19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 MART 2015 SALI CUMHURİYET SAYFA YAŞAR KEMAL’E VEDA 11 GÜNTER GRASS CUMHURİYET’E YAZDI Gözler yaşlı, sesler yaslı Bu yazıyı Yaşar Kemal’in cenazesinin ardından Lütfi Kırdar’da yapılan veda töreninde yazıyorum. Zeynep MİNE Oral’ın sunduğu SÖĞÜT törende şu anda ekranda Nebil Özgentürk’ün hazırladığı bir belgesel gösteriliyor. Yaşar Kemal o güzel ve davudi sesiyle ekranda türkü söylüyor. “Mezarımı derin kazın dar olsun Altı lale, üstü çimen bağ olsun Ben ölürsem sevdiceğim sağ olsun” Yanımda oturan genç kadın onunla birlikte türküyü mırıldanıyor ve iki gözü iki çeşme ağlıyor. Aklım o an Gülhane Parkı’na gidiyor. Hani Yaşar Kemal’in İstanbul’a ilk geldiğinde kalacak yeri olmadığı için geceler günler geçirdiği o parka. O park bugün aklıma ilk kez Teşvikiye Camii’nin avlusunda geliyor. Sabah, avlu daha bomboş. Suriyeli bir kadın iki çocuğuna sarılmış, cami avlusundaki bankta yarı yatmış yarı oturmuş, hafiften yana kaykılmış uyuyor. Birkaç saat sonra binlerce kişinin bu avluya dolacağını henüz bilmiyor. sanların o kibar hüznü... Mezarlıktan tüm şehre, ülkeye usul usul yayılan sessiz bir veda töreni... Etrafta bir sürü başka mezar. Komşularına bakıyorum. İçim rahatlıyor. Yattığı yer en yakın arkadaşlarından Oğuz Aral’ın mezarına iki adım. Mezarlıkta biraz yürüyorum. Başka ölüler ve başka vedaların arasından süzülüp bir taksiye biniyorum. Taksici yaptığım birkaç telefon konuşmasından anlıyor, “Yaşar Kemal’in cenazesinden mi” diye soruyor. “Evet, tanır mıydınız?” “Kebap yedik bir kere yan yana masalarda” diyor, “Heybetli adamdı”. “Okudunuz mu hiç?” “Yok ama biliyorum bir İnce Memed’i var, çok ünlü.” Okumayan bile onu biliyor, tanımayan bile seviyor. Cumhuriyetle yaşıt. O ölürken, ülkenin yakın ve yılgın tarihi, bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiyor. Şu anda Lütfi Kırdar’daki anma bitmek üzere. İdil Biret Yaşar Kemal için çalıyor. Okumayan bile onu biliyor. O güzel adam, o güzel atıyla usulca gözden kayboluyor Engin yürekli yol arkadaşım Türkiye’deki, tüm dünyadaki Yaşar Kemal okurlarına baş sağılığı diliyorum. Ben de çok iyi bir romancının yanı sıra güvenilir bir dostumu, engin yürekli bir yol arkadaşımı kaybettim. TürkiyeAlmanya Kültür Forumu’nun onur başkanlığını paylaştığımız yirmi yılı aşkın bir süredir birçok kereler bir araya geldik. 2010 yılında daveti üzerine geldiğim İstanbul’dan unutulmaz anılarla dönmüştüm. Anısı önünde saygıyla eğiliyor, Ona Frankfurt Kitap Fuarı’nda barış ödülünü verirken dile getirdiğim düşüncelerle veda ediyorum: Yaşar Kemal’ın kitapları, ajitasyondan uzaktırlar. O, hayat mektebinden deneyimleriyle sosyalisttir ve haksızlığın gözler önündeyken bile sürekli farklı kılıklara büründüğünü iyi bilir. Ancak onun hikâye ve romanlarına tamamen kendini vermiş okurlar onun politik itirazlarının halkın sıkıntıları, düşleri ve umutlarıyla nasıl temelden kaynaşmış olduğunu kavrayabilirler. Irkçı çılgınlık, Yaşar Kemal’ın kitaplarında, yabancılara karşı düşmanlık biçimine bürünüp, anlatılan öykünün bir parçası olur, ancak bunun resmi hükümet politikasının bir göstergesi olduğu da ortadadır. Bu yüzden yazar, egemen çevreleri hep rahatsız etmiştir. Bu yüzden sürekli mahkemelere çıkarılmış, bu yüzden işkence ve hapis cezalarına katlanmak zorunda kalmıştır. Şimdi, bu büyük yazara teşekkür borcumuzu ödeme sırası bizde: insanlara sınırlar koyan, sonra da onları toplumun dışına iten politikaları aşmamız, buraya, Avrupa’ya yerleşmiş Türkiye kökenli komşularımızla, önyargılardan kaynaklanan korkulardan uzaklaşmamız ve daha da önemlisi, Almaya’daki milyonlarca Türk ve Kürt kökenli insana eşit yurttaşlık hakları tanıyacak bir politika talep etmemiz gerekmektedir. Benim övgüsünü yaptığım türden bir edebiyat, eğer bir çeşit yol göstericilik yapabiliyorsa, o zaman bugün burada toplanmış olan bütün yazarlar, yayıncılar, kitapçılar; kısaca politik sorumluluğunun bilincinde olan tüm insanlar, Yaşar Kemal’ın seslenişine uymaya, onu daha da ileriye taşımaya ve onunla birlikte evrensel insan haklarının geçerli kılınması için, silahların iktidarının sona ermesi için, en ücra köylere kadar barışın egemen olması için mücadele vermeye çağrılıdırlar. sevmek mümkün değil Cenazeleri Cenazesi bu camiden kalkacak olan o heybetli yazarın, bir zamanlar kendisi gibi şehre uzaklardan geldiğini ve yine kendisi gibi yatacak yeri olma dığı için açık havada uyuyarak günler geceler geçirdiğini hiç bilmeyecek. Cenazeleri sevmek mümkün değil. Hiç kalmak istemiyorum. “Keşke” diyorum “Uçsam gitsem Gülhane Parkı’na. Parkın denize bakan tarafına. Topkapı Sarayı’nın büyük kapısının önüne. Çemberlitaş gibi upuzun bir sütunun olduğu yere. Üzerinde azıcık da olsa çatısı bulunan o kuytuya. Yaşar Kemal’in gazete kâğıtlarından döşek serdiği taşa. Oraya otursam, yüzümü güneşe dönsem ve ona İstanbul’a geldiğinde sığındı ğı o parkta veda etsem...” Ama camideyiz işte hepimiz. Mahşer gibi kalabalık. Herkes harıl harıl politika konuşuyor. Seçimlerden, partilerden, dengelerden ve dengesizliklerden bahsediyor. Bazılarının gözleri yaşlı, herkesin sesi yaslı. Sabah Suriyeli kadınla iki çocuğunun uyduğu banka tırmanan kameramanlar, görüntü yakalama derdindeler. Azıcık umut olsa Kadın, az sonra bu avluya cenazesi getirilecek olan o heybetli yazarın, yoksulların dili olduğunu, savaşlara kafa tuttuğunu ve dünyanın en güzel romanlarını yazdığını öğrenemeden gitmiş. Muhtemelen daha sakin bir yerde kucağında hâlâ uyuyan çocuklarıyla dilenmekte... Banka bakıyorum, hayal meyal ayaklar altında unutulmuş, Bilmediğimiz bir dilde tedirgin bir uyku görüyorum. “Yaşar Kemal” diyorum, “Cenazesinden önce kendisi gelse, şu bankta, açık havada uyuyanların unutulmuş uykularına girse, onlara umut dolu hikâyeler anlatsa da öyle gitse; bütün savaşların bir gün biteceğini ve iyilerin kötüleri nihayetinde yeneceğini, bu düzenin böyle sürmeyeceğini fısıldasa... Masal da olsa hikâye de olsa giderayak bir üzgün kadınla iki çocuğa, bu koca ülkeye yıllardır yaptığını yapsa, onlara da azıcık umut olsa...” Cenaze namazı kılındıktan sonra şehrin göbeğinde yeşil bir rüya gibi duran ve o huzursuzluğun ortasında tuhaf bir sükunet taşıyan dev mezarlığa gidiyoruz. Gene kalabalığız. kadim Şehrin hafızası O güzel adam, o güzel atıyla usulca gözden kayboluyor. Ve muhtemelen şu an Gülhane Parkı’nda yaşlı bir karga ve ulu bir çınar ve bir de üzerinde yattığı eski mermer taşlar, bir zamanlar oradaki bir kovukta günler geceler boyu uyuyan bir gözü kör o koca adamı hatırlıyor. İnsanınkine güven olmaz ama iyi ki şehrin kadim bir hafızası var. mezara Sevdiğini koyanların hüznü Çukurova’nın köylerinden getirilen topraklarla edilen vedalar... Sevdiğini mezara koyan in Büyük Usta’yı saygıyla anıyoruz. “Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar. Yoksulluk bütün insanlığın utancıdır.” Yaşar Kemal Çukurova’nın genlerinde var Yaşar Abi benim hayatımın çok önemli bir insanı. İlkgençlik yıllarından beri, 56’dan bu yana tanıdığım, abikardeş gibi, babaoğul gibi, bana hep destek olmuş bir insan. Hatta Türkiye İşçi Partisi’nde de beraber çalıştık. Aynı yolun yolcularıyız bir anlamda. Dünya ARİF görüşümüz aynı. Hemşerilik KESKİNER ilişkimiz var. Yaşar Abi benim ailemi tanıyor. İlk tanıştığımız gün Ergün Yüce beni Yaşar Abi’ye tanıştırınca Osmaniyeliyim demiştim. Kimlerdensin dedi, söyleyince “sülaneni...” diye bir küfür salladı. Hiç unutmuyorum kıpkırmızı olmuştum. Sonra elini omzuma koydu, “Kimin oğlusun?” “Nalbant Hasan’ın oğluyum.” “Söylesene ulan Hasan Emmi’nin oğlu olduğunu...” Ailemi tanıyor. Dededen kalma bir çiftlik vardı; Ağafatma, meğer Yaşar Abi o çiftlikte pamuk toplamış. Benim ilk kitabım çıktığında da methiyeler düzmüş, bana söylediler. Ertesi gün Yaşar Abi beni aradı, “Duydun mu?” dedi. “Ne var abi, neyi duydum mu?” “Kitabın için söylediklerimi...” “Yok abi duymadım” dedim. Çünkü bir de ondan duymak istiyordum. “Yahu çok güzel yazmışsın” dedi, “Güzel bir dilin var, keşke daha evvel başlasaydın, ama yazmaya devam et.” Ben de “Ne de olsa Yaşar Kemal’in oğluyum” dedim, “Herhalde genetik olsa gerek”... “Has....” dedi, “Bu o genetik değil, bu Çukurova’nın genetiği”... Bu söz çok önemlidir benim için... Demek ki Çukurova’nın genlerinde sanata bulaşıklık var. Yaşar Abi çok önemli bir adamdı. Sadece bir romancı değildi. Evrensel bir adamdı. Bir fikir adamıydı. Özgürlük, demokrasi, barış fedaisiydi. Hayatını hep bunlara adamıştı. Barış için çok çalıştı, çok uğraştı. Onu çok arayacağız. Bu ülkenin Yaşar Kemal’e çok ihtiyacı var. Kıymeti çok bilinmemiş olsa da “Yaşar Kemal gerçeği” diye bir gerçek var bu ülkede. O birikimiyle, kültürüyle, uluslararası bir değer... Galiba 1992’de, Adana’da Seyhan Şenlikleri’ni yapıyoruz, o yıl onun üzerine kurduk her şeyi.. Bir de heykelini dikmek istedik. Bunu Yaşar Abi’ye söyleme görevi bana kaldı. Ama o böyle şeyleri hiç sevmez... “Abi dedim, senin heykelini dikmek istiyoruz.” “Manyak mısınız lan, ben daha yaşıyorum” dedi. “Daha iyi işte, yaşarken görürsün...” En sonunda Yaşar Kemal heykelini yapamadık ama İnce Memed heykeli yaptık. O sene Hemite’de müthiş bir tören oldu. Şimdi orada bir Yaşar Kemal Evi de var. Ben hep oranın Yaşar Kemal Araştırma Enstitüsü olmasını istedim. Heykel gibi cansız değil, yaşayan bir yer. Belki bundan sonra olur. Çünkü böyle değerlerimiz her zaman yetişmiyor. Kıymetini bilmemiz gerekiyor. Köyünde temsili tören Dünyaca ünlü yazar Yaşar Kemal, İstanbul’da düzenlenen törenle son yolculuğuna uğurlanırken, Osmaniye’nin Gökçedam (Hemite) Köyü’nde de gıyabi cenaze namazı kılındı. Gökçedam Köyü Camisi’nde öğle vakti kılınan cenaze namazına Osmaniye Vali Vekili Alp Eren Yılmaz, İl Jandarma Komutanı Albay Tayfun Dündar, Emniyet Müdürü Nurettin Gökduman, siyasi parti temsilcileri ile köylüler katıldı. İl Müftü Yardımcısı Ali Yazıcı’nın kıldırdığı gıyabi cenaze namazında kadınlar da saf tuttu. Yaşar Kemal’in komşusu olan 73 yaşındaki Mustafa Çelik, usta yazarın köyde çok sevilen biri olduğunu ve onu kaybetmenin üzüntüsünü yaşadıklarını belirterek Yaşar Kemal için dua ettirdi. Yurttaşlar daha sonra Yaşar Kemal Kültür Evi’ni ziyaret etti. Gökçedam İlköğretim Okulu öğrencileri de dersten çıkarak kültürevini ve İnce Memed Anıtı’nı ziyaret etti. Anıta çiçek bırakan öğrenciler, “Onun eserlerini okuyarak büyüyoruz, onun adına yapılan parkta oynuyoruz. Kendisini çok seviyorduk ama maalesef öldü. Bundan sonra yine onun kitaplarını okuyacağız” dedi. “Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar. Yoksulluk bütün insanlığın utancıdır.” “Bir karanlık devir geldi. Baba Tonguç’u, onun çocuklarını, hepimizi yendiler. Baba Tonguç’u Köy Enstitülerinden atıp, onun çocuklarının elceğizleriyle yaptıkları eseri yıktılar. Baba Tonguç bir şey biliyordu: İnsanların en büyük haklarından biri, birincisi okuma haklarıdır. Karanlıklardan kurtulma haklarıdır. Bunun için çarpıştı. Ve bunun için öldü. Hem de bahtiyar öldü. Tonguç, tarihimizin büyük adamlarından biriydi. Aydınlıklarımız onlardan gelir, öyle adamlardan. İnanmış adam Tonguç Baba bize aydınlık, bize sevinç, bize güç, bize inanç sağlamlığı göndermeye devam edecek. Köy Enstitülerini tarihin hiçbir devrinde kimsecikler kapatamayacak… 17 Nisan düşüncesi ölmeyecek. Gittikçe de bir çığ gibi büyüyor. Gericiler, sömürücüler bu çığın önünde tutunamayacaklar. Yakında çok yakında göreceksiniz Anadolu bütünüyle 17 Nisanı bir milletin uyanışını kutlayacaktır, enstitü umudunu hep canlı tutmaktadır.” Anadolu Toprağının, Türkçenin Büyük Yazarı ve Düşünürü, Yüreğimizin, Beynimizin İnce Memedi, Köy Enstitülülerin Dostu, YKKED2011 Aydınlanma Ödülü verdiğimiz Sayın YAŞAR KEMAL’i Hiç Unutmayacağız... Anısına Saygıyla... Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Genel Merkez ve Şubeleri C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle