19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 MART 2015 SALI 6 HABERLER Baransu tutuklandı İstanbul Haber Servisi Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu, Balyoz davasındaki kumpas iddialarına ilişkin soruşturma kapsamında tutuklandı. Baransu’ya, “suç işlemek amacıyla örgüt kurma, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama” suçlamaları yöneltildi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu tarafından yürütülen Balyoz davasında kumpas iddialarına yönelik soruşturma kapsamında gözaltına alınan Baransu’ya emniyette Balyoz Belgeleri ve ‘Karargâh’ isimli kitabına ilişkin 28 soru yöneltildi. Baransu, emniyetteki işlemlerinin ardından dün Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’ne sevk edildi. Soruşturma savcısı Gökalp Kökçü, Baransu’nun ifadesini almadı, dosya üzerinden inceleme yaptı. İncelemenin ardından sevk edildiği İstanbul nöbetçi 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklandı. Baransu’nun emniyetteki sorgusunun başlangıcında, “Şüpheli Mehmet Baransu ile eylem birliği içinde suç örgütü faaliyeti kapsamında hareket eden şahıslar bu aşamada tespit edilememiştir” denildi. Baransu ifadesinde, Balyoz davasına ilişkin belgelerin kendisine nasıl geldiğini detaylı bir şekilde savcıya anlattığını belirterek şunları söyledi: “Taraf gazetesine gelirken yolda gördüğüm bir kişinin benimle bir haber için konuşacağını söylemesi üzerine kendisiyle görüştüm. Bana çeşitli CD’ler, çeşitli belgeler, fotoğraflar, yazışmalar gösterdi. Bunların bir kısmı askeri yazışmalar, bir kısmı el yazıları, bir askerin tuttuğu notlardı. Kendisi 3 DVD bir CD halinde, bunları toparlamıştı. Bazı orijinal belgeler de bunların yanında idi. DVD ve CD içerisindeki belgelerle karşılaştırdım. Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Yıldıray Oğur, Kurtuluş Tayiz’le bu belgeleri inceledik. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, eski Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül dahil olmak üze Balyoz kumpası iddiasına yönelik soruşturmada örgüt suçlaması yöneltildi Demirtaş: ‘Bize En Yakın Parti AKP’ Allah kahretsin şu belleği, unutur unutur, sonra bir başka bağlamda küt diye çıkartır önüne koyar.. İmralı/HDP/Kandil’in, iktidarın faşizme, otoriterliğe, tek adamlığa gidişini durduracak en büyük güç olarak sunulduğu şu günlerde, Demirtaş’ın iki yıl önceki, 9 Şubat 2013’te gazetelere yansıyan açıklamasını anımsayalım: “Yakın olduğumuz AKP’dir. Bire bir örtüşmüyor, ancak yakınlaştığımız parti AKP’dir.”(*) Bunu Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarıyla ilgili söylüyor. Hepsini alamam konuşmasının, içinde şüphesiz doğrular da var. Yeni anayasa konusunda AKP ile aralarındaki büyük benzerlikleri dile getirirken bu sözü söylüyor. O sırada AKP’nin yeni anayasa önerilerinin çok önemli bölümü Başkanlık Sistemi’ni öngörüyordu... O gün de Başbakan RTE, Başkanlık Sistemi peşindeydi, bugünkü gibi. Slovakya’dan dönerken gazetecilere “BDP ile referandum noktasında, müşterek adım atabiliriz” diyordu. Yani AKP ile BDP arasında ‘Yeni Anayasa” yapılacak, Meclis’te 367’yi bulamayacakları için referanduma götürecekler ve halka kabul ettirecekler. Ortaklık böyleydi o sırada. RTE ile Demirtaş’ın bu “ittifakının” kaynağı, aslında İmralı’da hükümetin Öcalan’la çözüm sürecinde vardığı uzlaşmaydı. Bu uzlaşma RTE’nin başkanlık sistemini de kabul ediyordu. Bunu, 19 gün sonra, 28 Şubat 2013’te İmralı Tutanakları bombası ile öğrenecektik! Öcalan’ın, İmralı’da buluştukları Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan ile görüşmesinin tutanakları Milliyet gazetesinde yayımlanıyordu… Görüşmede kendisine, toplumda RTE’nin başkanlık diktatoryası kurma kaygıları anımsatılıyor. Öcalan: “Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz. Yalnız başkanlık ABD’deki gibi olmalı, devlet meclisi gibi bir senato. İkincisi, bir de halklar meclisi.” Evet, Öcalan’ın düşündüğü Başkanlık Sistemi tam RTE’nin istediği biçimde olmayabilir. Ama RTE’nin nasıl bir başkanlık sistemi istediği açık ve nettir. ‘Bavulu yolda bir kişi verdi’ re, AK Parti’nin üst düzey yetkilileri, birçok insanın tutuklanmasına yönelik bir darbe planı hazırlandığını gördük. Turan Çolakkadı bu CD’leri bizden talep edince gazetedeki CD’lerden aktarma yapıp bize geldiği şekliyle 3 DVD ve 1 CD’yi kendilerine teslim ettim.” Baransu’ya emniyette “Tutanağa konu 4 adet DVD sizin tarafınızdan mı hazırlandı” sorusu yöneltildi. Baransu, “CD’leri benim hazırlamış olma ihtimalim hayatın doğasına aykırıdır. İddia edildiği gibi, sahte dijital verileri ben ürettiysem orijinal hallerini, kopyalarını neden hem cumhuriyet savcılığına hem askeri savcılığa vereyim” dedi. Baransu kaynağıyla iki kez görüştüğünü belirterek, “İlk görüşmemiz de 3 DVD aldım, ikinci görüşmemizde Balyoz davasına konu olan bavul içerisindeki belgeleri aldım” dedi. İttifakın kaynağı İmralı DÖNEMİN TARAF GAZETESİ YAYIN YÖNETMENİ AHMET ALTAN MEYDAN OKUDU: Ben buradayım benimle konuşun u Mehmet Baransu’nun tutuklanıması üzerine ‘Kumpas suçlaması’ nedeniyle görüşlerini sorduğumuz Taraf gazetesinin eski Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan bir yazıyla cevap verdi. Balyoz iddialarının gündeme getirildiği dönemde gazetenin yayın yönetmeni olan Altan, Balyoz’la ilgili sorularına cevap istedi. İşte Ahmet Altan’ın yazısı: Bizim Mehmet Baransu’nun evini basmışlar, on saat aramışlar, gözaltına almışlar, sonra da mahkemeye sevk edip tutuklamışlar. Niye yapmışlar bütün bunları, neymiş suçu? “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri yok etmek, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etmek, dev Altan letin gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak.” Örgüt kurmuş ama şimdilik “örgütün diğer üyelerini” saptayamamışlar. Bir bavul dolusu belgeyi savcılığa teslim ettiği halde “devletin güvenliğine ilişkin belgeleri” yok ettiğini söylüyorlar, ne kadar belge vardı ki Baransu yok etti? En çok da Balyoz darbe planından “devletin güvenliğine ilişkin bilgi” ve “devletin gizli kalması gereken bilgileri” diye söz etmelerine bayıldım. Ne zamandan beri darbe planları “devletin güvenliğine ilişkin belge” ve “devletin gizli kalması gereken bilgileri” olarak niteleniyor? Ne zamandan beri olacak, hırsızlarla darbeciler hukuktan kurtulmak için kol kola girdiğinden beri… Hırsızlık yaparken yakalanan bir iktidar, paçasını kurtarabilmek için hırsızlıktan da büyük suçlar işlemeye başlayınca, gidip darbecilere sığınmaya karar verdi. Ellerinde planlarıyla ortaya çıkan darbeciler de, dizleri korkudan titreye titreye, hırsız olduklarını açıkça bildikleri adamların arkasına utanmadan saklandılar… Birlikte onların suçlarını ortaya çıkaranları suçlu ilan etmeye çalışıyorlar. Önce işi bir netleştirelim. Ben Taraf gazetesinin kurucularından biriyim, o gazeteyi beş yıl yönettim, Balyoz darbe planlarının basılmasına ben karar verdim. O planları bin defa önüme getirseler bin defa da basarım. Darbecilerin zorbalığından da, hırsızların zorbalığından da nefret ederim. Bu duygum hiç değişmedi, hiç değişmeyecek. Onun için çeşitli insanların isimlerini ortada dolaştırarak, Baransu’yu tutuklayarak meselenin etrafında dolaşmaktan vazgeçin. Yasemin Çongar’ı, Baransu’yu, şimdi itirafçı olmuş çoluk çocuğu bir kenara bırakın. O itirafçılar kendilerinin “kullanışlı aptal” olduklarını söyledikten sonra bizim de “kullanışlı aptal” olduğumuzu söylüyorlarmış. O zavallı çocuklar, birkaç kuruş için bir hırsız çetesinin oda hizmetçiliğine soyundukları için hayat onlara alçaklıkla aptallıktan başka seçenek bırakmadı. Daha yaşları kırka varmadan, alçaklıklarını itiraf etmemek için aptal olduklarını söylemek zorunda kaldılar. Aptal olduklarını kabul etmezlerse, alçak olduklarını söylemek zorunda kalacaklar çünkü. Zavallı çocuklar. Onlarla uğraşmayın, onlar zaten sizin adamınız olmuş. O haberi basan, o haberi basmaya karar veren, Balyoz’un bir darbe hazırlığı olduğundan bir an bile kuşku duymayan adam benim. Hadi gelin bir konuşalım bakalım, Balyoz planları “devletin gizli kalması gereken” bilgisi miymiş? Bana gelirken uğramanız gereken bir yer var. Genelkurmay Başkanlığı. Yayınladığımız belgeler, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndan çıktı. Birebir aynı belgeler. Şimdi o belgelerin “sahte” olduğunu söyleyen hiç kimse gidip de Genelkurmay Başkanlığı’na, “O belgeler sizin Donanma istihbaratın merkezinden nasıl çıktı” diye sormuyor. Resmi bir kuruluşta bulunan, resmi belgeler onlar. O belgelerin sahte olduğunu mu söylüyorsunuz? O zaman, o “sahte” belgeler Donanma’nın istihbarat merkezinde ne arıyordu diye soracaksınız. Bütün subayların sicil numaralarını, görev yerlerini gösteren bavul dolusu belgeyi Donanma İstihbarat Merkezi’ne kim yerleştirdi? İstihbarat merkezi bu, halk plajı değil. Parolası, şifresi, kamerası, muhafızı, kayıt defteri olması gerek. Nerede kayıtlar? Nerede kamera görüntüleri? Kim koydu onları oraya? Neden Genelkurmay beş yıldan beri bu konuda tek bir açıklama bile yapmıyor? Neden “sahte” olduğu iddia edilen “resmi” belgeleri istihbarat merkezine koyanları açıklamıyor, yakalamıyor, suçlamıyor? Eğer Genelkurmay, kendi Donanma istihbaratına “bir bavul dolusu” belgeyi koyanı bulmaktan acizse, siz zaten o orduyu lağvedin gitsin… Ordu falan değil o. Ya da o belgeler gerçek ve bizzat askerler tarafından oraya saklandı. Şimdi bana bunu bir açıklayın önce. Darbeci kayınpederini aklayabilmek için kıvranıp duran damada da, “askeri vesayetin” yıkılmasında onurlu bir rolü bulunanlardan nefret eden “askerci” gazetecilere de şu soruyu sormak isterim: Neden aklınıza bu soruyu Genelkurmay’a sormak hiç gelmedi? Neden hiç gelmiyor? Neden o belgelerin Donanma İstihbarat Merkezi’nden çıktığından bir kere bile söz etmiyorsunuz? Çünkü darbeciliğin ortaya çıkmasından ödünüz patlıyor. Hırsız bir iktidarın zaaflarından yararlanarak darbeciliği aklamaya çalışıyorsunuz. Tabii ki darbecilerle ve hırsızlarla işim böyle bir soruyla bitmiyor. Bir adam var, adı Yalçın Akdoğan, şimdiki işi Başbakan Yardımcılığı. Bu rezilliği, “Ordumuza kumpas kuruldu” diyerek o başlattı. Bugüne kadar da hiçbir savcı ona “Bu kumpas hakkında ne biliyorsun” diye sormadı. Eğer bir kumpas varsa, Başbakan Yardımcısı bunun bilgilerine ve belgelerine sahipse, bunu derhal adalete ulaştırmak zorunda. Açıklasın bakalım şu “kumpasın” belgelerini. Eğer elinde bir belge yoksa, o zaman da bir davanın seyrini değiştirmekten muradının ne olduğunu, neden yalan söylediğini, iftira attığını bir anlatsın. “Askerci” gazetecilerin aklına bu konu da hiç gelmiyor nedense. Şimdi gelelim şu Balyoz Darbe Planları’na. Bir kere şunu söyleyeyim, başka hiçbir belge olmasaydı bile sadece oradaki generallerin “resmi” konuşma bantlarını dinleseydim, gene onları “darbe” hazırlığı olarak yayınlardım. Herkese soruyorum, bizzat darbe komutanının emriyle kayda alınan o konuşmaları dinlediniz mi? Yalçın Akdoğan’a da soruyorum, dinledin mi o konuşmaları? Adamlar neyi hazırladıklarını zaten o konuşmalarda açıkça anlatıyorlar. Şimdi o konuşmaları tümüyle unutup, bulunan diğer belgelerle ilgili olarak “belgeler sahte” diye ortada dolaşanlar var. Araya sahte belgeler karıştı mı karışmadı mı, o sorunun cevabını verecek bir yazılım uzmanlığına sahip değilim. Ama Namık Çınar’ın defalarca sorduğu bir soruyu, “belgeler sahte” diyenlere bir daha sormak istiyorum. O belgeler “sahte” ise “gerçekleri” nerede? Nerede gerçek belgeler? “Zaten hiç belge yoktu” demeye hazırlanan kurnaz hırsızlarla, kurnaz darbecilere ve kurnaz “askercilere” de cevap vermeleri gereken bir soru soracağım. Korgeneral Engin Alan’ın o seminerdeki Uzlaşma metni yeni anayasa öngörüyor Hükümet ile HDP arasında açıklanan “10 maddelik” “niyet anlaşması”nın son maddesi de, bu anlaşmanın pek çok maddesinin yeni anayasa ile kabulünü öngörmekte. Normal, çünkü anlaşmanın içinde dile getirilenlerin pek çoğunun karşılığı bugünkü anayasada yok. Tamamen değişmesi gerek. Peki, RTE’nin nasıl bir anayasa istediği belli, tam yetkili, tam diktatoryal, Meksika’ya hayran... Bizim gibi demokrasi kültürü gelişmemiş, uluslararası terimle söylersek yarı özgür ve melez rejim biçiminin uygulandığı ülkelerde, Başkanlık Rejimleri diktatoryal özellikler kazanıyor ve ülkenin antidemokratik rejimin pekiştiriyor, sağlamlaştırıyor. Soru: Güç ve çoğunluk RTE’de, nasıl bir rejim istediği açık, anlaşma metni de yeni anayasa öngörüyor. Bu nasıl bir anayasa ile çözülecek? HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Recep Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık Sistemi’ne karşı olduklarını ve bunu kendilerinin engelleyeceklerini söyleyip duruyor. Bu nasıl olacak? ‘Donanmadaki belge aynı’ ‘Yalçın Akdoğan’a soru’ ‘Çoluk çocuğu bırakın’ ‘Engin Alan’ın sözleri’ konuşmasını dinlediniz mi ya da okudunuz mu? Ben size o konuşmanın bir bölümünü hatırlatayım: “Birlikler tamam. İstanbul üzerine çöküyoruz. Yönetime el koyuyoruz. Belediye başkanları, kamu kurumunda çalışanlar değiştirilecek. Tutuklanacaklar. Sert müdahale olacak. Acıma bilmem ne yapmak yok, tepeleme var. İsrail örneğinde olduğu gibi sert müdahale olacak. Rejim aleyhtarı dernek, gazeteler, yurtlar, kuruluşların listesi dosyada ve perdede.” Şimdi söyleyin bakalım, “sahte” olmayan listedeki “rejim aleyhtarları” kimler? Nerede o gerçek liste? Benim gördüğüm listenin tepesinde kardeşimin adı yazıyordu. Sizin “gerçek” listenizin üstünde kimlerin adı vardı? Kimleri tutuklayacak, vuracak, öldürecektiniz? O spor salonlarına, futbol sahalarına kimleri dolduracaktınız? Bütün hırsızlara, darbecilere, askercilere söylüyorum: Bunlara cevap verin, sonra isterseniz size daha başka sorular da sorarım. “Balyoz darbe planı değildi” ha, “ordumuza kumpas kuruldu” ha… “Devletin gizli kalması gereken belgeleri” ha… Bütün suçları işleyip şimdi bir de devletin gücünü elinize geçirdiniz diye, o suçları ortaya çıkaranları suçlamaya kalkıyorsunuz. Balyoz, bir darbe planıydı. O planları ben yayınladım. Ben buradayım. Ne konuşacaksanız benimle konuşun. Ve bana sorular sormadan önce, benim sorduğum sorulara cevap verin. Verebilirseniz tabii… Kızılkaya: Öcalan RTE’nin isteğini destekliyor Demirtaş bu kez 15 Ocak 2015’te Milliyet’ten Serpil Çevikcan’a şöyle diyordu: “Asla aramızda bir pazarlık, anlaşma yoktur başkanlık meselesi ile ilgili. Olmamıştır da. İmralı’da da arkadaşlarımızın ziyareti sırasında tesadüfen konuşulmuş bir konudur… Biz BDP olarak kesinlikle AKP’ye Başkanlık konusunda bir taahhüt vermiş değiliz.” Şunu da diyor: “AKP’nin; tartışıldığı şekli ile, iktidar partisinin bazı sözcülerinin ifade ettiği tarzdaki bir başkanlığa ‘evet’ demedik, demeyiz de..” Öte yandan Muhsin Kızılkaya, Habertürk yazarı ve RTE kontenjanından milletvekili aday adayı, geçen pazar gecesi Enine Boyuna programında (Ece Üner moderatörlüğünde) şöyle diyordu: Öcalan, Cumhurbaşkanı’nın Başkanlık Sistemine karşı değildir… Zaten KCK yapısı da sıkı bir başkanlık rejimini içerir. Başkanın vereceği kararlar kesindir ve itiraz edilemez.. Sorum şu oldu: Ama Selahattin Demirtaş, RTE’nin istediği Başkanlık Anayasasına karşı olduğunu söylüyor? Kızılkaya’nın yanıtı: “O, Demirtaş’ın sorunu.” “Tarihi anlaşma” olarak sunulan 10 maddelik metinde, istenilen yeni anayasanın nasıl bir rejim içerdiği konusunda ise hiç bir ipucu yok. 2013’te başkanlık rejimi tartışmalarının tüm yakıcılığıyla sürdüğü sırada yazdığım yazılara baktım. Ne kadar güncel. Mesela (http://orhanbursali. blogspot.com.tr/2013/02/cozumicinpadisahlgaevetdeyin.html) yazıma, hemen aynı yerde diğerlerine ve 2013 Mart başındaki yazılara bir bakın... HDP, eğer RTE türü başkanlık rejimine karşıysa, Meclis’e girmeli. Eğer baraja takılırsa, RTE’ye böyle bir şans olanağı açabilir. Garantili 3540 milletvekili ile Meclis’e girmekle, barajı aşamayıp 5055 milletvekilini AKP’ye hediye etmek arasında dağlar kadar fark var. Barajı aşarsanız, bağımsız aday katılımıyla çıkartacağınız milletvekili sayısı arasında 15 kadar fark olacak. Şüphesiz az değil. Not: “Kandil, İmralı, HDP arasında görüş ayrılıkları yok, bir ve bütünleşik birbirlerini destekleyerek hareket ediyorlar” görüşü sık dile getiriliyor. İmralı Tutanakları’nda Öcalan’ın şu sözlerini anımsatırım: “Kandil, onların savaş sistemine katılmadığım için... Bu yüzden onlara kızıyorum… PKK bile beni anlamıyor. Beni bir ağabey ve baba gibi görüyor.” Dün dediğim gibi: 10 maddelik anlaşma, görüşme ve pazarlıkları şimdilik seçim sonrasına öteleyen bir anlaşma. AKP şüphesiz Kürt liderlerle, başkanlık rejimi temelinde yeni bir anayasa anlaşmasıpazarlığı içinde. Metin, kesinlikle, yeni anayasa ile birlikte yeni bir ülkecumhuriyet kurulmasını öngörüyor. Bu 10 madde ayrıca, İmralı Tutanakları’nda da dile getiriliyor, anımsatırım: “Ben 3 aşama ve 10 ilke öneriyorum. Bu yazı üzerine cesurca tartışacaksınız…. Demokratik Çözüm Planı: Bu da toplam 10 maddeden oluşuyor.” Her şey açıkça tartışılmalı, saydamlık… Kürt meselesi, kapalı kapılar ardında ve halkın önemli bir kesiminin katılımı olmadan çözülemez. (*) www.milliyet.com.tr/yakinoldugumuzpartiakparti/siyaset/siyasetyazardetay/09.02.2013/1666506/default.htm HDP Meclis’e girmeli l Gezi Direnişi sırasında polisin dayağıyla omurgası kırılan gencin davasında bakanlık mağduru suçladı: Her makul insan önlem alır OMURGA KIRAN ŞİDDETİ SAVUNDU CANAN COŞKUN Gezi Parkı Direnişi sırasında Fındıklı’daki polis müdahalesinde omurgası kırılan C.Ö.’nün İstanbul İdare Mahkemesi’nde İçişleri Bakanlığı’na açtığı tazminat davasında, bakanlık hukuk müşavirliğinden akıllara durgunluk veren bir savunma geldi. Bakanlık savunmasında, C.Ö.’nün polislerce dövülüp omurgasının kırılmasını tedbir almadan olaylarında merkezinde olmasına bağlayarak, kusurun kendisinde olduğunu savundu. Bakanlık talep edilen 10 bin TL tazminat talebinin fahiş olduğunu, sebepsiz zenginleşmeye neden olacağını belirtti. Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir sınavda gözetmenlik yapan C.Ö.’nün, 16 Haziran 2013’te evine giderken Fındıklı’da polisin eyleme müdahale ettiği sırada omurgası kırıldı. C.Ö.’nün yaşadıkları nedeniyle sağlığı ve algılama yeteneği basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek derecede bozulduğu Adli Tıp raporu ile tespit edildi. Adli Tıp raporunda travma bulgularının tamamının “işkence” tanısı kapsamında olduğu kaydedildi. C.Ö. polisler hakkında suç duyurusunda bulundu ve İçişleri Bakanlığı’ndan 10 bin TL’lik tazminat istedi. İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirliği de İstanbul 1. İdare Mahkemesi Başkanlığı’na davanın reddi istemli bir savunma yolladı. 1. Hukuk Müşaviri Yardımcısı Adnan Türkdamar tarafından kaleme alınan savunmada, dava konusu olayın meydana gelmesinde C.Ö.’nün kusuru bulunduğu iddia edildi. C.Ö.’nün “her makul insanın” alacağı tedbirleri almadan, olayların merkezinde bulunduğu kaydedilerek, olayın idarenin eyleminden değil, C.Ö.’nün yaralanmasının kendi söz, eylem, davranışlarıyla gerçekleştiği öne sürüldü. Dinlemede yedi polis serbest CAN HACIOĞLU C.Ö. cop darbesiyle ensesinden yaralanmıştı. l Savunmada Borçlar Kanunu’nun 63. maddesine yer verilerek polis saldırısından idarenin sorumlu tutulamayacağı kaydedildi. 63. madde şöyle: “Kanunun verdiği yetkiye dayanan ve bu yetkinin sınırları içinde kalan bir fiil, zarara yol açsa bile, hukuka aykırı sayılmaz. Zarar görenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar, zarar verenin davranışının haklı savunma niteliği taşıması, yetkili kamu makamlarının müdahalesinin zamanında sağlanamayacak olması durumunda kişinin hakkını kendi gücüyle koruması veya zorunluluk hallerinde de fiil, hukuka aykırı sayılmaz.” ‘İdare sorumlu değil’ ESKİŞEHİR Yasadışı dinleme iddialarıyla ilgili geçen cumartesi günü Eskişehir merkezli 12 ilde düzenlenen operasyonda 27 polis gözaltına alınırken, adresinde bulunamayan 1 polis hakkında yakalama kararı çıkarılmıştı. Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde (KOM) ifadeleri alınan 27 polisten 7’si Cumhuriyet Savcılığının talimatıyla serbest bırakıldı. Gezi direnişi sırasında polise yardım eden eli sopalı siviller nedeniyle eleştirilen eski Eskişehir Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Mustafa Aygün de aralarında bulunduğu 20 polisin ise ifade alma işlemlerinin devam ettiği belirtildi. Gözaltında bulunan polislere sebze ağırlıklı yemek verildiği belirtilirken, bu durumun olabilecek zehirlenmelerin önlenmesi amacı taşıdığı öğrenildi. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle