci sınıf meselelerle hükümet uğraşsın, halkta antipati doğacaksa, o üzerine çeksin. Yıpranacaksa ordu değil, siyasi iktidar yıpransın. Zira iktidarların alternatifi her zaman bulunur ama silahlı kuvvetlerimiz tek ve alternatifsizdir. l 12 Eylül bir darbe değildir, diyen Orgeneral Kenan Evren’e tamamiyle katılıyoruz. 12 Eylül ne bir darbedir, ne de bir ihtilal. (14 Eylül 1980) Barlas ‘Vicdan azabı çekmiyorum’ Kenan Evren’in yaşamı boyunca söylediği sözler tartışıldı. Evren’in özellikle 17 yaşında olan ve yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren için söylediği “Asmayalım da besleyelim mi” sözü hiç unutulmadı. Kenan Evren birçok şehirde hafızalardan silinmeyen konuşmalara imza atmıştı. O konuşmalardan ve demeçlerinden bazıları; 4 Adaletli davrandık bir sağdan bir soldan astık 4 Vicdan azabı çekmedim. Hatta otuz, otuzbeş kişi idam edildi. İdam edilenlerin neden idam edildiğini bilseniz, elim titremedi. 4 Çoktandır idam olmuyor, bazı kişilerin idam edilmesi gerek (Genelkurmay Başkanı olduğu dönem) 4 Başörtülüler için... Saçın görünmesi günah olsaydı Allah kadınları kel yaratırdı. 4 12 Eylül davası için... Yargılanırsam intihar ederim 4 Bugünün bazı genç bayanlarımızın, kusuruma bakmasınlar bunu açıkça söylüyorum, modadır diye ayakkabı yerine çizme giymelerini ben tasvip etmem. Çünkü her çizmeden üç ayakkabı çıkar. Çünkü bu çizmelerin üzerindeki deri ile üç çift ayakkabı alınır. Eskiden erkekler çizme giyerdi. Niye şimdi bayanlar alır, anlayamıyorum. (1980) 4 Aile ekonomisi ülke ekonomisinin temel unsurlarından biridir. Bu bakımdan fert ve aile olarak tasarrufa gayret ve her türlü israftan kaçınmak, özellikle bu dönemde, en başta gelen vatandaşlık görevlerimizden biri olmalıdır.” (20 Ekim 1980’de Kurban Bayramı dolayısıyla Ankara, İstanbul ve İzmir’de yayınlanan bayram gazetelerine verdiği demeç) 4 Sevgili Yozgatlı kardeşlerim. Şuna inanınız ki, her şeyin fazlası zararlıdır. Fazla fakirlik nasıl zararlıysa, fazla zenginlik de insanların rahat ve huzurunu kaçırır. (1983) 4 Bütün insanların kafaları şekil olarak aynıdır... Hepsi de yuvarlaktır. Hepsinin kafasının içinde beyin vardır... Beyin de aynıdır. Ama o beynin içinde oluşan fikirler ayrı ayrıdır. Bunu böyle kabul etmeye mecburuz. (1983) 4 Sevgili Muğlalı hemşehrilerim. Ev alacaksan tuğladan, kız alacaksan Muğla’dan derler. 4 Komünist Parti kurulmasına karşı değilim. Nasıl ki bana Yumurta atanları biliyorsam kimler Komünistmiş onu da bileyim. 4 Herhalde Picasso olduğu için pahalı bu tablolar. Ben de yaparım bunları! 4 Evleniyorum diye dedikodu çıkarmışlar. O dedikoduyu çıkaranı bir yakalarsam 12 Eylül’den beter yapacağım. l İSTANBUL #KötüBilirdik Kenan Evren ile ilgili etiketler Türkiye ve dünyada TT oldu Gururuyla tanınan Sekine Hanım, Çankaya’ya taşınmayı reddetmişti Y Sekine Hanım, eşi Evren’in DP’li ailesine karşı eleştirel bir CHP’li olmuştu. lar geçirmiş. Hep yoktan var etmeye çalışmış, elbiselerini bile kendi dikmiş. Kıyıda köşede gelecek için para biriktirmeye çalışmış, kooperatif evlerinin taksitlerini ödemekle geçmiş ömrü. Biraz rahat etmesi ancak Evren’in Kurmay Başkanı olduğu Konya’da ve Kolordu Komutanı olduğu Trabzon’da olmuş. Ne var ki, meşakkatli yılların acısı biraz rahat ettiği zaman ortaya çıkmış. Önce şeker hastası olmuş, sonra da enfarktüs geçirmiş. Bunu felç geçirmesi izlemiş... Sonrası hep hastalıklarla boğuşmak olmuş. mamak için vermiş. Şenay Hanım o süreci şöyle anlattı: “12 Eylül olmuş, annem felçli, Genelkurmay Başkanlığı lojmanlarında kalıyorlar. Ev birkaç katlı olduğu için annem inemiyor, dolayısıyla odasından çıkamıyor. Babam ‘Sekine, Çankaya’ya taşınalım mı? Orası düz ayak’ diyecek oldu. Konuşamayan annemin boğazından çığlık gibi bir ‘Hayır!’ koptu ve ‘Darbe yapılıp gelindi, bizim taşınmamızın resmi olması gerekir. Referandum yapılmadan, halk istemeden asla gitmem’ dedi. Gururlu kadındı, laf söylenmesini kabul edemezdi. Referandumu göremedi, lojmanlarda öldü.’ Darbeci kocasının kolunda salınırken görmediğimiz Sekine Hanım’ı tanıyamamıştık, bu tavrıyla onu biraz tanımış olduk. Tutkulu bir CHP’li Sekine Hanım tepkili biriymiş aynı zamanda. Tutkulu bir CHP’li olarak Paşa’nın DP’li ailesine karşı hep eleştirel olmuş ama en büyük tepkisini, kızı Şenay Gürvit’in anlatımıyla Çankaya’ya çık D O öldü. Peki zihniyeti? diyebilmek için ya fazla iyimser, ya fazla saf olmak ya da bizleri salak sanmak gerek. Hayır hayır, “Cunta üyeleri öldü ya da yaşayan ölüye dönüştü ama o dönemde daha alt rütbede de olsa işkence eden, askeri yargıç olup idam kararları veren, görevli oldukları kent ve kasabalarda zulüm ve ölüm aygıtı gibi hüküm süren pek çok suçlu hayatta, onlar yargılanmadan bir dönemin sonuna gelinemez” filan diyecek değilim. Türkiye yargı erki henüz faşizmi bir suç olarak kabul edecek, faşistleri yargılayıp cezalandıracak “ehliyet ve zihniyet”te değil. HHH Bir dönemin sonuna filan gelinmedi, çünkü dönemler onu başlatan, ona damgasını vuranların yaşamları ile başlayıp bitmez. Sormak gerek: 12 Eylül zihniyeti bugün de yaşıyor mu, yaşamıyor mu? 12 Eylül Anayasası, üstüne vurulan onca yamaya rağmen bugün de özünü koruyarak sürüyor. 12 Eylül’ün YÖK’ü bugün özünden ve kuruluşundaki uğursuz amaçtan hemen hiç sapmadan yürüyor. 12 Eylül’ün demokrasiye vurduğu yüzde 10 barajı prangası bugün de hiç gevşemeden yürürlükte. Siyasi partileri bir deli gömleği gibi kuşatan Siyasi Partiler Yasası el sürülmeden korunmakta. Terörle Mücadele Yasası yeni yamalarla daha da pekiştirilip, 12 Eylül generallerinin bile kıskanacağı bir polis devletinin temellerini attı. Yani 12 Eylül zihniyeti hiç de sona ermiş değil. Nitekim 12 Eylül’ün tadı damağında kalan, devletin gerçek sahibinin kendileri olduğuna kuşku duymayan, bizler için neyin iyi, neyin doğru olduğunu kendilerinin bildiğinde ısrar eden generaller 28 Şubat sürecinde “adı darbe olmayan darbe” uyguladılar. O dönemi izleyen 20002004 dönemlerinde ise “adı darbe olacak darbe” için kolları sıvadılar; hazırlandılar. 12 Eylül zihniyeti bal gibi canlıydı ve yaşıyordu. Ancak o zihniyetin elebaşıları da yargılanamadı. Onun yerine hiçbir suç işlememiş olanlar, zihniyetleri darbecilerden yana olsa bile bir suça bulaşmamış olanlar, sadece AKPCemaat ikilisinin iktidarına karşı oldukları için aynı çuvala konarak hapislere atıldılar, hukuksuzluğun kolay gezdiği mahkemelerde yargılandılar ve böylece 12 Eylül zihniyeti ile hesaplaşma ve sahiden darbecilik suçu işleyenleri cezalandırma fırsatı bir kere daha Türkiye’nin elinden alındı. Dahası AKP Cemaat itiş kakışının bir sonucu olarak yakın geçmişte yargı girişiminde bulundukları saklanamaz hale gelmişler yeniden itibar kazandılar, kumpasa maruz kalmış, mağdur edilmiş masum rolünde karşımıza dikildiler. HHH 12 Eylül zihniyeti hem iktidardaki partinin elinde, hem bugünlerde onunla balayı yaşamakta olan darbeci kafa ve kişilerde yaşıyor... Evren öldü ve “Bir dönemin sonu”na geldik öyle mi? Haydi canım sen de!.. Yeni Türkiye C M Y B [email protected] ‘Emirlerinizi bekliyoruz’ diktatörün ölümü 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle